Yargının hükümet talimatıyla nasıl hareket ettiğini gösteren skandal bir olay daha yaşandı. İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın dosyası Suudi Arabistan’a iade edildi. Türkiye İşçi Partisi milletvekili ve gazeteci Ahmet Şık, ‘davanın 50 milyon dolara satıldığını’ iddia etti.
Erdoğan “Kaşıkçı konsoloslukta alçakça şehit edildi. Bu millet enayi değil, hesabı sormasını bilir” demişti
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan sıcak para bulmak ve dış politikada yalnızlaşmaya son vermek için BAE ve İsrail hakkında söylediği ağır sözleri kenara bırakıp ilişkileri yeniden başlatırken, Suudi Arabistan’a da yeni bir kapı açıldı. ABD ve Almanya’nın talebi ile yargıdan isteyerek dosya kapattıran AKP-MHP yönetimi, sıcak para ve yatırımlar istediği Suudi Arabistan’ın talebiyle Gazeteci Cemal Kaşıkçı dosyasını da kapattı.
Suudi Arabistan Krallığı İstanbul Başkonsolosluğu’na Suudi Arabistan görevlileri tarafından öldürülen Gazeteci Cemal Kaşıkçı ile ilgili dava 7 Nisan 2022 günü görüldü.
Suudi Arabistan Krallığı İstanbul Başkonsolosluğu’na 2 Ekim 2018’de girdikten sonra uzun süre inkar edilse de öldürüldüğü ortaya çıkan gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın katledilmesine ilişkin 26 sanıklı dava öncesi Adalet Bakanlığı dosyanın Suudi Arabistan’a devri için görüş iletmişti.
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 7 Nisan 2022 Perşembe günü görülen duruşmaya, haklarında yakalama kararı bulunan firari 26 sanık katılmazken Kaşıkçı’nın nişanlısı müşteki Hatice Cengiz ile avukatı duruşmada hazır bulundu. Kararını açıklayan mahkeme heyeti, dosya hakkında durma kararı vererek yargılamanın Suudi Arabistan adli makamlarına devrini kararlaştırdı.
Hatice Cengiz: Kabul edilebilir bir karar değil
Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda katledilen Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz karara itiraz edeceklerini belirterek, “Uluslararası kamuoyundan tutun, uluslararası sisteme, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, bütün bu kurumlar bu meseleyle ilgili çalıştırılmadı. Herhangi bir bağımsız yargı ve soruşturma için adım atılmadı. Türkiye kendi özel varlığıyla ya da güçleriyle belli bir noktaya geldi ama dosyanın geldiği noktada verdiği karar kabul edilebilir bir karar değil” dedi.
Hatice Cengiz’in avukatı Gökmen Başpınar da dosya devri istemlerinin Uluslararası Adli İş Birliği Kanunu’nun bütün maddelerine aykırı olduğunu söyledi. Suudi Arabistan’da şu an herhangi bir yargılama olmadığını belirten Başpınar, şunları kaydetti: “Suudi Arabistan yargılamayı tamamlamış, çokça da beraat kararı vermiştir. Beraat kararı verilen sanıklar hakkında Türk mahkemelerinin yargılamaya devam etmesi konusu açıktır. Dosyanın gönderilmesi halinde kanuna aykırı işlem yapılmış olacaktır. İdare mahkemesine dava açtık, yürütme durdurma talebinde bulunduk. Adalet Bakanlığının yazı içeriğinde iki ülke arasında anlaşma olmadığı belirtilmiştir. Bakanlığın yazısı Türkiye’nin egemenlik haklarının devri anlamına gelecek şekilde, Türk halkına yapılmış büyük bir sorumsuzluk örneği teşkil etmektedir.”
Cengiz’in diğer avukatı Ali Ceylan da “eski Başsavcı İrfan Fidan’ın da eski Adalet Bakanı’nın da Sayın Cumhurbaşkanı’nın da açıklamaları vardır. Kuzuyu kurda emanet etmeyelim. Türk milletinin onur ve şerefini koruyalım” diye konuştu.
