“İktidar bir sınır ötesi harekat başlatıyor ve bütün muhalefet arkasında diziliyor. Peki o zaman umut nerede, nasıl şekillenecek diye baktığımız zaman umut işte bu tutumu yenmekte. Bu dizilişi yerle bir etmektedir”
Hicran Urun
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir Milletvekilli Serpil Kemalbay ile Türkiye’nin 1 Mayıs’ı nasıl bir atmosferde karşıladığını, ekonomik krizi, kadın yoksulluğunu ve mevcut atmosferde birleşik mücadelenin önemini konuştuk. Türkiye’nin büyük bir ekonomik ve siyasi kriz içerisinde olduğuna vurgu yapan Kemalbay, muhalefet partilerinin statükoya bağımlı, Kürt sorununda ‘iktidarın arkasına dizilen’ siyasetini eleştirirken, HDP’nin yerel seçimlerde ‘fedakâr’ tavrını hatırlattı…
- Türkiye bu yıl 1 Mayıs’ı nasıl bir atmosferde karşılıyor?
Türkiye şu anda aslında hem siyasi, hem sosyal hem de ekonomik olarak büyük sancılarla giriyor 2022 1 Mayıs’ına. Ekonomik buhran koşullarındayız ve bu ekonomik buhran koşullarına aynı zamanda tek adam rejiminin yarattığı anti demokratik ortam eşlik ediyor. Tüm hakların askıya alınması, hukukun ortadan kaldırılması ve ağır çalışma koşullarına dair pek çok durum var. Böyle bir atmosfer vardı buna şuan savaş da eklendi. Sınırların ötesinde, hem Suriye tarafında hem Irak Kürt coğrafyasında bir savaşa da tutuştu iktidar ve bunun atmosferiyle birlikte 1 Mayıs’a doğru gidiyoruz.
- Tüm bu kriz ve savaş atmosferinin emekçilere yansıması nedir?
Büyük bir işsizlik, yani kalıcılaşmış ve kronikleşmiş bir işsizlik, yoksulluk olarak yansımasını görmek mümkün. Özellikle kadın istihdamının yerlerde süründüğü, OECD ülkeleri içerisinde sonuncu ülkelerden biriyiz. Bu işsizlik ortamında gelire erişemeyen milyonlarca insan var. Biliyorsunuz son 6 ayda Türkiye’de korkunç bir enflasyon, zam yağmurları kendini gösterdi. Ukrayna savaşının ve Covid’in etkilerinin bir sonucu olduğu iddia edilse de aslında Türkiye’de yaşanan enflasyon, pahalılık ve derinleşen yoksulluk hiçbir ülkede yok. Bizde TÜİK verilerine göre dahi yüzde 60’ların üzerinde bir enflasyon var ama bu ENAG’a göre yüzde 140’ların üzerinde, halkın enflasyon ölçüsüne göre yüzde yüzün çok üzerinde bir enflasyon söz konusu.
1 Milyon çocuk işçi var
- Özellikle kadın işsizliğine vurgu yaptınız, siz HDP Kadın Meclisi olarak kadın yoksulluğuna karşı bir kampanya da yapmıştınız. İzlenimleriniz neler, bu yoksulluk ve ekonomik kriz ortamında kadınlar neler yaşıyor?
Doğrusu Türkiye’de kadın yoksulluğu giderek daha da derinleşiyor. Evet, biz HDP Kadın Meclisi olarak geçtiğimiz yıl kadın yoksulluğunu yenmek üzere çok sayıda geziler gerçekleştirdik. Bu buluşmalarda şunu gördük; kadınlar eğer işe erişebiliyorsa bile bu işler hep eğreti oluyor. Yani güvencesiz, gelir bakımından son derece düşük, sömürü içeren işler. Ve bu işler gel geç işler aynı zamanda. Örneğin mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan kadınlar, ev eksenli çalışan yani atölyelerden gelen işleri evlerinde temizleyen kadınlar var. Bu işler orada bütün gün verilen emeğin karşılığı olan işler değil. Kadınlar bunu yoksulluğun dibinde oldukları için bir nebze de olsa gelire ulaşabilmek için çoluk çocuk birlikte yapıyorlar.
Mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan çocuklar, özellikle kız çocukları eğitime de erişemiyor. Tarım işçiliğinde çocuk işçiliği de çok yoğun ve vasıfsız işçi olarak görünüyorlar. Çocuk işçiliği Türkiye’de derin bir yara gerçekten. Türkiye’de ne yazık ki Çalışma Bakanı çocuk işçi sayısını bilmiyor, verileri paylaşmıyor ya da vermek istemiyor. Ama tahminlerinize göre 1 milyon çocuk işçi var Türkiye’de. Bir kısmı mevsimlik tarım işçisi olarak çalışıyor ve bu da çok ciddi bir sömürü.
Türkiye bir ucuz emek rejimi
*Kadın yoksulluğu ile ilgili devam ederiz ama burada çocuk işçiliği ile ilgili bir parantez açmak istiyorum; Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye mevsimlik tarımda çocuk işçiliğini kaldırma projesi ile ilgili 29.7 milyon Euro ödeme yaptığı basına yansıdı, bu fonun akıbeti ne oldu, iktidarın çocuk işçiliğine karşı bir projesi var mı?
Gerçekte işçi sağlığı ile iş güvenliği ile ya da çocuk işçiliği, kadın işçiliği ile ilgili sorunları çözmek için bir projeleri yok. Bunun altında yatan esas neden ise Türkiye’nin bir ucuz emek rejimi olması, emeği ucuzlatarak sermayeye birikim sağlayan bir ekonomik model. Avrupa Birliği ile çeşitli projelere giriyorlar, bu projelerin gereğini de yerine getirmiyorlar. Çocuk işçiliğinin önlenmesi için alınan kaynaklar ya da mülteciler için alınan kaynakların nerelere kullandığı noktasında hiçbir şeffaflık yok. Dolayısıyla bu alınan paraların da yine sermayeyi desteklemek için kullanıldığını söyleyebiliriz. Çocuk işçiliği ile mücadele eden bir iklim de yok zaten Türkiye’de, çünkü işsizlik ve derinleşen yoksulluk çocuk işçiliğinin de yaygınlaşmasının bir gerekçesi oluyor.
Ucuz emek rejimi kadın emeğini talep ediyor
- Kadın işsizliği ve yoksulluğuna geri dönecek olursak; sıklıkla dile getirdiğiniz toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe vurgusu var ve bu da kadın yoksulluğu ile mücadelede son derece önemli. Bütçe planlamalarında iktidar neyi esas alıyor?
Ona yönelik özellikle Aralık ayında tartışmalar oluyor ve tartışmalara baktığımız zaman ortaya konan bütçe cinsiyetçi bir yapıya sahip ve bunu her dönem tartıştırıyoruz biz. Bütçe kaynaklarına baktığımız zaman bütçe kaynakları sermayeye ve savaşa aktarılıyor. Kadınlara, çocuklara ve işçi sınıfına, emekçilere bu bütçeden pay ayrılmıyor. Cinsiyet eşitliği gözlüğü ile bakabileceğimiz hiçbir veri bulunmuyor bu bütçelemede. Ve bütçenin nasıl planlandığına derinlemesine baktığımızda da orada kadının olmadığını görüyoruz. Bütçede kadının adı yok. AKP zaten kadının hem evde hem de çalışma yaşamında sessiz uysal emekçiler olmasını istiyor. Çalışma yaşamında kadının olmaması gibi bir politikaları yok, kadın 3 çocuk doğursun ama aynı zamanda güvencesiz, esnek işlerde de çalışsın çünkü Türkiye’deki ucuz emek rejimi kadın emeğini talep ediyor.
Bu bakımdan çok fazla yol alınması gereken durumlar olduğu için biz daha kestirme yöntemler de önerdik. Örneğin ev emekçisi kadınlar için kanun teklifi verdik. Tırnak içinde söylersem ‘ev kadınlarının’ sigortaya kavuşturulması ve emeklilik haklarının verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bağımlı olmadan parasız sağlığa erişebilmeleri ve ilerleyen yaşlarında da bir gelirlerinin olması önem kazanıyor çünkü ev içi emek değerlidir ve üretken bir emektir. Kadınların ev içinde ürettiği emekten dolayı dünya ekonomisinin büyük bir güç kazandığını biliyoruz. Evde kadınların yaptığı işleri kapitalist anlamda fiyatlandırdığımız zaman bu ücretlerin altından hiçbir koca da kalkamaz hiçbir hükümet, devlet de kalkamaz. Ama bu değer sanki hiç yokmuş gibi görülüyor. Çok sayıda ayrımcılıkla, çok çeşitli ayrımcılıkla yüz yüze kadın işçiler.
