Ezgi Koman
FİSA Çocuk Hakları Merkezi tarafından hazırlanan Çocuğa Yönelik Ayrımcılık Raporu’nda Türkiye’de çocukların yaşadıkları, maruz bırakıldıkları ayrımcılık çeşitli başlıklarla görünür kılınmaya çalışılıyor. “Çalışılıyor” çünkü ayrımcılık izlenmesi, görünür kılınması oldukça zor bir alan. Etkileri ise çok derin… Bu rapor da çocuklarla çalışan meslek elemanları, gazeteciler, hukukçular, ebeveynler ve sivil toplum temsilcileri ile derinlemesine yapılan görüşmelerden oluşuyor. Görüşmelerde; tanık olunan, gözlemlenen ya da zaman zaman bizzat faili olunan ayrımcılık pratikleri konuşuluyor.
Raporda, çocukların Türkiye’de maruz kaldığı pek çok alan olduğu vurgulanıyor. Bu alanlar arasında etnik köken ve dinsel temelli ayrımcılık da bulunuyor. Raporda, meslek uzmanı bir görüşmeci etnik kökene dayalı ayrımcılıkta her dönem bir grubun öteki olarak görülebildiği, bunun da o gruba mensup çocuklar için ayrımcılık yarattığını vurguluyor.
Sivil toplum alanından bir başka görüşmeci de Kürt çocuklarının yaşadıkları ayrımcılığa ilişkin gözlemlerini şöyle aktarıyor: “Bulunduğum coğrafyadan hareket ederek baktığımda en çok tanıklık ettiğim ayrımcılık meselesi biraz daha sinsi geliyor bana. Yani neyin ayrımcılık olduğunu neyin olmadığını, hangi suçun ayrımcılığı pekiştirdiğini bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor. Fakat biz oturup ‘Ayrımcılık nedir?’, ‘Çocuklar nelere maruz kalıyor?’ sorularını konuşmamış, tartışmamışız. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgede çocukların maruz kaldığı ayrımcılık çok daha derin. Sistem ve iklimin etnik açısından çocukları derinlemesine mağdur ettiğini görebiliyorum. Örneğin Şırnak’ta bir istismar vakası yaşanmıştı. Bir askerin küçük bir çocuğa istismarı anında yakalanmıştı, suç üstü yani… Olay sosyal medya aracılığıyla kamuoyunda genişçe yer etmişti. Bu olaya dair bir kamu görevlisinin bir değerlendirmesi şöyleydi: ‘Burada bunlar yetmiş yaşında bir adamla küçük çocukları evlendirebiliyorlar, aslında bu çok normal bir şey. Dolayısıyla abartmayın, zaten bu çocuğu evlendirebilirler’ demişti… Kamu görevlisinin bile yaklaşımı böyleydi… Bu çok sinsi bir ayrımcılık.”
Çocuk adalet sistemi alanında çalışmalar yürüten bir başka dernek temsilcisi görüşmeci ise çocukların maruz kaldığı ayrımcılığı çocuk hapishanelerinden bir örnekle şöyle vurguluyor: “Örneğin bir çocuğun memleketi, infaz koruma memurunun memleketi ile aynıysa daha farklı davranmasına neden oluyor. Çocuklar arasında da durum aynı. ‘Sen nerelisin?’ ‘Şuralıyım’, ‘Ben de oralıyım, ama o çocuk değil, hatta o Roman, Kürt’ diyerek hemen kendi içlerinde ötekileştirebiliyorlar”
“Sen nerelisin?” sorusu “Söyle Margos Nerelisen?’” kitabını getiriyor aklıma, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz yazar Mıgırdiç Margosyan’ın kitabını. Mıgırdiç Margosyan’ın babasının kendisine sık sık sorduğu bu soru onun kimliği üzerine bir yolculuğa çıkmasına yol açmışken tutuklanmış bir çocukta bu sorunun etkisi elbette çok farklı olabiliyor. Özellikle de çocuk bu soruya verdiği yanıtın maruz kalacağı muameleyi değiştirdiğini fark etmişse…
Semra Somersan yıllar önce Radikal Gazetesi’nde Margosyan’ın çocukluğunu şöyle anlatır: “1938’de Diyarbakır’ın Hançapek Mahallesi’nde, halk arasında bilinen isimle, Gâvur Mahallesi’nde doğmuş. Sonra çocuk yaşında, ortaokuldan sonra, tam, eğitim bitti, rahata kavuştuk, başıboş dolaşıp keyif yapacağız, sonra da evleneceğiz diye düşünürken, kendi ana dili Ermeniceyi öğrensin diye babası tarafından İstanbul’a yollanmış. Yollanmış çünkü Diyarbakır’ın Süleyman Nazif İlkokulundan diploma aldıktan sonra, kemale ermiş ermesine amma, 13 yaşına geldiği halde Ermenice harflerini daha yeni, ilk kez görüyor, hiç, ama hiç okuyamıyormuş.”
Diyarbakır doğumlu Mıgırdiç Margosyan’ın anadili olan Ermenice harfleri ilk kez 13 yaşında görmesinin üzerinden yıllar geçti. Ancak anadil hakkına ilişkin ihlaller geçmedi. Göç Vakfı’nın geçtiğimiz yıl yaptığı bir araştırmaya göre örneğin, “Diyarbakır’daki çocuklar hâlâ Kürtçe kitaplara ve kütüphanelere erişemiyor. Kürtçe edebiyat, müzik, tiyatro gibi alanlarda üretim yapanlar pek çok zorlukla karşılaşıyor. Ve böylece Diyarbakır’da çocuklar, yetişkinlere kıyasla daha az oranda Kürtçe biliyor, konuşuyor.”
Anadil hakkına ilişkin ihlaller Kürtçe ile sınırlı değil. Türkiye’de Ermenice, Çerkesçe, Arapça, Lazca ya da Süryanice kullanımında da benzer ihlaller söz konusu. Mıgırdiç Margosyan’ın ilk kez 13 yaşında harflerini gördüğü Ermenice eğitim veren okullar olsa da Türkiye’deki Ermeni nüfusunun da anadili hakkı ihlal ediliyor. Örneğin hâlâ Ermenice çocuk kitapları çok çok az. Çocuklar için Ermenice yayınlar, sanat eserleri neredeyse hiç yok… Türkiye’de Ermenice çocuk kitapları basan tek yayınevi Hippo. O da 2018 yılında kuruldu. Bugün Kumkapı Patrikhane Kilisesi’nde yapılacak törenin ardından Şişli Ermeni Mezarlığı’nda toprağa verilecek Mıgırdiç Margosyan’ın muzip ve neşeli olsa da anlattığı acı hikâyenin bugünlerdeki çocuklara etkisinden sadece biri bu olsa gerek…
Mıgırdiç Margosyan’a sonsuz saygıyla…