24 Nisan 1915’te başlayan Ermeni Soykırımı’nın üzerinden 107 yıl geçti. Yüzyıllık yara hala kanıyor
Hüseyin Kalkan
Ermenilerin Kızıl Pazar olarak adlandırdığı 23-24 Nisan 1915 gecesinde Osmanlı hükûmeti, başkent İstanbul’da yaşayan yaklaşık 250 Ermeni aydın ve komite liderini il genelindeki çeşitli yerlerde toplanmasını ve derhal tutuklanmasını emretti. Bu kişiler daha sonra Ayaş ve Çankırı’daki iki toplama merkezine gönderildi. Bu Ermeni liderler 29 Mayıs 1915’te Tehcir Kanununun meclisten geçmesinin ardından zorla göç ettirildi ya da öldürüldü. Bunu, Anadolu’nun çeşitli kentlerinde yaşayan Ermenilerin kitleler halinde sürgün edilmeleri izledi. İlk elde aydınların hedef alınması boşuna değildi. Bunlar dünya ile iletişimi olan ve bir kırım durumda kamuoyunu harekete geçirebilecek imkanlara sahip insanlardı. İttihat-Terakki yönetimi ilk elde öncüleri yok etmeyi planlamıştı.
Neden Ermeniler
Ermeni halkı imparatorluğun en önemli halklarından biriydi. 1893 yılında yapılan sayımda yaklaşık olarak 17 buçuk milyon nüfusu sahip olan imparatorluğun nüfusunun kimi kaynaklara göre 1.5 milyonu, kimi kaynaklara göre yaklaşık 2 milyonunu Ermeniler oluşturuyordu. Ermeni halkı sadece nüfus olarak önemli değildi, aynı zamanda zanaatçı bir halktı. Köprülerde, saraylarda hep Ermeni mimarların imza olduğunu herkese bilir. Var olduğu kadarı ile sanayi ve ticaret Rumlarla birlikte onlardan sorulurdu. Avrupalı halklarla dindaş olduğu için Avrupa’daki gelişmelerde ve fikir hareketlerinde daha çok bu halklar etkileniyordu. Bunun en önemli sonucu milliyetçi fikirlerin bu halk içinde hızla gelişmesi oldu. Bunun doğal sonucu Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin bazı milli talepleri ileri sürmesi ve bu doğrultuda örgütlenmeleri oldu. Osmanlı’nın gerileme dönemine denk gelen bu uyanış hem halkta hem yönetici elitte bir tramvaya yol açtı. Balkan savaşında Osmanlı’nın aldığı yenilgi ve imparatorluğun Balkan topraklarında yaşayan Müslümanların Anadolu’ya göç etmesi bu tramvayı derinleştirdi.
Merkezileşme ve Ermeniler
Tanzimat Fermanı imparatorluğun gerileme sürecini durdurmak için Osmanlı elitinin uygulamaya çalıştığı bir reform programıydı. Bir yanda Müslüman olmayan tebaaya bazı haklar sağlarken bir yanda ise önemli merkezileşme adımları öngörüyordu. Merkezileşme adımları hem Müslüman olmayan halklarda hem de Müslümanlar arasında rahatsızlıklara yol açıyordu ve zamana zaman isyanlar yaşanıyordu. Bunların en önemlisi Yeniçeriler’in reformlardan rahatsız olmaları ve baş kaldırmaları oldu. Yeniçeri ocağı kaldırıldığı gibi, bu ocağın bağlı olduğu Bektaşi Ocakları da tamamen yasaklandı. Bu merkezileşme sürecinde Kürt Beylikleri de merkezileşme politikalarından nasibini aldı. Boyun eğmeyenler zor yolu ile yok edildiler. 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı Devleti kendi topraklarında yaşayan Hristiyanlarla ilgili bazı reformlar yapmayı taahhüt etti. Ancak bu beklentiler yerine getirilmedi aksine durum daha da kötüleşti.
Ermeniler örgütleniyor
Olayların gidişatıyla ilgili artan kaygılar, Avrupa ve Rusya’da yaşayan Ermeni aydınlarının siyasi partiler ve topluluklar kurmasına yol açtı. Bu parti ve topluluklar, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenilerin her bakımdan daha iyi şartlara sahip olması amacıyla kuruldu. 19. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde Ermeni aydınlarının bu hareketi üç parti etrafında yoğunlaştı: Etkisi Van çevresi ile sınırlı kalan Armenakan, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun). İdeoloji farklılıkları bir kenara bırakıldığında tüm partilerin ortak hedefi meşru müdafaa yoluyla Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilere daha iyi şartlar sağlamaktı. Ayrıca partiler Avrupalıların reformlar konusunda Osmanlı yönetimine daha fazla baskı yapmasını destekliyordu.
