Murat Türk*
Sırtımızı dayadığınız duvarın arkasındaki biriyle hiç sohbet ettiniz mi? Havaya bakarak, konuştuğunuz kişinin yüzünü hiç görmeden. Boyunu posunu, giydiği elbiseleri, saçının, gözünün rengini hiç bilmeden. Sadece sesini duyduğunuz biriyle hiç sohbet ettiniz mi?
Birbirinize hiç bakamadan, acı veya sevinç vesile olduğunda paylaşmak için sarılamadan, tokalaşamadan, birbirinizin omzuna dokunamadan…
Mecburiyetten oluşan bu durumda kelimeler ne kadar da anlamlanır…
Siz duvarın üstünden havaya bakarken kelimeler kanatlanır.
Kelimeler ağzınızdan hayali kuşlar gibi çıkar, havalanır. Kelimeleriniz uçarak gider, sizi dinleyenin kulağından zihnine girer, kalbine iner.
Kelimeler maviye karışır, bazen bulutlara, yağmura; belki de güneşe, ayaza, aya…
Kelimeler ruh olur önce, ruhun çıkardığı sesler taşır.
Kelimeler anlam olur, fırça darbeleriyle konuşanın yüzünü çizer göklere.
Duvarın arkasındaki biriyle konuşurken hep havaya bakarsınız, o da bakıyordur muhakkak.
Konuşurken baktığınız yer anlamların ufkudur, anlamların doğuşuna bakarken kelimelerinizle anlamlar doğurursunuz.
Her anlamın doğuşu sizi hayata daha sıkı bağlar.
Anlamlar sizi kökleştirir.
Konuştuğunuz kişiyi size, sizi de ona anlatacak tek şeydir sesiniz.
Ses tonunuz muazzam çeşitlenir, ayrıntılanır, bin bir renge bürünür.
Duyduğunuz anlamı karşıdakine doğru aktarmak için bunu kendiliğinden yaparsınız, ses tonunuz esnekleşir.
Duvarların arasında ses çok şeydir, bazen korkutur, bazen cesaret verir.
Bir duvarın arkasındaki ses hayattır.
Ses insandır, ses ruhtur.
Ses ruhu taşıyan anlamdır aynı zamanda.
Ses tonlarını incelikle kaydedersiniz. O tonlamalara yüklenen anlamları zihniniz bir bir analiz eder.
Ve sohbet ederken karşıdaki insanın ses tonuna göre siz de davranışınızı, tavrınızı, cevabınızı, ses tonunuzu ayarlarsınız.
Kendinizi bir tarafa bırakıp duyduğunuz o sesin hiç kesilmemesi, bir ırmak gibi hep akması, size doğru çağlaması için ses tonunuzla ona kaynak olursunuz.
Kendi kelimelerinizi görürsünüz, kelimelerin sıcağında yanarsınız.
Kelimeler yüzünüz olur, insan olur.
Kelimeler edebiyat olur, hayat olur, ab-ı hayat olur.
Derken… Bir gün ses tonlarıyla yapılan bu diyaloglar sonlanır.
Biri gider; ya tahliye olmuş ya da başka bir yere gitmiştir.
Giden biriyle tekrar karşılaşma ihtimali milyonda birdir.
O gider gitmez seslerin akışı birdenbire durmuştur.
Son kez konuşulmuş, veda da edilmiştir belki.
Akılda sadece ses tonu, bir de isim kalmıştır.
Ne ses ne isim ne de o sohbetlerin tadı unutulur.
Çöl sıcaklarında soğuk su içilmiş, buz içindeki fırtınada ateşler yakılmıştır.
Olur da bir gün bir mucize olur, tesadüf gelir de dışarıda bir yerde, bir mekânda karşılaşırsınız.
O sesin sahibiyle yan yana bir koltukta, bir bankta, bir masada oturuyor olsanız bile birbirinizi tanıyamazsınız.
Çünkü sesler, çoğu zaman konuşanın yüzünü olduğu gibi çizemez.
Ama müthiş ruhları vardır seslerin.
Ses, olağanüstü bir ruhtur.
Ruhun varlığı sesle işitildiğinde görkemli bir etki yapar.
—————————–
* Şakran 1 nolu T Tipi Cezaevi