Suriye’de operasyonlarını sürdüren Rusya’nın askeri sevkiyatlar için kullandığı Türkiye hava sahası kapatıldı. Gelişmeyi değerlendiren Gazeteci Halit Ermiş ciddi riskler olduğunu kaydetti. Ermiş ayrıca “Eğer Kürt-Arap ittifakı gelişirse Türk devleti beklemediği bir dirençle karşılaşacaktır. Bu durum Suriye’de üzerinden kendisine büyük kaybettirebilir” yorumunda bulundu
Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaşta çatışmalar ve bombardıman Kharkiv, Donbass, Mariupol, Kherson ve Odessa hattına kentlerinde yoğunlaşırken, savaş Türkiye’yi de farklı boyutlarda etkiledi. Türkiye, Rus askerlerinin Suriye’ye taşınmasında Türk hava sahasının kapatıldığını açıkladı. Gazeteci Halit Ermiş, Rusya, Rusya, İran, Türkiye, Suriye hattındaki durumu analiz etti.
ANHA’da 24 Nisan’da yayınlanan analiz şöyle:
“Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Moskova ile yaptığı görüşmenin ardından Rusya’dan Suriye’ye asker taşıyan askeri ve sivil uçaklara Türk hava sahasının kapatıldığını söyledi.
Türk devleti Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte Rusya ile ABD-NATO arasında bir tercih yaptı. Aslında ABD-NATO’ya karşı Rusya kartını kullanıyor olsa da siyasi, ekonomik ve askeri olarak hep bu cephedeydi. Rusya Ukrayna’ya saldırınca ve ABD-Avrupa ile birlikte dünyanın büyük kesimi tarafından Rusya ekonomik ambargoya tutulunca Türk devleti durumu lehine görerek bu cephedeki yerini açıktan göstermeye başladı.
Bir taraftan Rusya-Ukrayna savaşına arabulucu olurken diğer taraftan Ukrayna’ya her türlü desteği de açıktan yaptı. Bununla Suriye üzerinden Kürtlere karşı Rusya’dan taviz koparmayı daha ilk günden hesapladı. Çünkü Türk devletinin en temel dış politika malzemesi hep Kürt sorunu olmuştur. Rusya ne kadar zayıflarsa müttefiki olduğu ABD ve NATO Suriye ve Ortadoğu’da o kadar elini güçlendirmiş olacaktı. Rusya yoğun ekonomik saldırı altına alınınca bu durum doğal olarak gelişti.
ABD ve NATO’yla Rusya ve İran karşıtlığı üzerinden yaptığı işbirliği karşılığında bu cepheden de Kürtler konusunda büyük taviz koparmış oldu. Başûrê Kurdistan’a saldırı bunun sonucu olarak gelişti. Bu sürece KDP’nin dahil edilmesi de yine bu güçlerin ortak konsepti sonucu gelişti. Çünkü bu şekilde bir yandan PKK’den kurtulma hesaplandı bir yandan Türk devletinin Başûrê Kurdistan’ın işgal edilmesiyle İran’ın etrafındaki çember daraltıldı, ama bir taraftan da Başûr’daki gaz ve petrolün Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınma olasılığı Avrupa’nın Rus gazına bağımlı olmaktan kurtarılması hesaplandı.
Mesrur Barzani’nin saldırı başlar başlamaz İngiltere’ye gitmesi bu açıdan önemliydi. Bu, konseptin bütünselliğini ve çok taraflı oluşturulup yönlendirildiğini gösteriyor.
Tabi burada Rojava meselesine özel olarak bakmak gerekir. Türk devleti başından beri Rojava düşmanlığı yaptı. ABD-NATO açısından yeni dünya düzeni düşünüldüğünde Rojava’ya karşı Türkiye lehine sert tutum içine girmeleri de gelişebilir. Çünkü sonuçta ilişkiler hegemonya üzerine kurulu, kim onlara daha çok hizmet edip çıkarlarını koruyacaksa tercih edilecek olan o olur.
