Ülke hızla Eylül karanlığına yuvarlanıyor. Yeni bir 12 Eylül’ün orta yerindeyiz. 12 Eylül nasıl ki önce cezaevlerini hedef almış, cezaevlerini ortaçağ zindanlarına dönüştürerek toplumu teslim almış, onlara cezaevlerinde uyguladığı vahşet üzerinden gözdağı vermek istemişse şimdi de şimdi de aynı yöntem uygulanıyor. Zindanlardan çoğalttıkları karanlığı tüm toplumun gözüne, ruhuna perde yapacaklar. Kürt tutsakların, solcuların, sosyalistlerin asıl hedef oldukları vahşet uygulamalarından bütün cezaevlerindeki tutuklular nasibini alıyor. Ve ne yazık ki toplumun kahır ekseriyetinin gözü kör, kulağı sağır bütün bu vahşete. Bunun temelinde iki şey yatıyor: Türk hukuk sisteminin suç ceza ilişkisinde tüm toplumsal dinamikleri, suç işlemeye dair itki ve etkileri yok sayan; suçu, suçu oluşturan unsurları değil suçluyu hedefe koyan pederşahi cezalandırma mantalitesi yatıyor. Bu, genel duyarsızlığın kendini çok bariz göstermeyen sebebini oluştururken, en bariz ve göz önünde genel mutabık kalınan nedense Kürt düşmanlığı olarak zuhur etmektedir.
Bu ülkenin içine yuvarlandığı koyu karanlık Kürt düşmanlığının koynunda mayalanmaktadır. Kürdün en sıradan, en doğal haklarının yok sayılmasına canı gönülden destek veren, en ufak hak arayışının en vahşi biçimde bastırılmasına içi acımayan bir devasa toplumsal rıza üretilmiştir. Bu rızanın, bu ülkeyi nasıl bir yıkıma sürüklediği, bugün yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik krizin kaynağının tam da burası olduğunu görmeyen gerçekliğin her geçen gün daha da büyüdüğü ve katılaştığına dair ne yazık ki bu ülkenin sanatçılarının, aydınlarının, entelektüellerinin bir duyarlılık, farkındalık içinde olmadığı da can yakan bir şekilde orta yerde durmaktadır. İktidarın gerçekleştirdiği ekonomik talan ve farklı yaşam biçimlerine dönük saldırırlarını eleştiri konusu yaparken, bu gücü Kürdü boğmak için yürüttüğü savaş politikalarından aldığını görmek istemeyen muhalefet körlüğü ne yazık ki bu ülkenin aydınına da derinden etki etmiş durumdadır. İktidar değişikliğiyle, mevcut sorunların hallolacağını zanneden ülke aydını bunun böyle olmadığını, sokaktan, halktan, haktan desteğini almayan bir sandık demokrasisinin temel hiçbir sorunu çözmeyeceğini daha önce sayısız defa tekrar ettiği gibi bir kere daha acı ve ibretle tecrübe edeceklerdir. Sonrasında da bunun muhasebesinin yapılmayacağı, sorunun asıl kaynağına inmeyecekleri ve bu durumun böyle devam edeceği de son derece açıktır. Bu durumun böyle yaşanmasında, bu karanlığın bu kadar koyulaşmasında bu ülke aydınının, sanatçısının vebali çok büyüktür. Sadece son cezaevlerinde yaşanan kan dondurucu vahşet karşısında kıyameti koparması gereken aydın sanatçı vicdanının bu kadar suskun kalmasının yarattığı çürüme, büyük bir toplumsal çürümenin ne kadar derinleşeceğinin ana göstergesidir. Onları bu tavrı koymaktan alıkoyan korkuları, kaygıları, hesapları Kürtlerin vicdanında asla bağışlanmayacak bir suç olarak kalacağı gibi onlar için de huzurlu ve kaygılardan azade bir yaşamın kapılarını aralamayacaktır.
Kürt sanatçı ve aydınlarının cezaevlerindeki bu vahşeti durdurmak için vakit geçirmeden bir komite kurmaları, mutlaka çok güçlü ve cesur bir tavır geliştirmeleri gerekiyor. Bu güçlü tavır bu vahşeti geriletebileceği gibi belki hala vicdanı büsbütün kararmamış Türkiyeli aydınların da bir tavır geliştirmelerinin önünü açacaktır. Sessiz ve tavırsız kalınarak kaybedilen her saniye zindanlarda yeni bir vahşetin gelişmesini, yeni ölümlerin doğmasını cesaretlendirecektir.