Pazar artıklarının en çok toplandığı dönem
- Yoksulluğun kadınlara yansıma biçimi de farklı oluyor, yoksul bir ailede beslenme derdi, akşam ne pişireceğim derdi de kadının omuzunda…
Evet, o yoksulluğu iki kat yaşayan kadınlar oluyor çünkü ne yazık ki tencereyi de evde kadınlar kaynatıyor. Zaten evden başlayan bir iş bölümü var cinsiyet eşitliği olmayan, ayrımcı. Fiyatlar yükseldikçe o tencerenin içerisinde neyin kaynayacağı meselesi kadınların en önemli sorunu oluyor. Ve yine şu da görülüyor, yoksulluk o kadar derinleşmiş ki yiyeceğe erişmek için her yola başvuruluyor, işte pazar artıklarının en çok toplandığı dönemde olduğumuz söyleniyor.
Savaşla sefaletin üstü örtülüyor
- Son zamanlarda TV’lerde ‘çöpten toplananlarla nasıl yemek yapılır’ gibi programlara ya da AKP’li belediyelerin ’ekmeğini çöpten çıkar’ kampanyalarına denk geliyoruz…
Gerçekten bunu çokça gördük AKP döneminde. Çünkü derinleşen yoksulluğun bir şekilde yönetilmesi lazım. Hükümet diyor ki; bir mermi kaç para siz biliyor musunuz. Şu anda yaşanan çatışmanın bu açlık ve sefaletin üstünü örtmek için kullanıldığını görüyoruz. Bir taraftan açlık ve sefaletin, işsizliğin, yoksulluğun gerekçesi olarak savaş, bir taraftan da savaş olduğu için insanlar bu sefalete de mahkûm ediliyorlar. Savaşa aktarılan kaynaklar eğer kadın yoksulluğunu veya çocuk işçiliğini yenmek için kullanılsaydı herhalde bugün tüm Türkiye’de böyle bir sorun kalmazdı.
Türkiye bir sermaye devleti
Türkiye’de devlet sermayenin devleti. Neoliberal politikaları en pervasız uygulayan hükümet bunlar oldu, yani 20 yıldır iktidar olmalarının sihri aslında dünya egemen güçleri ile kurdukları ilişkiyi neoliberal sisteme uygun bir şekilde konumlandırdıklarını söyleyebiliriz. Doğamız, emeğimiz ve hayatımız sermaye tarafından sınırsızca sömürülüyor. Savaşı gerekçe yapıyor, pazardan çürük yiyecekleri toplamayı normalleştiriyor ya da Covid salgını insanları patır patır öldürürken çarklar dönmeli diyebiliyor.
Birlikte mücadelenin önünü tıkayan etkenler var
- Kürtlere yönelik savaş, emeğin sömürüsü, cinsiyetçi politikalar ve yine Türkiye demokrasi cephesine yönelik baskılardan söz ettiniz… Tüm bunlardan çıkışın yolu nedir?
Aslında Türkiye’de çıkışın tek yolunun birlikte mücadele olduğunu söylüyoruz. Yani herkesin de söylediği bir şey birleşik mücadele ve Gezi Davası’nın da bu döneme denk gelmesi manidar. Çünkü Gezi demek, farklı dünya görüşlerinden insanların yan yana gelerek mevcut iktidara ve sisteme başkaldırısı, itirazı. Ve bu itiraz bir şekilde Gezi’den sonra da devam etmeye başladı. Özellikle HDP’de, HDK içerisinde kök saldı ve gelişti. Geldiğimiz noktada evet yine birlikte mücadelenin, birlikte kazanmanın vurguları yapılsa da bunun önünü tıkayan etkenler var diye düşünüyorum ve bu etkenlerle biz biraz patinaj yapıyor gibi bir durumdayız.
Muhalefet savaşın nedenleri ile yüzleşmiyor
- Nedir o etkenler?
