Son bir haftadır Cumhuriyet gazetesindeki yönetim değişikliği konuşuluyor. Yeni yönetimin Atatürk’ün gazetesinin geri geldiği yönündeki açıklamasının ardından Perinçek çizgisindeki birçok isim, bu yönetim değişikliğini sevinçle karşıladı ve Cumhuriyet’in liberallerin işgalinden kurtulduğunu beyan etti. Yıllardır ulusal solun ideolojik bagajından beslenerek yazan birkaç sosyalist ise, Cumhuriyet’te yaşananları bir ulusal sol ve liberal sol çatışması olarak değerlendirdi.
Öncelikle, uzun bir dönemdir Türkiye sol siyasetinde yaşananların ulusal sol ve liberal sol ayrımı üzerinden şekillendiği bir sır değil. Kendisini üçüncü yolda gören, sınıf siyaseti çağrısı yapan birtakım isimlerin, çevrelerin de bu iki akıma bir ölçüde yaklaştığı söylenebilir. Ancak Türkiye siyasetinde liberal solun güçlü bir akım olarak var olduğu iki dönemden söz edebiliriz.
Birincisi, 80’lerde başlayan ve sol liberalizmin sivil toplumculuk olarak zuhur ettiği dönemdir. Bu dönem Murat Belge’lerin Yeni Gündem dergisinden, Perinçek’in Saçak dergisine ve nihayet Cumhuriyet’e kadar geniş bir kesim sol liberal tezlerle hareket etmiştir. İkinci dönem ise, hepimizin bildiği gibi, sol liberalizmin AKP’nin iktidara gelmesiyle yükseldiği ve 2010’da Yetmez Ama Evet ile doruğuna vardığı dönemdir. Taraf gazetesinin harekat merkezi olarak çalıştığı bu dönemde, AKP ve Cemaat’in aktif desteğiyle birçok sol liberal isim AKP’nin “demokratikleşme” programının entelektüel sözcülüğünü üstlendi. Resmi tarihe karşı yeni bir resmi tarih yazma yarışı bu dönem yaşandı ve müesses nizama sövmek moda haline geldi.
Ancak sol liberalizmin bu etkisi, Gezi sonrası, AKP ile liberallerin kavgası ile son buldu. İktidar gemisinden atılan isimler, AKP karşıtı bir konuma sürüklendi ve arkasındaki destek yok olunca sol liberalizm operasyonel gücünü büyük ölçüde yitirdi. Bu dönem YAE kampanyasının özeleştirisini verenler de oldu, “yine olsa aynı şeyi yaparım” diyerek, yaptıklarının o dönem için doğru olduğunu söyleyenler de. Ancak önümüzde duran olgu, var olmaya devam etmesine ve bazı küçük çevrelerde hakim olmasına rağmen, sol liberal etkinin zayıfladığıydı.
Böyle bir durum karşısında, Cumhuriyet’i sol liberallerin ele geçirdiğini söylemenin, gazeteyi liberal fikirlerin taşıyıcısı konumuna sürüklediklerini iddia etmenin ve son yaşananları ulusalcı-liberal kavgasına indirgemenin gerçek hayatta bir karşılığı yok. Cumhuriyet ne yönetim yapısı ne de yayın çizgisi itibariyle sol liberal tezlerin taşıyıcısı olmamıştır bu dönemde (bazı isimlerin yazması, gazeteye kimlik kazandırmaz diye düşünüyorum).
Yaşanan bu tasfiyenin başat faktörü, siyasi konumlanmalar değil, Cumhuriyet davası sırasında meslektaşlarını Saray’a ihbar eden, duruşmalarda onların aleyhine tanıklık yapan isimlerin, gayet şaibeli bir yargı süreci yardımıyla, yönetime gelmiş olmasıdır. Yeni yönetimin işten ilk attığı isimlerin, DİSK Basın-İş üyesi sosyalist gazeteciler olması bunu açıkça gösteriyor zaten. Bir hafta içerisinde 30’a yakın ismin istifa etmesi ise ulusalcılığa karşı duruşlarından ziyade gazetecilik onuru ile ilgili bir meseledir.
Ahmet Altan’ın bir yazısının yayımlanması (gazete içinden birçok eleştiriye maruz kalmış olmasına rağmen) haftalarca konuşulurken, Çiğdem Toker’in AKP’nin yolsuzluklarını ifşa eden başarılı gazeteciliğinin kısık sesle konuşulması siyasi tercihlerle ilgili bir meseledir bana kalırsa. Bunun yanında Barış Akademisyenleri’nin ihraç edilmesinin ardından çıkartılan Cumhuriyet Akademi’nin akademisyenlere bir kürsü sağlamasının, Cumhuriyet Pa7ar ekinin Ali İsmail’i, Marx’ı, Deniz Gezmiş’i, Yılmaz Güney’i, Selahattin Demirtaş’ı kapak konusu yapmasının ulusalcı çevreleri rahatsız etmesi de normaldir. Yani liberalliği hedefe oturtanlar, Kürt hareketi ve sosyalistlere olan alerjilerini bunun arkasına saklamaktadır.
Yukarıda söylediğim gibi, sol liberalizmin Cumhuriyet’i ele geçirecek bir gücü kalmamışken, asıl hegemonik taraf olan, AKP ile ulusal çıkarlarda birebir buluşan yerli ve milli cephenin gazeteyi ele geçirmesinden rahatsızlık duymamak, yeni bir Aydınlık ve Sözcü oluşmasını “yesinler birbirlerini” gibi sinik bir tavırla karşılamak akıl kârı değil. Bunun yanında, kendisini Atatürkçü olarak ifade eden gençlerin, Atatürk imgesini ve Cumhuriyetçiliği, Cumhuriyet Mitingleri’ndeki gibi değil Gezi’deki gibi algıladığı bir dönemde olduğumuzu da unutmamak gerekiyor. Alev Coşkun ve Mustafa Balbay zihniyetinin Gezi’ye katılan gençlere söyleyebileceği pek bir söz yok. Perinçek’in, gençler tarafından nasıl algılandığı bu konuda bir referans noktası olabilir.