Dünya savaşına doğru
19. yüzyılın ortalarında üç büyük Avrupalı güç olan Büyük Britanya, Fransa ve Rusya, Osmanlı’daki Hristiyan azınlıkların durumunu sık sık gündeme getirir oldu ve azınlıklara Müslümanlarla eşit haklar verilmesi için yönetime baskı yapmaya başladı. 1839’da anayasanın ilan edildiği 1876’ya kadar göreve gelen Tanzimat dönemi Osmanlı hükûmetleri, azınlık haklarını iyileştirmeyi amaçlayan bir dizi reform yaptı. Ancak reformların çoğu hiçbir zaman uygulamaya geçemedi. 1870’lerin sonunda Rumlar ve Balkanlardaki çeşitli Hristiyan milletleri Osmanlı yönetimini istemiyorlardı ve zayıf durumdaki Osmanlı’dan ayrılmak için büyük güçlerden yardım alıyorlardı. Diğer Hristiyan toplulukların ayrılıkçı hareketlerini sürdürdüğü yıllarda Ermenilerin büyük çoğunluğunda böyle bir girişim gözlemlenmemiştir ve bu yüzden millet-i sadıka yani “sadık millet” şeklinde anılıyorlardı.1860’ların ortalarında ve 1870’lerin başlarında Ermeni toplumundaki bu pasiflik yerini milliyetçi düşünce akımlarına bıraktı. Avrupa üniversitelerinde ya da imparatorluktaki Amerikan misyoner okullarında eğitim gören aydınların öncülüğünde Ermeniler, ikinci sınıf vatandaş statülerini sorgulamaya ve Osmanlı yönetiminden daha iyi bir muamele görmek için çeşitli yöntemlerle baskı uygulamaya başladı.
İttihat ve Terakki iş başında
Osmanlı İmparatorluğu, İttihat ve Terakki yönetiminde 2 Kasım 1914’te İtilaf Devletleri’ne karşı İttifak Devletleri’nin yanında I. Dünya Savaşı’na dahil olarak savaşın Ortadoğu cephesini ve Kafkas ni de açmış oldu. Son yıllarda girdiği her savaşta yenilen ve sürekli toprak kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’nun bir savaşa girme ve sürdürme hali yoktu. Ancak İttihat ve Terakki yöneticileri savaş ortamında Ermeni meselesini ‘hal etmek’ için savaşa girdiler. Almanların sağladığı imkanları (verilen silahları ve asker sevkiyatı için yapımı hızlandırılan demiryolu ağı, iyileştirilen haberleşme imkanları) Ermenileri yok etmek için kullandılar. 24 Aralık 1914’te Harbiye Nazırı Enver Paşa, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda imparatorluğun kaybettiği bölgelere yeniden sahip olmak için Rusya’nın Kafkas Ordusu’nu Sarıkamış’ta kuşatıp yok etmeyi amaçlayan planını uygulamaya koydu. Ancak Osmanlı kuvvetleri kış koşulları ve muharebelerde bozguna uğratılarak neredeyse tamamen yok edildi. Osmanlı askerleri iaşe ve donanım bakımında neredeyse yarı çıplak bir durumda cepheye sürüldüler. Askerlerin ayağında potin bile yoktu. Çatışmalarda ölmeyenler kış koşulları nedeni ile donarak can verdi. Bu koşullarda bozgun kaçınılmazdı. İstanbul’a döndüğünde Enver Paşa, muharebenin bölgedeki Ermenilerin Rusların yanında yer alması yüzünden kaybedildiğini ilan ederek Ermenileri suçladı. Halkı Ermenilere karşı kışkırttı. Sarıkamış yenilgisi 24 Nisan’daki toplu tutuklama ve sürgünden sonra Ermeni soykırımının en önemli ikinci aşamasıdır. Artık Ermenileri savaşın geri cephesini sağlama almak gerekçesi ile sürgüne göndermek veya toplu katliamdan geçirmek daha kolaydı.
