Federe Kürdistan topraklarının ‘sahipsiz’ görünen doğal kaynakları, Türkiye için her zaman bir gündem maddesi olmuştu. AKP iktidarının yerine oturdukça Kürtlere karşı pervasızlaştığı dönemlerde ise konu daha ciddi bir düzeye taşındı
M. Ender Öndeş
AKP-MHP iktidarının Federe Kürdistan topraklarında KDP’nin de işbirliğiyle 17 Nisan’da başlattığı operasyonda ağır kayıplara rağmen ciddi bir ilerleme sağlanamadığı bildirilirken, saldırının arka planındaki amaçlar da kamuoyu tarafından tartışılıyor. Gitgide derinleşen ekonomik krizi yönetemeyen iktidarın 2023 (ya da daha öncesi) yaklaşırken bu saldırıyı bir tür ‘seçim kampanyası’ olarak planladığı, böylece bir yandan ülkedeki milliyetçi hezeyanı artırmayı, diğer yandan da muhalefeti yedeklemeyi amaçladığı, CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı cephesinin de buna zaten hazır olduğu son bir hafta içinde açıkça görüldü. Ayrıca seçimin de ötesinde Erdoğan’ın genel olarak Osmanlı hayallerini canlandırmak, sınırları yeniden belirlemek, nihai olarak da Federe Kürdistan’ın varlığını sonlandırmak niyetinde olduğu, Ortadoğu’da kabul görüyor.
Ancak bu arada, operasyonun bir başka amacının Kürdistan doğal kaynaklarına el koymak olduğu da öne sürülüyor. Özellikle Ukrayna savaşı sürecinde doğalgaz konusunda Rusya’ya bağımlılıktan kaynaklanan kriz, iktidarı daha yakındaki bir kaynak olan Federe Kürdistan’a yöneltiyor. Başka bir deyişle iktidar, parayla satın alınan Rus gazı yerine pazarlığı kanla yapılan Kürt gazına yönelme planları yapıyor ve elbette bu konudaki en büyük engel olan PKK’yi bölgeden silmek istiyor.
Bitmeyen ‘enerji’ aşkı
Aslında hikâyenin öncesi, 2000’li yılların başına, hatta Turgut Özal’ın “bir koyup beş alma” sözünü sarf ettiği 80’li, 90’lı yıllara kadar gidiyor. Saddam sonrası Irak’ın kronikleşmiş istikrarsızlığı koşullarında oluşan boşlukta Federe Kürdistan topraklarının ‘sahipsiz’ görünen doğal kaynakları, Türkiye için her zaman bir gündem maddesi olmuştu. AKP iktidarının yerine oturduğu ve oturdukça da Kürtlere karşı pervasızlaştığı dönemlerde ise konu daha ciddi bir düzeye taşındı.
Daha 2011’de Vatan gazetesinde yayınlanan bir haberde Miran Batı sahasında en az 6.8 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi bulunduğu kaydedilirken, dünyanın sayılı rezervleri arasına giren keşifle ‘Kuzey Irak’ın bir anda en az 1 trilyon dolarlık enerji varlığının sahibi olduğu belirtiliyordu. Habere göre İngiliz petrol arama şirketi Heritage Oil CEO’su Tony Buckingham, kaynağın 2015’te işler hale geleceğini belirtirken, Miran Batı doğalgazını, Nabucco Boru Hattı ile Türkiye’ye, Avrupa’ya ya da her iki mevkiye de taşıyacak seçenekler üzerinde düşündüklerini kaydediyordu. Gazete ise o dönem için bu kaynağın Türkiye’nin 194 yıllık tüketimini tek başına karşılayabileceği yorumunu yapıyordu. Heritage Oil, o günlerde Karamehmetlerin Çukurova Grubu’na bağlı İngiliz ortaklı Genel Enerji ile birlikte Irak Federe Kürdistan’a odaklı faaliyetlerini sürdürüyordu. Yalnızca o değil tabii. Federe Kürdistan petrol ve doğalgazı, uzun süredir BAE, İngiltere, ABD, İsrail ve tabii Rusya’nın da iştahını kabartmaktaydı.
‘Öyle kaynaklar bulacağız ki…’
Sonraki süreçlerde de KDP yönetimini kimi zaman yerin dibine sokan kimi zaman saraylarda ağırlayan ama hiçbir zaman Kürt statüsünü kabul etmeyen AKP rejimi, gözünü Kürdistan doğal kaynaklarından hiç ayırmadı. Bölgedeki PKK varlığını yok etme ve Barzanilerle birlikte bu kaynaklara çökme hayali sürerken, kurulan üslerin de yapılan gizli ya da açık anlaşmaların da bir amacı hep bu oldu. Federe Kürdistan’da memur maaşları bile ödenemezken, milyarlarca dolarlık Kürt petrolünün geliri doğrudan Barzani ailesine gidiyor. Barzanilere ait ABD’de, Avrupa’da lüks saray ve arsaların temel geliri Kürt halkına ait bu kaynaklardan sağlanıyor. Bir diğer önemli konu ise Federe Kürdistan’ın bu kaynakları artık Barzani ailesi ile Erdoğan ailesi arasında aile içi paylaşımın konusu. Bu özel alanda kaç milyar dolarların döndüğü henüz bilinmiyor, ileride bunun da açığa çıkması muhtemel.
