Arap ülkelerindeki kadınlar ciddi zorluklarla karşı karşıya: Cinsiyet önyargıları, siyasi işlev bozukluğu, yüksek işsizlik, şiddet… Bağımsız sendikalar ve özerk kadın hakları örgütlerinin en güçlüleri Tunus ve Fas’ta bulunuyor
Valentine M. Moghadam
Çatışma, iklim değişikliği, yüksek işsizlik, düşük işgücü katılımı, sınırlı demokratikleşme ve pandemi bağlamında kadınlar ve toplumsal cinsiyet eşitliği önlemleri nasıl geliştirilir? Bunlar; birçok yurttaşın, kadın hakları örgütlerinin, bazı hükümetler ve dış ortakların, geniş çaplı kurumsal değişiklikler ve kadınların katılımı ve hakları için gelişmiş bir çevre ararken Arap bölgesinin karşılaştığı zorluklar.
Anketler, toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik önerilerin tümüne olmasa da bazılarına halkın desteğini gösteriyor. Örneğin, kadınlar için eşit miras hakkı, ilerici Tunus’ta bile masanın dışında kalıyor. En fazla ayrıcalığı erkeklere veren ve kadınları erkek bir akraba veya eşin vesayeti altına sokan aile kanunlarını değiştirmek zor. Çoğu ülkede, toplumsal cinsiyet eşitliği için seküler taleplere İslamcı partilerle bağı olanlar ve hatta birçok sıradan yurttaş karşı çıkıyor. İşte burada kadın sendikacılar, kadınların eşitliği için sınıf ve toplumsal cinsiyet temelli argümanlar aracılığıyla bu tür ayrımlar arasında köprü kurarak bir fark yaratabilirler.
Politik olduğu kadar sosyo-ekonomik sorunlarla da tetiklenen 2011’deki Arap ayaklanmalarının dikkate değer bir şekilde sonuçlanması bekleniyordu ancak yalnızca Tunus’ta yöntemsel bir demokratik geçiş ortaya çıktı. Hükümetler, kadınların protestolara görünür şekilde katılmasına, mecliste kadın temsiliyetinin artması için kotalar kabul edilmesine, kadınları ve kız çocuklarını ev içi şiddetten, tecavüz ve cinsel tacizden koruyan yasaları güçlendirmeye ve bazı durumlarda Birleşmiş Milletler’in (BM) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’ne (CEDAW) dair çekincelerin yok edilmesine yanıt verdi. Fas ve Tunus, en kapsamlı reformları gördü ancak başka yerlerde yasal ve politik değişiklikler otoriter rejime dönüşle (Mısır’da olduğu gibi) veya uluslararası hale gelen iç çatışmaların başlamasıyla karşılandı. 2019’da bölge genelinde yeni bir protesto dalgası ortaya çıktı.
Ekonomik çöküş ve Covid-19’la sonuçlanan halk sağlığı krizi ülkeleri ve yurttaşları ağır etkiledi. 2020’de birçok uluslararası örgüt; iş kayıpları, şirket kapanmaları, sokağa çıkma yasakları ve geniş aileler için kalabalık yaşam alanlarının daha da kötüleştirdiği sorunlar, azalan hizmetler ve karantina koşullarında şiddeti bildirmedeki zorluklar nedeniyle aile içi şiddetin artmasını öngörüyordu. Bu sorunlar diğer yerlerde olduğu gibi Arap bölgesinde de yaşandı. Haziran 2021’de Lübnan’daki bir BM Kadın Dünya Bankası anketi acil hatlar üzerinden yapılan arama sayısının 2020’ye göre yüzde 53 arttığını tespit etti. Ürdün’de ise Mart 2021’deki Arap Barometre anket verilerine göre yanıtlayanların yaklaşık yüzde 50’si toplumsal cinsiyet temelli şiddetin arttığını söyledi.