Sürgünle gelen katliam
İstanbul sürgününden sonra 29 Mayıs 1915’te Tehcir Kanunu’nun meclisten geçmesinin ardından Anadolu’nun çeşitli şehirlerindeki sivil Ermeni halk göçe zorlandı. Bu hareketin hemen her aşamasında Ermeniler toplu katliamlara tabi tutuldu. 25 Şubat 1915’te Osmanlı Genelkurmayı, Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından “güvenlik ve önlemleri artırmak” amacıyla hazırlanarak Osmanlı kuvvetlerinde görev yapan tüm etnik Ermenilerin görevlerinden uzaklaştırılması ve terhis edilmeleri emrini veren 8682 sayılı emri yayımladı. Görevden uzaklaştırılan kişiler silahsız bir şekilde Amele Taburları’na yollandılar. Enver Paşa, bu kararın “Ermenilerin Ruslar ile işbirliği yapacağına dair kaygı” üzerine çıktığını ifade etti. Normalde Osmanlı Ordusu, yalnızca 20 ile 45 yaş arasındaki gayrimüslim erkekleri düzenli orduya alıyordu. Daha genç (15-20) veya daha yaşlı (45-60) gayrimüslim erkekler ise her zaman Amele Taburları’nda ücretsiz emekle yol yapımı vb. işlerde lojistik destek olarak yer almışlardı. Şubattan önce ise bazı Ermeniler hamal olarak kullanılmıştı ancak sonraları idam edilmişlerdi. Ermeni askerlerin görevden uzaklaştırılması ile silahsız lojistik taburları, sonradan gerçekleşecek kırımın önemli bir habercisi olarak nitelendirilir. Bu taburlarda Ermenilerin idam edilmesi, İttihat ve Terakki’nin önceden planlanmış stratejisinin bir parçasıydı. Bu Ermeni acemi birliklerinin ortadan kaldırılması sonradan yerli Türk çeteleri tarafından gerçekleştirildi. Bütün bunlara rağmen yaklaşık olarak 500 bin Ermeni, Suriye çöllerine sağ olarak vardı. Ancak buraya sağ olarak varanların büyük bölümü burda katliama uğratıldı. Sonra Talat Paşa o meşhur telgrafı çekti. ‘Ermeni meselesi hal olunmuştur.’ Türkiye hala resmi olarak soykırımı inkar etmeyi sürdürmektedir. Bu tutum meselenin iki halk için bir travma olarak sürmesine neden olmaktadır.
18 yıl hiç konuşmadı
Gomidas Vartabed, 24 Nisan 1915’te diğer Ermeni entelektüeller ile birlikte, Osmanlı hükûmeti tarafından İstanbul’da tutuklandı ve sürgün edildi. Bazı Osmanlı aydınlarının araya girmesi ile serbest bırakıldı. Sürgün sırasındaki işkence ve kötü muamele nedeni ile travma sonrası stres bozukluğu yaşadı. İstanbul’a döndükten sonra durumu ağırlaşınca Şişli’deki Fransız La Paix Hastanesi’ne, ardından da Paris’te bir sanatoryuma yatırıldı ve hayatının geri kalanını orada tamamladı. Gomidas, tanınmış bir soykırım kurbanı olarak kabul görüyor ve sanat alanında da Ermeni Soykırımı’nın başlıca simgelerinden biri olarak gösteriliyor. Kütahya Ermenilerinden olan Gomidas, Eçmiyazin Manastırı korosunda bulunduktan sonra 1896’da Berlin’e giderek Humboldt Üniversitesi’ne kaydoldu ve müzikoloji öğrenimi gördü. 1899’da müzikoloji alanında doktor payesi alarak döndü. Kırsal kesimde geziler yaparak 3000 kadar Ermeni halk şarkısını derleyerek notaya geçirmiş ve eşsiz bir koleksiyon oluşturmuştur. Türkçe, Kürtçe ve Farsça derlemeler de yapmıştır. Uluslararası Müzik Cemiyeti’ne Avrupa dışından kabul edilen ilk müzik adamı olmuştur. Avrupa’da, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde müzik icra etti, konuşmalar yaptı. 1910 sonrasında İstanbul’da yaşadı. 300 üyeli Gusan Korosu’nu kurdu. Sürgün onun için dönüm noktası oldu. Bir daha hiç iyi olmadı. Onun sanatçı ruhu yaşananları kabul etmedi. Mehmet Emin Yurdakul, Halide Edib Adıvar ve yabancı diplomatların girişimleri üzerine, 8 Ermeni sanatçısı ile birlikte İstanbul’a dönmesine izin verildi. Dönüşünden sonra akıl sağlığını yitiren Gomidas, önce Şişli’deki Fransız Lape Hastanesi’ne, ardından hayatının son 20 yılını geçireceği Paris’teki bir sanatoryuma yatırıldı. Hayatının son 18 yılında hiç piyano çalmadı, beste yapmadı, şarkı söylemedi ve konuşmadı. 20 Ekim 1935 tarihinde Paris’te öldü.