Bu etkenler Türkiye’de siyasetin başını tutan, statükodan kendini ayıramayan siyasi yapılardır. Yani baktığımız zaman halkın bize bakışı, iktidarın gerilemesi için yapılması gereken şeyleri tarif edişi ile parlamentodaki muhalefetin adımları arasında büyük bir açı var. Ve orada bir kopuş olmadığı sürece gerçekten de birlikte mücadeleyi daha ileri sıçratmakta zorlanıyoruz. Yaşanılabilir bir ülke istiyor herkes ve bu yaşanılabilir Türkiye’nin tarif edilmesi noktasında ortak bir nokta var halklar açısından ama baktığımız zaman bu halkların oy verdiği partilerin ise kendisini mevcut statükodan ayrıştıramadığını görüyoruz. Bunu nerede görüyoruz örneğin şu anki savaş politikasına karşı aldıkları tutumdan görüyoruz. Yani iktidar bir sınır ötesi harekat başlatıyor ve bütün muhalefet bunun arkasında diziliyor. Peki o zaman umut nerede, umut nasıl şekillenecek diye baktığımız zaman umut işte bu tutumu yenmekte. Bu dizilişi yerle bir etmektedir diye düşünüyorum.
Savaş karşıtlığı Türkiye’de ancak Ukrayna’ya karşı yüksek sesle ifade ediliyor. Evet Ukrayna’da savaş olduğu zaman Antalya’da barış masası kurulabiliyor ve diyalog, müzakere teşvik edilebiliyor ama işte Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde veya Rojava’ya karşı bir savaş politikası izlendiğinde ise en iyi şekliyle sessizlikle geçiriliyor ki bu savaş teşvik de ediliyor aynı zamanda muhalefet tarafından. Bu da bizim bu birleşik mücadeleyi, işçi sınıfının ağır sömürü koşullarını ve kölelik koşullarını yenmek için ihtiyaç duyduğumuz birleşik mücadeleye ciddi anlamda zarar veren bir durum. Biz bu şekilde tekrar tekrar aynı senaryoyu oynamaktan başka bir yere gidemeyiz. Bu savaşın nedenleri ile yüzleşmeyen bir siyasi yapı Türkiye’ye yeni bir şey veremez. Yukardaki siyasetinin bunu bilerek yaptığını ama aşağıdaki o siyasetlere oy veren kitlelerin, halkınsa bunun farkına varmadığını düşünüyorum, yani bu ayrıştırmayı yapmak gerekiyor.
Kürt sorununda net bir tavırları yok
- Muhalefet partileri Kürt sorunu ile ilgili somut bir politikası olmadığından mı bu konuda iktidarın arkasına diziliyor sizce?
Kesinlikle, yani bu konuda CHP ve diğer millet ittifakı olarak tarif edilen partilerin Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda açık ve net bir tavır takınmadıklarını ya da çözüme dair savaştan başka, yani iktidarın izlediği politikaya alternatif bir politikalarının olmadığını görüyoruz. Türkiye emekçi sınıfının önünü tıkayan şey de bu zaten. Sadece son 20 yılda değil 40 yıldır daha sıcak bir savaş yaşanıyor Türkiye’de, baktığımız zaman Türkiye’de hakim olan egemen sınıfı besleyen şey bu savaş. Bu hakim sınıf dediğimiz şey o partilerin de başını çeken yapılar, onların değişmesi gerekiyor, halkın onları değiştirmesi gerekiyor. Baktığımız zaman AKP’ye indirgenmiş bir muhalefet, sınıfsal açıdan yetersiz ve işçi sınıfının sorunlarının, sınıfsal çelişkilerin üstünü örten bir muhalefet oluyor. Sadece AKP’ye karşı olmak, tek adam rejimine karşı olmak işçi sınıfının çıkarlarını savunmak anlamına gelmiyor. İşçi sınıfının çıkarlarını savunabilmemiz için Türkiye’de egemen siyasi anlayışı top yekûn eleştirmek ve değiştirmek gerekiyor.