Sağlık sektörü, kadınları doktor, yönetici, hemşire, yardımcı, sosyal hizmet uzmanı, aşçı ve temizlikçi olarak istihdam ediyor. Erkek mevkidaşları gibi sağlık ve sosyal hizmet sektöründeki kadın işçiler de enfeksiyon riski altında. Yine de Arap hükümetlerinin sağlık hizmetlerine ayırdığı bütçe birkaç yıldır azalıyor, yurttaşlar için yüksek cepten harcamalar, aşırı kalabalık devlet hastaneleri ve sağlık çalışanları üzerinde ek yükler ile sonuçlanıyor. Arap Barometresi’ne göre, Mart 2021’e kadar Tunuslu yurttaşların yaklaşık yüzde 69’u ülkelerinde sağlık sisteminden “tamamen memnuniyetsiz” ve “memnuniyetsiz” olduğunu bildirdi.
Sağlık ve sosyal hizmet sektöründeki işlerine ek olarak, kadınlar ayrıca, yemek pişirme, temizlik ve çocukları ile yaşlı akrabalarının bakımı gibi evde bakım işini de yürütüyor. 1980’lerdeki ekonomik kriz ve yapısal düzenleme politikalarının uygulanmasında olduğu gibi pandemi, çalışan kadınların “üreme emeğini” yoğunlaştırdı ve bazılarını işgücünden tamamen ayrılmaya zorladı.
Arap ülkeleri heterojen bir yapıdadır, gelir ve zenginlik, doğal kaynaklar, siyasi kurumlar, kadınların statüsü ve sivil toplumun güçlülüğü bakımından farklılık gösterirler. Sendikalar ve kadın hakları örgütleri, kapasite açısından benzer şekilde farklılık gösterir ancak Tunus, her ikisinin de önemli olduğu birkaç ülkeden biridir.
Burası, Tunuslu aktivistlerin, mevcut sağlık hizmeti, ekonomik ve politik krizi aşmak için stratejiler yaratabileceği, aynı zamanda kadınların yasal statüsü ve sosyal pozisyonlarındaki devam eden eşitsizlikleri ele alabileceği, sınıf ve toplumsal cinsiyet çıkarlarının kesiştiği noktadadır.
Cinsiyet manzarası
Arap kadınların işgücüne katılım oranları, uluslararası standartlara göre düşük: yüzde 17 ile 26 arasında, ancak bu rakamlar üniversite eğitimli kadınlar için oldukça yüksek. İş arayan kadınlar, iş kanununun yürürlükte olması, sendikalaşmanın güçlü olması ve ücret farklarının daha dar olması nedeniyle kamu sektöründe çalışmayı tercih ediyor. Kamu hizmetindeki varlıkları, zorunlu olarak liderlik pozisyonlarında olmasa da üçte bir veya daha fazlasına ulaştı ve genellikle ulusal hükümetler, parlamentolar ve yerel belediyeler gibi siyasi kurumlarda yeterince temsil edilmiyorlar.
Daha az eğitimli, işçi sınıfından ve düşük gelirli hanelerden gelen kadınların, topluluklarındaki muhafazakar sosyal normlar veya özel sektördeki çekici olmayan çalışma koşulları göz önüne alındığında, iş arama olasılıkları daha düşük. Bu kadınlar, eğer hesaba katılırlarsa, genellikle işgücü istatistiklerinin “ücretsiz aile işçileri” kategorisinde yer alıyor. Tüm bu nedenlerle, MENA (Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesi için kullanılan kısaltma) kadınlarının rapor edilen işgücü payları dünya bölgeleri arasında en düşük seviyede.
Bazı sosyal güvenlik yasaları ayrımcı nitelikte ve erkek işçilere ve memurlara sosyal yardım sağlanırken kadın işçilere ve çalışanlara sosyal bu yardımı sağlanmıyor. Erkek çalışanlar çalışmayan eşleri için tazminat alabilirken, kadın çalışanlar ancak kocalarının vefat etmesi veya çalışmasına izin vermeyen bir hastalığa yakalanmaları durumunda tazminat alabiliyor. Bu tür yasalar, kadınları ailelerinden sorumlu olmaktan ziyade bağımlı kişiler olarak görüyor. Tarımda ve özellikle ev hizmetlerinde çalışan kadın işçiler ise çalışma mevzuatından muaf.