Gökmen Başpınar, dosyanın devredilmesi işlemiyle ilgili Ankara 14. İdare Mahkemesi’ne yürütmenin durdurulması talepli dava açtıklarını belirterek, “Türk milletine ait olan yargılama ve egemenlik hakkı, ne yazık ki hiçbir adil yargılama ilkesinin olmadığı Suudi makamlarına devredilmiştir. Bu karara tarafımızdan itiraz edilecektir” ifadelerini kullandı.
‘Davası yok ilkesi yok sadece çıkarları var’
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili ve gazeteci Ahmet Şık, hakkında gizlilik kararı bulunan soruşturma dosyasının 50 milyon dolara Suudi Arabistan’a satıldığını öne sürdü.
Gazeteci Timur Soykan’ın davaya ilişkin paylaşımları alıntılayan Şık, “Siyasal İslam budur. Davası yok ilkesi yok sadece çıkarları var. Cinayetle ilgili gizlilik kararı olan soruşturma dosyasını Suudilere 50 milyon dolar karşılığı kimlerin sattığı da ortaya çıkar bir gün” dedi.
https://twitter.com/sahmetsahmet/status/1511765269575782408?s=20&t=sVgx_x9s0j1V80YiCpPSLg
Ekonomiye yansıma
Kaşıkçı cinayeti sonrası karşılıklı restleşme yaşanmış, Türkiye ile Suudi Arabistan arasında tırmanan gerilim siyasi-ekonomik ilişkileri alt düzeye indirmişti. Suudi Arabistan gayri-resmi ambargo uygulayınca ticari ilişkiler yüzde 90 kadar azaldı.
Suudi Arabistan İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye, Ocak 2021’de Suudi Arabistan’a 14,1 milyon riyal tutarında (30,1 milyon TL) ihracat yaptı. Bu rakam 2020’nin aynı ayında 622 milyon riyal (1,3 milyar TL) olmuştu.
Ocak 2022’de İstanbul Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkan adayı Kazım Taycı, Suudi Arabistan’ın Türkiye için ciddi bir pazar olduğunu belirterek “2020 yılında başlatılan ambargo ile Arabistan kapısı tamamen kapanmıştı. 2018 yılında 2,7, 2019 yılında 2,5, 2020 yılında 2,3 milyar dolar ihracatımız bulunuyordu. 2020 yılında ise bu rakam 189 milyon dolara geriledi. Yüzde 90’ın üzerinde bir azalış gösterdi. Arabistan hükûmeti tüm alışveriş merkezlerinde ‘Made in Turkey’ imzalı ürünleri görmek istemiyordu” demişti.
Dış politikada sıkışıklık ve para ihtiyacı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dış politikada yeniden ABD, İsrail ve Körfez ülkelerine yanaşmak, ekonomik ve dış politika sıkışıklığını aşmak, alternatif petrol ve doğal gaz anlaşmaları yapmak istiyordu. Birçok temel ürün fiyatlarında hızlı yükseliş, kuyrukların uzaması, uluslararası toplantılarda yalnızlaşma sonrası Erdoğan BAE ve İsrail açılımı yapıp ekonomik anlaşmalara imza atıyor, İsrail ile Doğu Akdeniz doğalgazı için pazarlık zemini yokluyordu. Enflasyon artarken, doğal gaz ve petrol faturaları halka yansıtılırken tepkilerle karşılaşan, anketlere göre halk desteği azalan AKP-MHP yönetimi Suudi Arabistan’dan da sıcak para beklentisi içindeydi. Bu nedenle 2022’de sık sık Suudi Arabistan’a sıcak mesajlar gönderildi.
WSJ: Muhammed bin Selman söz istedi
Wall Street Journal gazetesi, Ocak 2022’de bir haberinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suudi Veliaht Prensi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’la görüşmek istediğini yazmıştı. Gazete Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın “Kaşıkçı cinayetine bir daha değinmeyeceğine dair söz istediğini” öne sürmüştü.
Erdoğan ‘İnsanları enayi, ahmak zannediyorlar’ demişti?