Rusya’nın Ortadoğu ve Akdeniz’de tasfiyesi ABD-NATO açısından son derece önemli. Türk devleti ise bu ilişkiyi fiziki olarak koparmada stratejik bir yerde bulunuyor. Zaten Başûr’un işgali ve Irak’ın da yönetim olarak denetim altına alınmasıyla İran’ın Suriye ile bağları ciddi anlamda zayıflamış olur. İşte tam da burada Türk devleti süreç devam ederken havadan Rusya’nın Suriye ile bağlantısını kesiyor. Suriye hükümetiyle de belli ki perde arkasında yürüyen görüşmeler var. Esat’a ölümü gösterip sıtmaya razı etmişler gibi. Kaldı ki, Şam hükümeti ve Baas rejiminin Kürt siyaseti Türk devletiyle tamamen aynı. Şexmeqsud-Eşrefiye kuşatmasından sonra Türk devletinin hava sahasını kapattığını açıklaması da bu yönüyle dikkat çekici.
Buradan bakarsak eğer yakın dönemde Türk devletinin Rojava’ya dönük yeni ve kapsamlı işgal ve soykırım saldırısını görmek ihtimal dahilindedir.
Peki bu durumda neler yaşanır?
Böyle bir saldırı gelişirse, ki gelişeceği yüksek ihtimaldir, o zaman bölgede çok şiddetli bir savaş yaşanır. Şam hükümeti durumdan istifade ederek arkadan Özerk Yönetim’e yönelebilir. Rusya zaten Ukrayna üzerinden Batılı güçlerle büyük bir savaş içinde olduğundan sahada çok fazla bir varlık gösteremez. İran da keza böyle. Ama İran boş da durmayacaktır. Türk devletinin Suriye ve Irak üzerinden bölge hegemonyasını ele almasına seyirci kalmayacaktır.
Başûr saldırısıyla birlikte Sadr Hareketi dahil Şii grupların Türk devletine tepki göstermesi kendiliğinden gelişen bir durum değildi. Bu gruplar saldırıdan önce tam olarak Türkiye ile KDP planlarının farkına varmamışlardı. Saldırı gelişince kendilerini uçurumun kenarında gördüler. Aslında yanlış siyasetleri sonucunda bu noktaya gelmişlerdi. Şimdi biraz fark ettiler. Bundan sonra önüne geçmeleri de son derece zorlaşmış durumdadır. O açıdan Şiilerin bir araya gelmelerinden öte seçenekleri yoktur. Bu da ancak İran öncülüğünde olur. Fakat Kazımi’nin başkanlık ettiği hükümet mevcut durumda Irak ile Iran arasında ilişkilerin derinleşmesinde büyük engel konumundadır. Çünkü Kazımi hükümeti Başûrê Kurdistan’a saldırıyla eş zamanlı olarak Şengal’e saldırması tesadüf olmazsa gerektir.
Fakat tüm bunlara rağmen Irak’taki Şiiler İran ile bu bütünlüğü yakalayabilirlerse olası Suriye saldırısında Türk devletine karşı daha dirençli durabilirler. Çünkü Başûrê Kurdistan’a dönük işgale Kuzey ve Doğu Suriye işgal saldırılarının eklenmesi, Türk devletinin Irak ve Suriye üzerinden bölgeye hakimiyeti anlamına gelecektir. Ancak İran harekete geçerse NATO ve ABD’nin Suriye’de Türk devletine desteğini de getirebilir. Bu durumda tüm bölge kapsamlı bir savaşa girebilir. Eğer durum böyle gelişirse Şam hükümeti Özerk Yönetim’i tasfiye etmek istese de hatta bunun için şu an Türk devleti ile bir pazarlık yapmış olsa da işler istediği gitmeyecektir.
İşte tam da burada yeni pazarlıklar, ilişkiler gelişebilir. Kürt-Arap ittifakı bunlardan olabilir. Çünkü bölgede yaşanacak bu gelişmeler diğer Arap ülkeleri açısından da son derece büyük risk yaratacaktır.
Eğer Kürt-Arap ittifakı gelişirse Türk devleti beklemediği bir dirençle karşılaşacaktır. Bu durum Suriye’de üzerinden kendisine büyük kaybettirebilir. Ancak eğer bu gelişmezse bu durumda kaybedecek olan sadece Kürtler değil, Araplar ve İran da olacaktır.
Kuşkusuz bunlar hepsi olasılıklar.”
QAMİŞLO