Ancak asıl ‘ısınma’ 2022 yılı başlarında gerçekleşti. Her seçim öncesinde ‘bulunan’ ve sonra hızla unutulan ‘müthiş doğalgaz kaynakları’ fos çıktıkça, 2023’e hazırlanan iktidarın gözü, ekonomik krize karşı yine Federe Kürdistan’a doğru kaymaya başladı. Henüz Ukrayna krizinin tırmandığı koşullarda Erdoğan’ın NATO Liderler Zirvesi’nden dönerken sarf ettiği “Önümüze enerjide çok daha farklı alanlar açılacak ve bunu duyduğunuzda ‘Bu da nereden çıktı?’ diyeceksiniz” sözleriyle başlayan süreç hızlanmaya başladı. Aslında daha önceden, 7 Şubat’ta gazetelerde konu ısıtılmaya başlanmıştı bile. 7 Şubat’ta “Enerjide çözüm yanı başımızda” açıklamaları yapan BOTAŞ eski Genel Müdürü Gökhan Yardım, “Resmî anlaşmaların yapılması durumunda TPAO sondaj ve işleme konusunu çok kısa sürede halledebilir. Şu an Silopi’ye kadar uzanan bir boru hattımız var, hattın Irak tarafı ise düz arazi olduğu için çok kısa sürede hazır hâle getirilebilir. Mansuriye, Khormor ve Çemcemal bölgelerinde olağanüstü gaz rezervi mevcut. Hedef, ilk planda 1 milyar metreküp ile başlanacak sevkiyatı yıllık 10 milyar metreküpe taşımak” diyordu.
BOTAŞ Doğalgaz Alım Dairesi Eski Başkanı Arif Aktürk ise aynı gün, “Kuzey Irak’taki gaz, kükürt oranı yüksek bir gazdır. Şayet bu kükürt kurulacak tesislerle bizim üzerimizden pazara çıkarılabilirse milyarlarca dolarlık ekonomik değer sağlar” diye konuşuyordu. Her iki kaynağın konuştuğu kişinin Türkiye gazetesinden kontra haberleriyle tanınan Yılmaz Bilgen olması da ayrıca dikkat çekiciydi.
Yine Cengiz devrede
Yine 8 Şubat’taki bir Rudaw haberi, “Kürdistan Bölgesi Hükümeti, doğal gaz boru hattı ağını Türkiye sınırına doğru genişletmek amacıyla KAR Grup ile bir anlaşma imzaladı” diye başlıyor ve “Erbil ile Ankara arasında Mayıs 2012’de başlayan ve Kasım 2013’te tamamlanan stratejik enerji anlaşmasının bir parçası olarak, Kürdistan Bölgesi’nden yılda 20 milyar metreküp doğal gaz ihracatını kapsayan bir anlaşma imzalanmış ve Türkiye gaz boru hattı ağını sınıra doğru inşa etmeye başlamıştı” diye devam ediyordu. Haberde, bütün bu hazırlıkların Irak merkezi hükümetinden kaynaklanan nedenlerle aksadığı, ancak artık realize olacağı da kaydediliyordu. Ve tabii hiç şaşırtıcı değil, aynı gün HaberTürk’de yayınlanan kısa bir haberde, AKP’nin sevgili şirketi Cengiz Holding’e bağlı Cengiz Enerji’nin Federe Kürdistan’dan doğalgaz ithal etmek için Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na (EPDK) lisans başvurusunda bulunduğu not ediliyordu.
Niyetler hiç gizlenmedi
23 Şubat’ta ise AA’ya konuşan Türkiye Enerji Stratejileri ve Politikaları Araştırma Merkezi (TESPAM) Başkanı Oğuzhan Akyener, Irak’ta 15 doğalgaz sahasından yalnızca 3’ünün üretime alınabildiğini belirterek, “Türkiye, teknik, teknolojik, lojistik ve ekonomik açılardan ilgili sahaları, inşa edilecek boru hatlarını, yüzey tesislerini geliştirerek işletebilecek ve bölgenin güvenliğini sağlayarak kalkınmayı ivmelendirebilecek tek devlettir. Sadece IKBY’nin kontrol ettiği alanlardaki sahalar geliştirilse dahi 10 yılda 40 milyar metreküpe erişilebilecek üretim seviyeleri yakalanabilecektir. Bu minvaldeki bir hacim de hem iç piyasanın talebinin giderilmesi hem de gazın ihraç edilebilmesi anlamına gelecektir” diyordu.