Erdoğan bir konuşmasında “Kaşıkçı konsoloslukta alçakça şehit edildi. Kaşıkçı cinayetinde Suudi Arabistan bizden belgeleri almak istedi. Belgeleri dinletiriz ama vermeyiz, bir de bunları yok mu edeceksiniz? Ses kaydında üst düzey asker açıkça ‘Ben kesmeyi iyi bilirim’ diyor. Bunlar dünyayı enayi zannediyor, insanları enayi zannediyor. Bu millet enayi değil, hesabı sormasını bilir” demişti.
Erdoğan Aralık 2018’de Kaşıkçı olayı konusunda “Suudi üst yönetimine; Kaşıkçı’nın cesedi nerededir? Bunu bir defa sizin 20 kişilik ekibiniz biliyor. Burada hiç sağa sola kıvırmayın. Yerel işbirlikçi ile çalıştık diyorsanız, açıklayacaksınız. Bunu da biliyorsunuz. Bilmiyoruz demeleri inandırıcı değil. Hatırlayın, Kaşıkçı muameleleri bittikten sonra konsolosluktan ayrıldı demişlerdi ilk açıklamalarında. Bu adam sıradan bir adam değil ki, dışarıda nişanlısı bekliyor ve nişanlısını almadan ayrılıp gidiyor. Böyle bir şey olabilir mi? Kime ne anlatıyorsunuz? İnsanları enayi, ahmak zannediyorlar. Kamuoyunu kandıracaklarını zannettiler. Ne oldu? Aradan bir iki gün geçti farklı açıklamalar yapmaya başladılar” demişti.
Erdoğan 2018’de bir açıklamasında “Kaşıkçı cinayetinde Suudi Arabistan bizden belgeleri almak istedi. Belgeleri dinletiriz ama vermeyiz, bir de bunları yok mu edeceksiniz” ifadelerini kullanmıştı.
‘Veliaht Prensin en yakınında olanlar aktif rol üstlenicisi’
Erdoğan yine 14 Aralık 2018’de Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatına Üye/Gözlemci Devletlerin Anayasa ve Yüksek Mahkemeleri Birinci Yargı Konferansında konuşurken “Suudi Arabistan Başkonsolosuğunda öldürülmesi bir kenara atılacak konu değildir aslında konu her yönüyle açık. Ses kayıtlarından şunu da öğrenmiş olduk. Gelenlerin içinde Veliaht Prensin en yakınında olanlar aktif rol üstlenicisi” demişti.
Erdoğan, Eylül 2019’da ABD’nin Washington Post gazetesinde şunları yazmıştı: “Washington Post gazetesinde köşe yazarlığı yapan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi, 11 Eylül terör saldırılarını saymazsak, 21. yüzyılın en büyük ve tartışmalı olayı sayılabilir. 15 üyeli suikast timi Kaşıkçı’yı İstanbul’daki Suudi Arabistan Konsolosluğu’nun içinde öldürüp bedenini parçalara ayırdı. Bunu Suudi devleti ya da halkının değil, kraliyet hükümeti içindeki bir gölge devletin çıkarları için yaptılar. Kaşıkçı’nın öldürülmesi bir trajedi olmanın yanısıra diplomatik dokunulmazlığın da pervasızca suistimaliydi. Katillerin diplomatik pasaportlarla seyahat etmesi, bir diplomatik temsilciliği suç yerine dönüştürmeleri ve görünüşe göre Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki en üst düzeydeki diplomatından da olayın üzerini örtmek için yardım almaları çok tehlikeli bir emsal oluşturuyor. Belki de daha tehlikeli olan ise katillerden bazılarının ülkelerinde cezasız kalmış gibi görünmesi. Suudi Arabistan’daki mahkeme süreci hakkında birçok soru işareti bulunduğu bir sır değil. Mahkemeyi çevreleyen neredeyse tam bir şeffaflık yokluğu, duruşmaların kapalı yapılması ve Kaşıkçı’nın katillerinin fiilen serbest oldukları iddiaları uluslararası toplumun beklentilerini karşılamıyor ve Suudi Arabistan’ın itibarını zedeliyor. Bizim, insanlığın çıkarları böylesi bir suçun bir daha hiçbir yerde işlenmemesini sağlamaktan geçer. Cezasızlıkla mücadele bu neticeye varmanın en kolay yoludur. Ve Cemal’in ailesine bunu borçluyuz.”