Son on yıllık süreçte uluslararası kuruluşlar, yoksulluktan kurtulmanın ve ekonomik olarak güçlenmenin bir yolu olarak kadın girişimciliğini teşvik etti ancak bu yasaların, kadınların bir sözleşme imzalamasına veya bir erkeğin yaptığı bir iş kurmasına izin verdiği durumlarda bile çok sayıda MENA ülkesinde daha az başarılı oldu. Düşük gelirli kadınların banka kredileri ve borçlanmaya erişemediği görünüyor ve kadınların aile servetine erişimini sınırlayan veya eşit mirastan mahrum bırakan aile yasaları, kadınların bir ticari girişim için kullanabilecekleri sermayeyi de engelliyor. Örneğin Tunus’ta, 2017’de yapılan bir ankete ve son ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) veri tabanına yansıyanlara göre toplam kadın işgücünün yalnızca yüzde 10’u “işveren” ve “kendi hesabına çalışan” olarak sınıflandırılıyor. Bu, banka kredileri ve aile servetine daha iyi erişimle artırılabilecek bir oran.
Yukarıda bahsedilen yasal ve politik kazanımlar, feminist seferberliklerin yıllarca, hatta on yıllarca boyunca gelen sonuçları. Etkileri farklılık gösterse de Arap kadın hakları örgütlerinin uzun bir geçmişi var. Bölgede sendikaların aktif olduğu yerlerde, onların ILO’nun yıllık Uluslararası Çalışma Konferansı’na katılımı ve Uluslararası Kamusal Hizmetler Sendikası (PSI) gibi küresel sendika federasyonlarıyla olan bağlantıları, sendika kurullarında kadın temsili için eşitlik normlarının ve kotaların kabul edilmesini teşvik ediyor. Bu tür normlar, kadın sendikacıların müdahaleleri yoluyla toplumsal bölünmelere yayılabilir. Bir PSI belgesinin bildirdiği gibi “Kadınlar, Arap dünyasındaki kamu hizmetleri sendikalarında aktif liderlerdir.”
PSI ve bölgesel bağlı kuruluşları, kadın sendikacıların yükselen cinsiyet eşitliği için farkındalığı artırmaya, örgütlenmeye ve harekete geçirmeye yardımcı olabilmeleri için, örgütsel kapasitelerini güçlendirmek için çalışıyor. Bu yazının başında dile getirilen zorluklar ürkütücü ama sendikaları, feminist örgütleri ve insan hakları örgütlerini, işsiz gençlik sendikalarını ve diğer taban ağlarını, toplumsal hareketleri içeren son derece sağlam bir örgütsel altyapının da varlığı açısından avantajlı. Bu tür bir örgütsel güç, en çok, kadın hakları için sağlam bir yasal temelin bulunduğu ve kadın hakları hareketinde önemli kadın sendikacıların aktif olduğu Tunus’ta görülüyor.
Tunus: Kurumsal fırsatlar
Tunus birçok açıdan bölgesel bir lider konumundadır. 1956 tarihli aile hukuku, Arap bölgesindeki en liberal kanundu ve 1990’larda yapılan ek değişiklikler, bu kanunu daha da güçlendirdi. 2014 Anayasası kadın ve erkek yurttaşların eşitliğini ilan eder ve devleti siyasi eşitliği garanti altına almak ve kadınları her türlü şiddetten korumakla yükümlü kılar; BM’nin CEDAW sözleşmesine yönelik çekincelerin kaldırılması da buna eşlik etti.
