AKP’nin ‘öldürme’ politikası yürüttüğü cezaevlerinde mücadelenin sadece tutuklular ile sınırlı kalmaması gerektiğini belirten Avukat Kazım Bayraktar, ‘Mücadelenin dışarıdan desteklenmesi hatta öznesinin dışarısı olması gerekiyor’ dedi
Zemo Ağgöz / Ankara-MA
Tecrit politikasıyla tutukluların işkence ve ölüme terk edildiği cezaevlerinden her geçen gün yeni cenazeler çıkıyor. 12 Eylül’de cezaevlerinde başlatılan uygulamalar tüm topluma yayıldığı gibi bugün de ölümle sonuçlanan işkence, hak ihlalleri, hukuksuzluklar, hasta mahpusları ölüme terk etme ve tecrit cezaevinden başlayarak bütün toplumu kuşatma altına alma siyaseti yürütülüyor. En son Silivri 5 Nolu Cezaevi’nde işkence sonucu yaşamını yitiren, Ferhan Yılmaz için cezaevi idaresi “kalp krizi” dedi ve hastane kayıtlarına “bulaşıcı hastalık” olarak geçildi. 12 Eylül döneminde Diyarbakır cezaevinde tutulan PKK’nin öncü kadrolarından Mazlum Doğan ve Kemal Pir’lerin avukatlığını da yapan, cezaevlerindeki tanıklıkları üzerinden Çağdaş Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) “Mahpusluktan Kürek Mahkumluğuna” ve Ulucanlar Cezaevi’ni anlatan kitapların yazımında yer alan Kazım Bayraktar, “Cezaevlerinde bugün yapılanların temel politikası yine 12 Eylül’de atıldı” dedi.
12 Eylül benzetmesi
Cezaevlerinde hasta tutuklulara yapılanları, işkence biçimlerine, intihara sürükleme ve benzeri olaylara baktığında 12 Eylül’ü hatırladığının altını çizen Bayraktar, “1990’lı ve 2000’li yıllar özellikle F Tipi Cezaevlerine geçiş sürecini hatırlarım. O dönemlerdeki cezaevi politikalarının arkasındaki gerçek amaçla bugünün amaçlarının biçimsel farklılıklar var ama özü itibariyle aynı olduğunu görürüm. Bugünü anlamak için yine 12 Eylül’e bakmak gerekiyor. Cezaevlerinde bugün yapılanların temel politikası yine 12 Eylül’de atıldı. 12 Eylül öncesinde de var ama 12 Eylül bir dönüm noktası olduğu için bahsediyorum. Yoksa 20’li 30’lu yıllara gittiğimizde kitlesel Kürt katliamlarının yaşandığını ve o dönemin zindanlarını gündeme getirmek mümkün” dedi.
AKP döneminde cezaevleri
2000 yıllarından sonra “işkencede sıfır tolerans” ile AKP dönemine ilişkin ise Bayraktar şunları söyledi: “Evet, AKP’nin iktidarıyla birlikte sanki yeniden demokratik bir ortama geçiliyormuş gibi bir hava yaratıldı. Ama bu süreç aşağı yukarı 10 yıl kadar devam etti. Bugün tam tersi. ‘Bedenini diri tutacaksın cezanın infazını engellemeyeceksin’ politikası yerine şimdi intihara sürükleme aldı. Fiziksel ve ruhsal işkence biçimleri sonucunda ‘kendi kendini öldürür’ politikası uygulanmaya başlandı. Bunu görüyoruz. İkinci önemli nokta ise, hasta tutuklulara gerekli tedaviyi yaptırmayarak, zamana yayarak, hastaneye gidişlerini engelleyerek çeşitli işkence biçimleriyle hastalıklarını fırsata dönüştürüp ölmelerini sağlamak, bugün cezaevlerinde uygulanan diğer bir politika da bu. 12 Eylül döneminde üniformalı asker, sıkıyönetim mahkemeleri vardı, bugün değişen ölüm ve işkenceden ölenlerin sayısı belki ama bugün tecrit, kişilik bozma, kişiliğini yok etme, siyasal muhalif olmaktan çıkarma, örgütsel yapısını dağıtma, itirafçılığa sürükleme, intihara sürükleme gibi birçok şey uygulanıyor.”
İktidar korku yaratıyor
Bayraktar, iktidarın bu politikaları konusunda yapılması gerekenleri ise şu şekilde sıraladı: “12 Eylül döneminde dışarıda yaprak kıpırdamıyordu ama bugün dışarıdan destek var. Toplumsal mücadele var. Bunların çoğu bir yanıyla yetersiz kalsa bile en azından cezaevleriyle dayanışmayı geliştirecek hareketlilikler var bu nedenle bu uygulamalara geri adım attırmak mümkün. Yeter ki mücadele yükseltilebilsin. Ama cezaevlerindeki mücadele sadece cezaevlerindekilere kalırsa başarı kazanma şansı çok zor. Bunun dışarıdan desteklenmesi hatta öznesinin dışarısı olması gerekiyor. Diğer yandan bu cendereden kurtulmanın önemli noktalarından biri de işçi sınıfı ve emekçiler, Kürt halkı ve kadınlar olmak üzere kitle dinamiklerinde kitle örgütçülüğü yapmak gerekiyor. Kent merkezlerine sıkışmış bir politika başarılı olamıyor. Kürt ve Türk işçilerini birlikte örgütlenmeyi başarabildiğimiz takdirde birçok şeyi aşabiliriz. Çünkü bu tablo iktidarda korku yaratıyor.”