Fahrettin Altun ne demişti?
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun “Hepimiz Cemal Kaşıkçı’nın katillerini tanıyoruz ve onlardan hesap sormalıyız. Suudi katilleri Türkiye’ye gönderin. Uluslararası gözlemcilerin huzurunda, kamuya açık bir mahkemede hesap vermelerini sağlayın” açıklaması yapmıştı.
İletişim Başkanı @fahrettinaltun: "Hepimiz Cemal Kaşıkçı'nın katillerini tanıyoruz ve onlardan hesap sormalıyız. Suudi katilleri Türkiye'ye gönderin. Uluslararası gözlemcilerin huzurunda, kamuya açık bir mahkemede hesap vermelerini sağlayın."https://t.co/Nx7MGwheM7
— T.C. İletişim Başkanlığı (@iletisim) October 2, 2020
Trump ile Merkel isteyince
AKP-MHP yönetimi döneminde “Yargı bağımsızlığı”, “yargının siaysetin gölgesinden kurulması”, “Hakim ve savcıların partizanca hareket etmemesi” sık konuşulan başlıklardan oldu. Yargıya güvenin hızla aşındığı sıkça dile getirilirken hükümet sık sık “yargı bağımzılığı” vurgusu yaptı.
Bir önceki ABD Başkanı Donald Trump da yargı sisteminin nasıl politikleştirildiğinin örneğini vermişti.
Bir önceki ABD Başkanı Donald Trump, Türkiye’nin “terör ve casusluk” suçlamasıyla 1,5 yıl hapiste tuttuğu Amerikalı Andrew Rahip Brunson’ın nasıl serbest bırakıldığı konusunda “Bırakın dedim bıraktılar” demişti.
Erdoğan bir açıklamasında “Burada şu anda yargılanmakta olan ve terör örgütüyle ilişkileri olan birisini bizden istiyorsunuz, olmaz böyle şey” demişti.
Erdoğan 28 Eylül 2017’de yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti: “Pensilvanya’daki nasipsiz adamın arkasından giden profesörler de var. Sen nasıl profesörsün? Sen profesör olsan ne yazar? ‘Papazı verin’ diyorlar. Bir papaz da sizde var, bize verin, yargılayalım, biz de onu size verelim. ‘Onu karıştırma’ diyorlar.”
24 Haziran seçimleri öncesinde de “Yatıp kalkıp Brunson diyip duruyorlar, bizden onu vermemizi istediler, dedim ki kusura bakmayın yargı kararını verir. Biz o karara uyarız. FETÖ serbest neden vermiyorsunuz?” demişti.
Erdoğan bir açıklamasında da “ABD’nin rahip Brunson’ın serbest bırakılması konusunda Türkiye’ye saat ve tarih vererek tehdit ettiğini” belirtip 11 Ağustos 2018’de yaptığı konuşmada “Tehdit ediyor ya… Yarın saat 18:00’e dek göndereceksiniz. Burası çatladıkapı ülkesi mi ya, burası Türkiye, ne yapıyorsunuz?” demişti.
Erdoğan, 26 Eylül 2018’de Birleşmiş Milletler zirvesine katılmak amacıyla gittiği ABD’de şunları söylemişti: “İsmini andığımız zat, terör örgütleriyle münasebetleri olduğu için tutuklanmıştır. Şu an bu tutukluluk içerisindedir. Sağlık nedeniyle yargı kendisinin eve çıkmasına izin vermiştir. 12 Ekim’de mahkemesi var. Mahkemede yargı ne karar verir bunu bilemem. Buna siyasiler de karar veremez.”
Bir süre sonra hükümet yargıdan Brunson’un bırakılmasını ve ABD’ye gitmesini sağladı.
Para ve destek için Almanya Başbakanı Angela Merkel de Silivri’de tutuklu bulunan Almanya-Türkiye vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’in tahliye edilmesini istedi. Bir süre karşı çıkıp pazarlık yapan hükümet Deniz Yücel’in bırakılmasını sağladı. bu olay da yargının nasıl hükümet talimatıyla hareket ettiği örnekleri arasına girdi.
İSTANBUL