Büyük bir sendika olan UGTT’nin birçok üyesi vardır, federasyonları genelinde çok sayıda aktivist bulunur ve yaygın bir meşruiyete sahiptir. 2013 yılında iki suikastın neden olduğu siyasi bir kriz sırasında, UGTT, Ulusal Diyalog Dörtlüsü olarak adlandırılan şeyi organize etti. Barolar Birliği, İnsan Hakları Birliği ve işverenler derneği UTICA’nın katıldığı UGTT, krizin çözümü için hükümet ve muhalefet arasında arabuluculuk yaptı. 2014 yılı, kamu hizmeti sektöründeki çalışma ilişkileri ve toplu sözleşme haklarına ilişkin kilit ILO sözleşmelerinin onaylanmasına sahne oldu. 2017 yılında ise UGTT ve UTICA, ortaklaşa şekilde endüstriyel ilişkiler ve insanca çalışma koşuları, istihdam politikaları ve mesleki eğitim, sosyal güvenlik, gelir ve ücret politikası, toplu pazarlık ve bölgesel kalkınma politikasını ele alan “insana yakışır bir iş” programı başlattı.
Onlarca yıl süren “devlet feminizmi” ile uyumlu olarak, kadın hakları kazanımları 2011’den sonra etkileyiciydi: yasal düzenlemeler ve cinsel tacize karşı cezai yaptırımlar yoluyla kadınların işyerinde daha iyi korunması; kadınları aile içi şiddetten koruyan mevzuat; tecavüzle ilgili ceza kanunun 227’nci maddesinin yürürlükten kaldırılması; Tunuslu kadınların Müslüman olmayan bir erkekle İslam’ı seçtiklerini kanıtlamadan evlenmesini yasaklayan 1973 tarihli bir direktifin yürürlükten kaldırılması. Bu yasalar, Tunus’un CEDAW’a yönelik çekinceleri kaldırması nedeniyle 2014 Anayasası’nın ruhunu geliştirmek ve ulusal yasaları, küresel kadın hakları gündemi ile uyumlu hale getirmek için çıkarıldı.
2017’de, zamanın Cumhurbaşkanı Essebsi, hakların ve özgürlüklerin daha da genişletilmesini araştırmak için (Fransızca kısaltması COLIBE olarak bilinir) bir komisyon kurdu. Komisyon, raporunu 2018’de yayınladı ve önerileri arasında mirasta cinsiyet eşitliği ve eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması vardı. COLIBE raporu, kamuoyunun muhalefeti, destekleyici başkanın ölümü, parlamentodaki anlaşmazlıklar, ülkenin inatçı ve büyüyen ekonomik sancıları ve yenilenen protestolar nedeniyle ikinci planda kaldı.
Kamu sektörünü genişleten onlarca yıllık devlet öncülüğündeki kalkınma, aynı zamanda gelişmiş sosyo-ekonomik haklar için yüksek beklentiler yaratmıştı. Bu da öğretmenleri, sağlık çalışanlarını ve devlet memurlarını halk protestolarının ön saflarında yer almaya ve nüfusun diğer sektörleriyle birlikte (sanayi işçileri, marjinalize edilmiş yoksullar ve güvencesiz işçiler gibi) hükümet üzerinde baskı uygulamaya motive etti.
Gerçekten de Arap Barometresi anket verileri, diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi Tunus’taki vatandaşların demokrasiyi genellikle ekonomik ve sosyal hakların yanı sıra medeni ve siyasi haklar ile ilişkilendirdiğini gösteriyor. Haziran 2020’de sağlık çalışanları, kesintileri ve azalan maaşları protesto etmek ve daha iyi çalışma koşulları talep etmek için greve gitti. Aralık 2020’nin başlarında bir bölge hastanesinde genç bir doktor arızalı bir asansörde hayatını kaybettiğinde UGTT protestolar düzenledi. Yeni Cumhurbaşkanı Kais Saied, Haziran 2021’de parlamentoyu feshedip geniş yürütme yetkilerini üstlendiğinde, destekleyici olmasa da halkın tepkisi susturuldu. Ancak 2021’in sonlarından bu yana, cumhurbaşkanının yeni bir anayasa çağrısına karşı sokaklar protestolarla doldu.
