“Su içse yarıyor” denilen mesele herhalde en çok AKP ve Saray Rejimi’ne uygun bir deyim haline geldi. AKP bölgedeki bütün krizleri bir şekilde kendi lehine kullanmaya çalıştı, bu krizlerden siyasi ve iktisadi çıkarlar elde etti. 15 Temmuz darbe girişiminden itibaren, karşılaştığı her güçlüğü kendisi için “Allah’ın bir lütfu”na çevirmek elbette siyasi bir başarı gibi görülebilir ama aslında öyle değil; AKP, bütün ahlaki, siyasi, vicdani, hukuksal teamülleri ve insan hakları anlaşmalarını askıya alıp, sadece kendi iktidarını uzatma motivasyonuyla hareket ettiğinden, bölgenin sorunları ile dünyayı ve AB’yi rehin alarak, işleri bir şekilde kendi lehine çözmeyi zamanla öğrendi. Elbette bu işlerin böyle olmasında, demokrasi havarisi gibi görünen ama AKP/Erdoğan’ı koruyup-kollayan AB ve NATO’nun etkisi büyük.
2021 yılsonunda ortaya çıkan, dolar krizi, elektrik ve doğal gaz zammı, petrol ürünlerine yapılan zamların otomatiğe bağlanmış olması ve en genel anlamıyla hayatı yoksullar için cehenneme döndürdü. Bu gerçeklikten kaynaklı olarak, AKP rejimi oldukça güç kaybetmiş, T. Erdoğan da, baş aşağı çakılan oy oranlarına karşı bir şey yapamayarak, ekranlardan uzak kalmaya başlamıştı. Tam da bu günlerde, Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş patlak verdi ve dumanlı havayı seven Cumhur İttifakı’na ama özellikle Tayyip Erdoğan’a gün doğdu.
Bölgede arabuluculuğa soyunmak, Rusya’ya karşı Ukrayna’nın hamiliğine soyunmak, Rusya’nın yanında da, NATO düşmanlığına soyunmak gibi çoklu rolleri oynamaya başladı. Tüm bu çoklu rolleri oynarken de, dünya kamuoyuna karşı, “arada birileri diyaloğu sürdürmeli” diyerek, ikili tutumunu meşrulaştırmaya çalıştı.
Bir krizin içine düşmüş olan AB ülkeleri, birer birer AKP’nin kapısını çalıp, kirli-kârlı işlere her daim hazır olan Tayyip Erdoğan üzerinden, diplomasi ya da pazarlık yürütmeye rıza gösterdiler. AKP rejimi, özellikle A. Davutoğlu zamanından beri sürdürdüğü komşularla düşmanlık stratejisinden dolayı, küstürdüğü tüm komşuları ile özellikle Yunanistan, Ermenistan, Suriye ile barışma fırsatı yakalamış oldu. Amerika’nın Kurduğu Parti (AKP), son gelişmelerin ardından AB-D ile “bizi deliğe süpürmeyin, sizin çıkarlarınızı en iyi biz savunuruz” argümanı üzerinden temas geliştirdi.
Dış politikada işler düzelir gibi olup, AB temsilcileri Tayyip Erdoğan ile görüşme sırasına girince, iç politikada da işler, AKP lehine dönmeye başladı. Hatta savaş başladıktan sonra AKP’nin oylarının yeniden %30’lara yükseldiği yönünde kamuoyu araştırmaları yayınlandı.
Öte yandan, dış politikada ne olursa olsun, giderek tsunamiye dönüşen zam dalgası, AB ve NATO ikiyüzlülüğünün AKP’ye karşı verdiği primleri, kredileri büyük bir hızla tüketiyor. İkincisi, Ukrayna ve Rusya, Türkiye üzerinden görüşüyor gibi görünseler de, aslında bu görüşmelerin göstermelik olduğu özellikle ikinci görüşmeden sonra ortaya çıktı. Çünkü aslında taraflar pek de anlaşmaya taraftar değiller, özellikle Rusya ve NATO savaşın sürmesi için oldukça istekli, ama kimse göstermelik olarak savaşı isteyen, barışı bozan taraf olmak istemediği için, Antalya’da, İstanbul’da toplantılara katılıyor ama arkadan atış serbest emirleri, yabancı askerlerin cepheye sevk edilmesi, İha-Siha alışverişleri sürgit devam ediyor. Savaşı bitirecek görüşmenin Rusya-Ukrayna arasında yapılan görüşmelerden değil, Rusya-AB-D arasında oluşan dengeler sonucunda çözüleceği aşikâr.
“Koyun can derdinde, kasap et derdinde” misali, Çavuşoğlu’nun, barış görüşmeleri sırasında, Ukrayna’da TOKİ için iş bağlamaya çalışması trajikomik bir durum. Belli ki, AKP yalnızca Türkiye’yi değil, bütün dünyayı şirket mantığıyla yönetmek istiyor ve bunu yaparken, yalnızca Türkiye kamuoyuna değil, bütün dünyaya, her meselede yaptığı gibi, her vesileyi ‘kuşa bak kuşa’ illüzyonuna döndürmeye çalışıyor.
Dolayısıyla, iç ve dış siyasette (belki de ticaret demeli) değişik bir şey yok. AKP siyaseti ticarete, NATO ve AB ise ticareti savaşa tahvil etmeye çalışıyor. Tüm bu hercümerç içinde siyaset diye izlediğimiz ise, rollerini iyi oynayan liderlerin temaşasından başka bir şey değil.
Saray Rejimi siyaseten çökmüş olmasına rağmen final yaklaşırken iktidarda kalabilmek için hala birkaç atımlık cephanesi var. Bunlardan birincisi, Kürt sorununa yönelik “ez-çöz” hamlesi, ikincisi uluslararası sermayenin Ortadoğu bayii olabilmek ve üçüncüsü de basiretsiz düzen muhalefetinin “milli çıkarlar” lafzıyla tekrar Saray’ın çekim alanına girme ihtimali. Bunlara ek olarak işletilecek seçim hileleri vb. yöntemlerle Saray Rejimi’nin yoğun bakımdan çıkma ihtimali var. Ancak, yoksullaşan emekçiler, ezilmeyi reddeden Kürtler, özgürlük isteyen milyonlar, “Kentlerde devleşen öfkeler… Henüz elveda demeyi” düşünmüyorlar.