Milli İstihbarat Teşkilatı, – İdlip’e dönük kapsamlı operasyonun başlatılması/erteletilmesi uluslararası mücadelesinin sürdüğü bir zaman aralığında- Reyhanlı Katliamı Davası sanıklarından Yusuf Nazik’i Lazkiye’den operasyonla Türkiye’ye getirdi. Zamanlama “manidar” demeyeceğim. Zira Reyhanlı saldırısı iddianamesi ne dediyse, Yusuf Nazik’in Türk bayrağı önünde söyledikleri arasında pek fark yoktu. Sadece kurgusu çok profesyonelce değildi. “Suriye devletine sesleniyorum. Türk devleti büyüktür, elbet bunun hesabını sizden soracak” cümleleri fazlaydı mesela…
İçişleri Bakanlığı’nın listesinde hala (14.09.2018) “Mavi” kategorisinde THKP-C’den arandığı görülen Yusuf Nazik’in yakalanması, iktidarın Suriye politikasını iç siyasette nasıl kullandığının örneklerinden biri.
Dikkat çekmek istediğim noktaya ilişkin ayrıntılara geçmeden önce, Yusuf Nazik’in yakalanmasının duyurulmasıyla ilgili gariplikleri bir sıralayalım.
-Devlet televizyonu TRT Haber hem alt yazıda hem haber metninde Nazik’in MİT-Suriye istihbaratı ortaklığı ile yakalandığını duyurdu.- TRT Haber sonra bu bilgiyi değiştirdi. “Yabancı herhangi bir devletten istihbarı ya da lojistik desteğin alınmadığı operasyonda, tespit, izleme, operasyon ve nakil aşamaları tamamen MİT Başkanlığı unsurlarınca gerçekleştirildi” dedi. Yani operasyon AA’nın ifadesiyle “Yerli ve milli” oluvermişti.
5 yıl sonra katliama ilişkin karanlık noktalar aydınlatılmadan iddianamenin temel tezlerini tekrarlayan Yusuf Nazik neden şimdi yakalanmıştı? Yazının girişinde belirttiğim gibi bu operasyon, “içeriye” bir mesaj olabilir miydi? Saldırıdaki karanlık noktaya örnek; cihatçılara mühimmat taşıyan Suriyeli Türkmen Heysem Topalca’nın Niğde’deki IŞİD davasının iddianamesine göre, “Adana’da roket başlıkları ile birlikte yakalanan, El Kaide ve El Nusra’ya sürekli mühimmat temin eden, Reyhanlı’da patlama günü postanenin ve belediyenin önüne beyaz renkli aracın bırakılmasını sağlayan kişi” olması, buna rağmen Reyhanlı davasında sanık olmamasıydı.
İpucunu ilk olarak, hükümetin yakın kulak kesileni Abdülkadir Selvi verdi. Selvi 13 Eylül tarihli yazısında “Yusuf Nazik ve Nasır Eskiocak’ın 53 vatandaşımızın feci şekilde can vermesine yol açan Reyhanlı saldırısının talimatını Suriye muhaberatından aldıkları itirafından sonra her fırsatta Esad’la görüşülmesini önerenlerin ne diyeceğini merak ediyorum. Esad’a bu katliamın hesabını mı soracaklar, yoksa yine Türkiye’nin Esad’la diyalog kurmasını mı isteyecekler?” derken, bir anlamda yeni rejim koalisyonundaki çekişmeyi de açık ediyordu. Çünkü Tahran zirvesi sonrası “Esad ile doğrudan görüşülmeli” sesleri yükselmeye başladı. İdlip operasyonu bunun daha da yüksekten söylenmesine zemin hazırladı.
Yine benzer görüşler, Demirören Grubu’na devredilen CNN Türk yöneticileri tarafından da dile getirildi. Bora Bayraktar sosyal medya paylaşımında “Terör örgütü PKK’ya yıllarca yataklık eden Baas rejimi ile Türkiye’nin barışması gerektiğini söyleyenler, bu dostluktan ne umuyor?” derken de Selvi’nin dile getirdiği konuya benzer bir noktaya dikkati çekti.
Devletin çekirdeğindeki gücün Esad konusundaki tezine karşı duran bu görüşler bir yanda, Aydınlık çizgisine yakın isimler tarafından yönetilen Cumhuriyet’in ulusalcı isimlerinden Mustafa Balbay’ın inceden inceye, iktidarı da kızdırmadan dile getirdiği görüş diğer yanda… Balbay “Çok nazik operasyon” yazısında “Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’de ateşkes ilan edilmesi için sesini Amerikan gazeteleri aracılığıyla duyurmaya çalıştı. Sorunun çözümü için Esad ile görüşmenin gerekliliği Türkiye’de sadece muhalefet değil iktidar çevrelerinde de dillendirilmeye başlandı… Aman bu çok ‘Nazik’ operasyon, kan ve kinin yükseleceği bir zemin yaratmasın” sözleri ile Beştepe’ye “ricasını” dile getirdi.
Başından itibaren koalisyonlarla bugüne gelen iktidarın Suriye konusunda iç siyasetin ihtiyaçlarını da gözetmesi Avrasyacı olduğu söylenen ekibi ikna etmemişe benziyor. Yoksa has ortaklardan Vatan Partisi’nin yayın organı Aydınlık Gazetesi, neden Yusuf Nazik’in operasyonla getirilmesi haberine “Bu tertip tutmaz” manşetini atsın. “Tertip”in faili bu durumda MİT oluyor.
Tüm bu çekişmenin, yönetimin değiştiği Cumhuriyet Gazetesi’nin THY’ye alınmamasıyla bir ilişkisi var mı bilemedim tabii.