Tunus’un örgütsel altyapısı, nüfusun demokrasiye bağlılığı, sosyo-ekonomik hak beklentileri ve 2014 Anayasası’nın kadın hakları yanlısı maddeleri, kamu sektörü sendikacılarına (ve özellikle kadın sendikacılara) Tunus’un demokratik ve kadın hakları başarılarını pekiştirmeye yardımcı olmak için fırsatlar sunuyor. Bu, UGTT adına kadınların yönetim kurullarında yer almasını teşvik etmek için ve kadın sendika liderleri adına, sınıf ve cinsiyet temelli argümanları birleştiren kültürel olarak yankılanan mesajlar yoluyla, kadın haklarını genişletmek için ortak bir çaba gerektiriyor.
PSI, özellikle adalet, tarım, finans, belediyeler, su, elektrik, sağlık ve kamu işleri ve konut sektörlerinde olmak üzere Tunus’taki kamu sektörü iştirakleriyle sosyal diyaloğu teşvik etmenin yanı sıra kadınların sendika kurullarında daha fazla temsil edilmesini sağlamak için çalışıyor.
Cinsiyet eşitliği için kadın sendikacılar
Kadın Komiteleri, UGTT’nin sektörlerinde aktif. Kadınların yönetim kurullarındaki varlığını artırmak için 2017’de bir kota kabul edildi, ancak sonuçlar başlangıçta yetersizdi ve dokuz üyeden sadece bir veya iki kadın arasında değişiyordu. Bu bağlamda Tunus, PSI belgelerine göre Cezayir, Mısır, Fas ve Filistin’deki sendikalarla kötü bir şekilde karşılaştırıldı. Yine de kadın sendikacılar, yalnızca sendika sektörlerindeki statülerini değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliği yasalarını ve politikalarını da iyileştirmeye kararlılıklarını sürdürdüler. Azimleri ve kotaları meyvesini verdi. 15 üyeli Yürütme Kurulu’nun Şubat 2022 seçimlerinde üç kadın seçildi: Amira Monem, Hadia Al-Arfawi ve Siham Bou Sitta.
Tunus, ücretli doğum izninin sosyal güvenlik/sosyal sigorta sistemi tarafından karşılandığı, diğerleri Cezayir, İran, Ürdün ve Fas olmak üzere beş MENA ülkesinden biri. Ancak Tunuslu kadınlar yalnızca kamu sektöründe tamamen sigortalı; özel sektörde gelir ikamesi yüzde 66. Kamu sektörü çalışanları, ILO’nun önerdiği 14 haftadan daha az olan yalnızca iki aylık ücretli doğum izninden ve özel sektör çalışanları yalnızca bir aydan yararlanıyor. Feminist sendikacılar, anneliğin korunmasına ilişkin ILO C183’ün onaylanması için bir kampanya yürütüyorlar, ancak bu yazı sırasında hâlâ onaylanmadı.
Araştırmalar, çalışan anneler için kurumsal desteklerin yokluğunun veya varlığının, kadınların işgücüne katılımının temel bir itici gücü olarak tanımlandığını ve bu durumun özellikle işçi sınıfından ve düşük gelirli ailelerden gelen, işgücüne girmek ve orada kalmak için bu tür bir desteğe ihtiyaç duyan kadınlar için geçerli olduğunu gösteriyor. UGTT, sağlık sektörünün önde gelen üyelerinden ve uzun süredir kadın hakları aktivisti olan Samia Bouslama Letaief, 2017 yılında özel sektördeki kadın işçilerin durumunu şöyle açıklıyor:
“Yasaya göre kadın işçiler iyi çalışma koşullarına sahip olmalı, ancak gerçek bunun tersi, özellikle özel sektörde ve tarımda. Gerçekte, sosyal sigorta yok, 10-12 saat çalışma, kötü ulaşım koşulları, ücretli doğum izni yok, iş güvenliği yok, sömürü devam ediyor.”
