Defalarca yazmıştık, bir kez daha tekrarlamakta fayda var: Alman tekelci burjuvazisi dünyanın en rafine, en kindar ve en saldırgan tekelci burjuvazisidir. Ve hâlihazırda Alman tekelci burjuvazisi içerisinde etkin olan kesimler, sınıf çıkarlarını ABD emperyalizminin yanında ve Rusya ile Çin’e karşı cephe alarak korumak isteyen en gerici sermaye fraksiyonlarıdır. Siyasi temsilcileri olan Transatlantikçi savaş yaygaracıları ise Scholz hükümetinde baskın konumdadırlar. Tek sesli hâle getirerek NATO medyasına dönüştürdükleri burjuva basınının yardımı ve toplum merkezine yerleşik antikomünist ve ırkçı yaklaşımların desteğiyle de kamuoyu görüşünü belirleyebilmekte ve toplumsal rıza üretimini kolaylaştırabilmektedirler.
Ancak bunun uzun süre böyle kalacağı hayli şüpheli. Bir kere pandemi sonucu ayyuka çıkan adaletsizlik ve yaygınlaşan yoksulluk – ki Almanya’da 13,4 milyon insan yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır – ve savaşın etkisiyle belirginleşen ekonomik küçülme ile artan enflasyon oranları büyük bir sosyal patlamanın fitilini kısaltmaktadırlar. Henüz propaganda üstünlüğü burjuva basınında olsa bile, onlar dahi Avrupa’daki ortalama enflasyon oranının yüzde 7,5’e çıkmasından ve enerji fiyatlarının katlanarak artmasından duydukları kaygıları sayfalarına taşımak zorunda kalıyorlar.
Diğer taraftan ABD likit gazının yerel distribütörü gibi davranan Transatlantikçiler Rusya’dan petrol ve doğal gaz alımının durdurulmasını savunurlarken, gerçek sayılar başka bir dil konuşmakta, reel sektör temsilcileri giderek daha sesli biçimde endişelerini dile getirmektedirler. En son BASF tekelinin yönetim kurulu başkanı “ambargo ile kendi kendimizi vururuz” demişti.
Sayılara baktığımızda: Almanya’nın doğal gaz ihtiyacının yüzde 55’ini Rusya’dan aldığını (yüzde 29 Norveç’ten) ve toplam doğal gazın yaklaşık yarısının sanayi ve ticarette, yüzde 31’inin ise hanelerde kullanıldığını görebiliriz. Aynı şekilde Almanya’nın henüz ABD likit gazını doğal gaza dönüştürebilecek tek bir terminalinin olmadığını da. Alman İktisadi Araştırmalar Enstitüsü DIW’nin yaptığı güncel bir araştırma Rusya’dan doğal gaz, taşkömürü ve petrol alımının durdurulmasının Alman ekonomisini yüzde 3 daha küçülteceğini, enflasyon oranının iki haneli seviyelere çıkacağını, belirli branşlarda üretimi durduracağını ve işsizlik oranlarını rekor düzeye çıkartacağını ortaya çıkartıyor. Hükümete yakın ekonomistler dahi Rusya’ya yönelik enerji ambargosunun Rusya’dan ziyade Alman ekonomisini vuracağını belirtiyorlar.
Pandemi sürecinde zaten derinleşen sosyal sorunlar, savaşın tüketici fiyatlarında masif artışlara neden olması sonucu şimdiden yeni ivmeler kazanıyor. İşçi ücretlerinde, emekli maaşlarında ve sosyal yardımlarda enflasyon oranına yaklaşamayan artışlar reel satın alma gücünün azalmasını karşılayamıyor ve olası bir ambargonun yaratacağı yeni bir ekonomik kriz bu durumu daha da kötüleştirecek. Kaldı ki olası bir enerji ambargosu sermaye fraksiyonları arasındaki çelişkileri de derinleştirecek. Scholz hükümetine danışmanlık yapan İktisat Bilgeleri Komisyonu’nun hesabına göre ambargo Alman ekonomisini ilk yılda 220 milyar euro zarara uğratacak. Bu zararı kimin karşılamak zorunda kalacağı ise şimdiden belli: doğal gaza bağımlı sanayi ve geniş halk kesimleri. Buna karşın Transatlantikçi DAX tekelleri hissedarlarına bu yıl 37 milyar euro kâr payı dağıtacak.
Ukrayna’da savaşın sürmesi ve Rusya ile gerilimlerin artması başta geniş halk kesimleri, ama aynı şekilde doğal gaza ve diğer enerji taşıyıcılarına bağımlı sermaye fraksiyonları üzerinde olumsuz etkide bulunurken, Transatlantikçi fraksiyonlar kârlarına kâr katıyorlar. Dolayısıyla savaşın bitmemesi için uğraşıyor, kâr için cesetleri çiğneyerek ilerlemekten çekinmiyorlar. Böyle de davranmaya devam edecekler şüphesiz – ta ki yeni bir kriz duvarına toslayana dek. İşin kötüsü savaştan olumsuz etkilenenlerin sesi pek çıkmıyor. Demek ki muhafazakârların beceremeyeceği işin SPD ve Yeşillere verilmesi boşuna değildi.