İşçi sınıfının ezilme nedeni Kürt coğrafyasındaki savaş
Egemen siyasi anlayışın ne olduğuna baktığımız zaman, evet bir taraftan Türkiye’nin bir şirket gibi yönetilme arzusudur, neoliberal politikaların, kapitalist sömürü sisteminin pervasızca hayata geçirilmiş olmasıdır ve bunu örtmek için savaşın bir araç olarak kullanılmasıdır. Yani Türkiye işçi sınıfının ezilmesinin nedeni aslında Kürt coğrafyasında yürütülen savaştır. Oraya aktarılan kaynaklar, orada ortaya konan militarist söylem; bir kurşun kaç lira biliyor musunuz sözcüğü aslında işçi sınıfına karşısına ne gelirse gelsin boyun eğin demektir. O savaşı sorgulamadığımız sürece işsizliği de yoksulluğu da gelir dağılımındaki korkunç uçurumu da sorgulayamayız ve çözemeyiz. Şu anda Türkiye’deki emek düzenin adı ucuz emek düzeni ve bu ucuz emek düzenini halka dayatmanın bir yolu da işte bakın savaş var, Türkiye’nin bekasını koruyoruz diyerek bu yoksulluğa, bu işsizliğe, bu kötü çalışma koşullarına Türkiye emekçilerini mahkûm etmektir bu. Bunu sorgulamadığımız sürece biz bu kötü emek rejimini de ne sorgulayabiliriz ne de gerçekten değiştirebiliriz. Bu açıdan 1 Mayıs’lar aynı zamanda savaşa karşı barış şiarının da yükselttiği günler olmalı.
İktidar süreci sertleştirecek
- Önümüzde bir seçim takvimi de var, sizce iktidar bu süreci nasıl götürecek?
Şuanda biliyorsunuz dün (26 Mayıs) Gezi Davası’nın karar duruşması oldu ve toplumda büyük bir şok etkisi yaratan ağırlaştırılmış müebbet ve ağır hapis cezaları verildi Osman Kavala, Mücella Yapıcı ve arkadaşları için. Bu aslında bize ve bütün mücadelelere yapılmış büyük bir meydan okuma ve savaş açma durumunda olduğunu gösteriyor iktidarın. Yani iktidar şuanda bütün hak arayışlarına, demokrasi taleplerine, eşitlik, adalet taleplerine meydan okuyor. Bugüne kadar, özellikle 7 Haziran’dan bugüne kadar gelen bu süreci daha da ağırlaştırarak, sertleştirerek götürmek istediğini, iktidarda kalmak için her yola başvurmak istediğini göstermekte.
Yerel seçimlerde fedakârca davrandık
- Peki HDP bu süreçte nasıl bir politika izleyecek?
Artık bizim HDP olarak bu kritik dönemeçte birleşik mücadele açısından daha kendimize güvenerek, ileri atılmamız gerekiyor. Çünkü eğer buradan bir çıkış olacaksa bu tıkanıklığı aşmak, o siyasi görevlere talip olarak daha ileri atılmamızla mümkündür diye düşünüyorum. Biz şimdiye kadar 7 Haziran’dan bugüne gelirken özellikle en son yerel seçimlerde ciddi bir çaba da harcadık, fedakârca davrandık siyasi iktidarı geriletmek için. Bunu da bir demokrasi imkânı yakalamak için yaptık. Açılan bu demokrasi imkânının doğru değerlendirilmesi lazım. Geldiğimiz noktada savaş, militarizm karşısında bu yapıların duruşu eskiyi tekrar ettiği için yaşanıyor bu tıkanıklık. Bu tıkanıklığı aşmak için bu siyaseti de aşmak gerekiyor.
- Tüm bu sözünü ettiğiniz baskı ve savaş atmosferine karşılık hem emek hem de demokrasi cephesi bu yıl 1 Mayıs meydanlarında hangi talepleri öne çıkaracak?
Sanıyorum en sıcak ve en yakın şey adalet talebi burada kendini gösterecek, Özellikle Gezi’nin Türkiye halklarında bir değişim talebi olarak okunduğunu düşündüğümüz zaman bu değişim talebinin bastırılmasına karşı bir öfke de oluştu şuanda. 1 Mayıs’ta bunun etkisini göreceğimi düşünüyorum. Bu yoksulluğun ve işsizliğin etkilerini de biz yine 1 Mayıs’ta hissedeceğiz, bu taleplere de yansıyacak diye düşünüyorum. Bu vesile ile de başta kadın emekçiler olmak üzere bütün emekçilerin 1 Mayıs bayramı kutlu olsun.
*Yeni Yaşam Kadın Eki’nde yer alan tüm yazıları okumak için tıklayınız