Ayrıca, hem kamu hem de özel sektörde doğum izninin üç aya çıkarılması ve altı aylık ebeveyn izni getirilmesi yönündeki bir kampanyadan da bahsetti.
Öğretmen ve feminist sendikacı Emna Aoudi, anayasa hükümlerinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi, ancak daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu hissetti:
“Anayasa, özellikle özel sektörü de kapsamalıdır. CEDAW çekinceleri kaldırıldığına göre, bir sonraki adım anneliğin korunmasına ilişkin 183 sayılı ILO Sözleşmesinin kabul edilmesinde ısrar etmektir… Halk için ikna edici bir gerekçe sunmak ve ayrıca hükümeti, daha fazla kadının işgücüne girmesini ve orada kalmasını mümkün kılacak ilerici yasalar çıkarmaya zorlamak için anayasadan gelen stratejik bir kampanyaya ihtiyacımız var.”
Emna Aoudi’nin sözleri 2015 yılına kadar gitse de, ILO C183’ün henüz benimsenmediği ve kadın istihdam oranlarının yükselmediği göz önüne alındığında, yorumları bugün için geçerliliğini koruyor. Bunun gerçekleşmesi için, Aoudi’nin atıfta bulunduğu ilerici mevzuat, işçi sınıfından ve düşük gelirli hanelerden kadınların iyi işlere erişimini artırmaya dayanmalıdır.
Tunus’un kadın politikası ajansı CREDIF ve Ulusal Demokratik Enstitüsü tarafından yürütülen anketler ve Tunuslu kadın hakları savunucularıyla yaptığım görüşmelerin tümü, şu politika gereksinimlerine işaret ediyor: Ülkenin iç kesimlerinde marjinalleştirilmiş kadınlar için iyi işlere odaklanan kalkınma planları ve bütçeler; genel gelir kapsamındaki daha uzun ücretli doğum izinleri; kadın istihdamını artırmaya yönelik olumlu eylem planları; Kadınların kendi işletmelerini kurmalarına izin veren teşvikler. Çalışan kadınların yaşamlarının iyileştirilmesi, daha geniş toplumsal cinsiyet eşitliği önlemlerine verilen desteği artırabilir.
Anneliğin korunmasına ilişkin 183 numaralı ILO sözleşmesinin onaylanması, çalışan anneler için çevrenin iyileştirilmesi ve düşük gelirli kadınlar arasında katılım oranlarının artırılmasına yönelik ilk adım olacaktır. Gerçekten de, bir PSI belgesinde atıfta bulunulan bir anket, Tunusluların kadınların iş gücüne katılımının önündeki kültürel engellerden ziyade yapısal engellerden bahsetme olasılığının daha yüksek olduğunu gösterdi: Ulaşım eksikliği (yüzde 76), çocuk bakımı seçeneklerinin eksikliği (yüzde 71) ve düşük ücretler (yüzde 69); Yüzde 57’si bunun nedeninin, işe alımda erkeklere öncelik verilmesi olduğunu söyledi. Buna karşılık, katılımcıların sadece dörtte biri karma işyerlerinin bir engel olduğunu belirtti. Bu bulgular, Mart 2015 ve Haziran 2017’de Tunus’ta yapılan görüşmelerde benim bulgularımı yansıtıyor.
Bir diğer önemli adım da Şiddet ve Taciz konulu 2019 ILO Sözleşmesi 190’ın onaylanması olacaktır. İşyerinde cinsel taciz korkusu, birçok kadını, özellikle özel sektörde iş aramaktan alıkoyuyor. Khedija Arfaoui ve benim yakın tarihli bir makalede tartıştığımız gibi, kadınlara yönelik şiddetin tüm biçimleriyle sona erdirilmesi, uzun yıllardır feminist aktivizmin odak noktası olmuştur. Tunus kadın politikası ajansı CREDIF, 2016-2020 çalışma planı için bunu beş öncelikli alandan biri yaptı.