İngiliz, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri ve Rus şirketlerini cirit attığı bölgedeki doğalgaz kaynaklarına oynayan Türkiye, 17 Nisan’da başlayan operasyon öncesinde de niyetini hiç gizlemedi. Operasyon öncesinde Mesrur Barzani ile yapılan görüşmelerde bu konunun ayrıntılı konuşulduğu, Barzani’nin İngiltere Başbakanı Boris Johnson’la görüşmeye Erdoğan’ın onayını alarak gittiği yazıldı çizildi.
Bu arada, önce BAE ile sonra da Kaşıkçı davasını satarak Suudilerle arayı düzeltme hevesinde olan Erdoğan’ın İsrail ile de sıcak ilişkiler kurması gözlerden kaçmamıştı. Nitekim İran’ın Barzanilerin KAR Grubu’nu füzelerle vurması ve harekattan hemen sonra Irak Hizbullahı’nın “Türkiye’nin PKK ile mücadele bahanesiyle Irak’ın kuzeyini işgal etmesinden amacı, Irak petrol ve doğalgazına musallat olmak, İpek Yolu’nu kontrol etmek ve Osmanlı sultanlarının hayallerini kimi Iraklı yetkililer ve düşman ülkeler yardımıyla gerçekleştirmektedir” açıklaması yapması, Türkiye’nin niyetlerinin herkes tarafından fark edildiğini gösteriyordu.
‘Kaynağından’ söz sahibi olmak
Operasyon sonrasında da zaten iktidara yakın ekonomistler harekatın bir amacının bu olduğunu açıkça yazıp çizdiler. Saldırının ikinci günü Dünya’da yazan Zeynep Gürcanlı, “Barzani yönetiminin, Irak merkezi hükümetiyle petrol ve doğalgaz konusunda yaşanmakta olan hukuksal anlaşmazlık için ciddi uluslararası desteğe ihtiyacı bulunuyor” derken merkezi Irak yönetiminin koyduğu kısıtlamalardan söz ediyor ve “Barzani bunu aşabilmek için -Ukrayna krizinin yarattığı fırsatı da kullanarak- fiilen petrol-doğalgaz satışına uluslararası onay alma peşine düşmüş durumda” diye kaydediyordu. Gürcanlı’nın “Rusya’nın Ukrayna işgali ile birlikte ortaya çıkan petrol/doğalgaz darboğazında, Kuzey Irak petrol ve doğalgazının Avrupa’ya ulaştırılması kilit önem taşımaya başladı. Türkiye’nin sınır ötesi operasyon ile Kuzey Irak’taki alan hâkimiyetini arttırması, aynı zamanda bu bölgenin enerji kaynaklarının Batı’ya aktarılmasında da ‘kaynağından’ söz sahibi olmasını sağlayabilir” demesi, bir anlamda Erdoğan’ın ikide bir zikrettiği “İnşallah Irak seçimleri de hayırlı biçimde neticelenir” sözlerinin boşuna olmadığını gösteriyor, KDP’nin geleneği bozarak Cumhurbaşkanı adaylığına kendisini dayatmasının sırrını açıklıyordu. Yani, gelinen noktada Türkiye resmi Irak topraklarında askeri operasyon yapmanın da ötesine geçerek, dolaylı biçimde Irak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de taraflarından biri haline geliyordu.
En büyük engel
Gürcanlı’nın cümlelerinde anahtar sözcükler olan “kaynağından söz sahibi olma” durumunun politik tercümesi çok açık: Türkiye’nin Barzanilerle birlikte doğalgaz pastasını paylaşması… Federe Kürdistan’ın varlığına da KDP ve Barzanilere de saygı duymadığını açıkça ortaya koyan, ‘referandum’ olayında olduğu gibi her çizgiyi aştıklarında hakaretlere boğan Erdoğan, bir kez daha bölgenin ve bölgedeki kaynakların hâkimi olmayı hedefliyor. Niyet böyle olunca da bunun önündeki en büyük engel olan PKK’nin ortadan kaldırılması gerekiyor. Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in “bölgenin istikrarlı hale getirilmesi” derken kastettiği tam böyle bir şey. Kandil’i yok etmek şüphesiz o kadar kolay değil ve muhtemelen belli alanları düzleyip üslerle elde tutmak, böylece iç kamuoyuna zafer görüntüleri vermekle de yetinebilirler ama bu kadarı bile zor görünüyor. Her şeyden önce alanı savunan güçlerin direnci, buna izin verecek gibi durmuyor. Yerel kaynaklardan gelen haberler bu doğrultuda. Ama bunun yanında, iş doğal kaynaklara gelince Irak’ın başka sahipleri de var ve Erdoğan, PKK hiç olmasaydı bile ‘boş’ bir alanda oynamıyor. Önümüzdeki günlerde kuşkusuz gelişmeler daha netleşecek ama Cengiz gibilerinin hazırlıklarının şimdilik hayali zeminlere inşa edildiği kesin.