Hicri İzgören
Türkiye’de tekçi paradigma ve buna dayalı zihniyetin oluşmasında medyanın büyük etkisi olmuştur hep. Medya da siyasiler gibi savaş tamtamları çalmaya devam ediyor. Etik sahibi bir grup medya dışında genelde Türkiye medyası kötü bir karneye sahiptir. İktidarın sözcüsü gibi hareket etti hep ve giderek kara propaganda aygıtına dönüştü.
Kaynaklara göre, propaganda psikolojik savaş yöntemlerinden biridir ve her daim güçlü bir silahtır. Tarafsız bilgi sağlama yerine, temelde kendi kitlesini etkileyecek sahte bir kaynağa dayalı, yani kaynağı olmayan yalan bilgiyi verir.
Bu durumda amaç genellikle kitlede rakiplerine yönelik nefret duygusu yaratmaktır. Bazı özel kelimeler kullanarak -veya bazı özel kelimeleri kullanmaktan sakınarak- düşman addettiği rakibini bazen hiç yapmadığı şeyler için suçlar ve bu sayede zihinlerde yanlış bir imaj oluşturulur. Çoğu propaganda rakibin gerçek veya hayali bir haksızlığın sebebi olduğu hissini vermek ister. Aynı zamanda kitlenin iktidarın haklı olduğuna da inanması ve rıza göstermesi, olan bitenin meşruiyet kazanıp içselleştirilmesi gerekecektir.
Medyanın “devletin ideolojik aygıtlarından biri” olarak tanımlanması, Hitler’in propaganda sorumlusu Joseph Göbbels’in, “Yeterince büyük bir yalan söyler ve sürekli tekrar ederseniz, sonunda halk buna inanır. Ama bu yalanın sürdürülebilmesi için, devletin halkı yalanın siyasî, ekonomik ve/veya askerî sonuçlarından koruması gerekir. Demek ki, devlet bütün güçlerini kullanarak aykırı sesleri bastırmalıdır, çünkü gerçek yalanın ölümcül düşmanıdır ve dolayısıyla gerçek devletin en büyük düşmanıdır” dediği olay tam da bu duruma tekabül eder.
Propagandanın yaşamın her alanına sirayet ettiği bir süreçten geçiyoruz. İnsana dair tüm duygular da dahil olmak üzere her şey propagandanın esiri olmuş durumda.
Medyanın görevi özü gereği sorumlu bir anlayışla toplumu gerçekler doğrultusunda bilgilendirmektir.
Oysa medya denildiğinde artık yalan, çarpıtılmış haber, ayrıştıran ve ötekileştiren yapısıyla tam bir yalan makinesine dönüşmüş durumda. TV’lerin haberi sunma biçimlerine, gazetelerdeki manşetlere göz atıldığında nasıl bir canavarla karşı karşıya olduğumuzu görmek mümkün.
Medyanın söyledikleri ya da yazdıkları kadar ifade etmedikleri ve yazmadıkları da önemlidir. Barış medyası yalanı açığa çıkaran, şiddete odaklanmayan, farklı fikir ve yaklaşımlara imkan sağlayan ve bunu görünür kılan bir yaklaşım içindedir. Oysa savaş medyası şiddete odaklı tarafgir ve kızıştırıcı bir tutum takınır. Türlü algı operasyonlarıyla bize sunulanları irdelemeden, sorgulamadan gerçeği kavrayamayız. Böyle bir ortamda sağlıklı düşünebilmenin yolu eleştirel düşünmekle mümkündür ancak.
Bugün Türkiye’de medya algı yönetiminin bir aracı haline getirilmiştir. Kokuşmuş politikaların yalan ve çarpıtma üzerine kurulduğu bu kuşatma düzenine karşı gerçekleri yazmaya çalışan özgür ve demokrat basının sesini kısmaya çalışan yine bu anlayıştır. Yalan-dolan dışında kalmaya çalışan gazeteciler, aydınlar ve muhalif olan herkes susturulmaya çalışılıyor, işten çıkarılıyor, tutuklanıyor, cezalar alıyor.
Şablon fikirlerden, önyargılardan sıyrılabilmek, bize sunulan ve dikte edilen her şeyi gerçekmiş gibi algılama tuzağından kurtulmak için bilim insanı Noam Chomsky’nin sözleri bize referans olabilir: “Medyanın kamu çıkarları ile yakından uzaktan ilgisi yoktur, ya devletçi ya da diğer özel şirketlerin çıkarlarına hizmet eder, tüketim kültürünün en önemli sorumlusudur, insani değerleri ve kamu vicdanını öldürmekte, tepkisiz, sinik, bencil, umursamaz bireyler ortaya çıkarmaktadır. Medyanın saldırı ve ayartma ekranı, olası en büyük halk kesimini tutsak almak ve hipnotize etmek üzere düzenlenmiştir.”