UGTT’deki kadın hakları örgütleri ve PSI bağlı kuruluşlarının yanı sıra, CREDIF, kadınları aile içi şiddetten ve işyerinde cinsel tacizden korumaya yönelik mevzuatı güçlendiren 2017 mevzuatına (58 Sayılı Organik Kanun) önemli bir katkıda bulunmuştur. Kadınları toplu taşıma araçlarında, işyerlerinde ve tüm kamusal alanlarda güvende tutmak için bu mevzuatın uygulanması, kadınların işgücüne bağlılığı için ek teşvik sağlayacaktır.
Kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesi, kredilere ve aile varlıklarına erişiminin artmasıyla birlikte kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi ve genişletilmesiyle bağlantılıdır. Okul öncesi tesislerde ve genel olarak okullarda öğretmen, hemşire, sosyal hizmet uzmanı, aşçı, temizlikçi ve otobüs şoförü olarak iyi işler için daha fazla kadının eğitilmesi, iş arayan kadın arzını artıracak ve kadın işsizlik oranını azaltacak, aynı zamanda sağlık hizmeti sunumunu ve gelirleri iyileştirmeye yardımcı olacaktır. En az 14 haftalık yasal ücretli doğum izni hem bir çalışma hakkı hem de bir istihdam teşviki olarak görülmelidir.
Aile servetine erişimde eşitlik, özellikle düşük gelirli hanelerden gelen kadınlar için, iş geliştirmeleri, arazi edinimi veya ekipman satın almaları için önemlidir. Yine de Arap Barometresi anketleri, eşit miras haklarının Tunus vatandaşları arasında ne öncelikli ne de popüler olduğunu gösteriyor. Kadın sendikacılar, seçmenlerini konunun hem toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması hem de sosyal adaletin gerçekleştirilmesi için önemli olduğuna ikna edebilirler mi?
Kadın sendika liderlerinin rolü
Arap ülkelerindeki kadınlar ciddi zorluklarla karşı karşıya: Cinsiyet önyargıları, siyasi işlev bozukluğu, sınırlı iş fırsatları, yüksek işsizlik, kötüleşen kamu hizmetleri, şiddet ve sınırlı işçi hakları. Bölge genelinde örgütlenme özgürlüğü ve grev hakkına saygı gösterilmiyor; bağımsız sendikalar ve özerk kadın hakları örgütlerinin en güçlüleri Tunus ve Fas’ta bulunuyor.
Bölgedeki PSI faaliyetleri, güç dengesizliklerini değiştirmeye yardımcı olabilir; kadınların sendika kurullarında yer alması için kotaların kabul edilmesi dikkate değer bir başarıdır. Cinsiyet ayrımcılığına karşı daha etkili kampanyalar için kadın işçilerin sendikal liderlik becerilerini geliştirmek (örneğin, 183 ve 190 sayılı ILO sözleşmelerini teşvik ederek) birkaç amaca hizmet edecektir. Daha büyük kadın nüfusu için rol modelleri sağlayacaktır; kadınların liderliğine yönelik tutumların değiştirilmesine yardımcı olmak; toplumsal cinsiyet eşitliği için gerekli yasal ve politik reformlara katkıda bulunmak; kadınların çalışma koşullarını iyileştirmek; kamu hizmetlerinin ve kamu sektörünün statüsünün ve kalitesinin iyileştirilmesine yardımcı olmak ve daha fazla kadının güvenli ve onurlu koşullarda işgücüne katılmasını teşvik etmek.
Cinsiyet ve sınıfın kesişimini somutlaştıran kadın sendika liderleri, kadınlara yönelik şiddetin her biçimine son verme ve kadınları ekonomik ve politik olarak güçlendirme hedefi için esastır.
*Çeviri: Derya Doğan
*Kaynak: https://roarmag.org/essays/women-trade-unionists-tunisia/
*Yeni Yaşam Kadın Eki’nde yer alan diğer yazıları okumak için tıklayınız