Mustafa Durmuş
Dünyanın Kovid-19 salgını, ciddi ekonomik krizler, hızla artan küresel eşitsizlikler ve otoriterleşme, iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, gıda ve su kıtlığı gibi ‘çoklu krizler’ olarak tanımlayabileceğimiz, bir birini besleyen krizlerden oluşan çok sert bir fırtınaya yakalandığı bir dönemdeyiz.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile birlikte bu kez de insani, ekonomik, ekolojik ve jeopolitik sonuçları çok büyük olan ve etkileri uzunca yıllar sürecek olan bir savaş ile karşı karşıya kaldık. Üstelik bu savaş az önce belirttiğimiz çoklu krizden ötürü dünyanın küresel bir işbirliğine çok büyük bir ihtiyaç duyduğu bir dönemde patlak verdi.
Diğer yandan, bu gelişmeler, kapitalizmin-emperyalizmin nasıl parçalayıcı ve yok edici, dünya halklarına ve ekonomilere, sağlığa, barışa ve ekolojiye zararlı bir sistem olduğunu da ortaya koydu.
Kovid-19 virüsü yeni varyantı ile atağa geçti
Sağlıkla başlayalım. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) son verilerine göre (25 Mart 2022 tarihi itibariyle), küresel çapta olmak üzere devletler tarafından örgüte rapor edilen toplamda 476.374.234 onaylanmış pozitif Kovid-19 vakası ve 6.108.976 Korona kaynaklı ölüm söz konusu. Yani şu ana kadar her 100 insandan 6’sından fazlası bu virüse yakalandı. Son 24 saatte görülen yeni vaka sayısı ise 1.638.935 oldu. (1)
Kısaca, küresel çapta her gün 1,6 milyondan fazla insan Kovid-19 virüsü kapıyor. Bu sayı örgüte resmi olarak rapor edilen bir sayı olduğundan, rapor edilmeyenlerle birlikte bunun daha yüksek olmasını beklemek daha gerçekçi olur.
Ocak 2022’nin sonundan beri vaka ve ölüm sayılarında görülen düşüş ise son haftalarda tersine çevrildi. Öyle ki haftalık vaka sayısı art arda ikinci hafta (14-20 Mart 2022 haftasında bir önceki haftaya göre) yüzde 7’lik bir artış gösteriyor.
Türkiye’de aynı tarih itibarıyla DSÖ’ye bildirilen toplam 14.760.331 onaylanmış pozitif Kovid-19 vakası ve Korona nedeniyle gerçekleşmiş 97.598 ölüm vakası var. Son 24 saat içinde görülen yeni vaka sayısı 16,894 (2), vefat eden sayısı 68. Ülkeye ilişkin bu rakamların gerçeği tam olarak yansıtıp yansıtmadığı ise uzunca bir süredir tartışma konusu.
Böylece küresel çapta olmak üzere, salgınla birlikte gelen ölümler giderek azalsa da, yeni vaka sayılarının hala yüksek olduğu görülüyor. Üstelik başta bazı Avrupa ülkeleri ve özellikle de ABD olmak üzere, dünyada birçok ülkede Omicron’un BA.2 alt varyantı ile ilgili yeni vakalarda tekrar belirgin bir artış söz konusu. Şu anda yeni vakaların yarıya yakınının ne kadar ciddi olduğu henüz tam olarak bilinemeyen bu varyant ile gerçekleştiği ileri sürülüyor.
Salgına karşı “stres testi” siyaseti
Diğer yandan yapılan testlerin sayısında ciddi bir azalma olduğu görülüyor ve test kiti üretimi de küresel çapta yavaşlamış durumda. Testlerin artırılması gerekirken, kapitalist hükümetler, uygulamaya koydukları yeni salgın kuralları çerçevesinde ‘bekleyip görelim’ politikası izliyorlar. Bizleri bir sonraki dalgaya karşı adeta bir tür “stres testi”ne tabi tutuyorlar. Yani neredeyse tüm önlemler ortadan kaldırılarak virüse tüm kapılar açılıyor ve salgına, ölümlere karşı ne kadar toleranslı ya da dirençli olduğumuz test ediliyor.
‘Geri bildirim döngüsü’ kaçınılmaz
Kısaca, yeni bir salgın dalgası karşısında bir kez daha hazırlıksız bırakıldık. Oysa böyle büyük salgınlarda “geri bildirim döngüsü” dediğimiz bir döngü söz konusudur. Yani bir döngü kendi kendini her seferinde daha da güçlü bir biçimde besliyorsa, bunun bir geri bildirimi olur ve sorun geri gelir.
Bu durum kapitalizmin olmazsa olmazı konumundaki ekonomik kriz döngülerinde olduğu gibi, iklim yıkımı ya da Kovid-19 salgınında da yaşanıyor. Salgına neden olan koşullar ortadan kaldırılmadığında salgının geri dönmesi kaçınılmaz hale geliyor.
Bir başka anlatımla, sermayenin kâr amaçlı olarak doğa üzerinde kurduğu tahakküm kaçınılmaz olarak iklim yıkımına olduğu kadar, yeni salgın döngülerinin ortaya çıkmasına da neden olur. Uzun vadede kapitalizm ve onun sınırsız kâr çıkarımı hedefi ve arzusu ortadan kaldırılmadan böyle felaketlerin önlenebilmesi mümkün değil.
İlaç ve aşı sektöründeki devasa kârlar
Ayrıca ilaç sektörünün kârlılığı da bu salgınların devamını sağlayan faktörlerden biri. Öyle ki geçen yıl dünya çapında 1 trilyon dolarlık bir toplam ciroya ulaşan sektörde ilk sırada 176 milyar dolarlık bir ciro ile son derece pahalı olan kanser ilaçları yer alıyor ve bunun 2026 yılında iki katına çıkarak 320,6 milyar dolara ulaşması bekleniyor.
İkinci sırada yer alan ve geçen yıl cirosu 89 milyar dolara yaklaşan Kovid-19 aşılarının altın çağının ise 2026 yılına kadar sürmesi bekleniyor. Geçen yıl bu aşıların satışı yüzde 142’den fazla arttı. Bu yıl ise yalnızca yüzde 7,3’lük bir pazar payına ulaşacağı tahmin ediliyor. Tek başına BioNTech/Pfizer’ın Kovid-19 satışından elde ettiği gelir geçen yıl 37 milyar dolar oldu.(3)
Aşı eşitsizliği
Diğer yandan, orta vadede, yeni virüslerin ortaya çıkışını önleyemese de, Kovid-19 salgını ile mücadeledeki en etkili aracın aşı olduğu da çok açık. Nitekim şu ana kadar dünya nüfusunun yüzde 64,1’i en az bir doz Kovid-19 aşısı oldu. DSÖ verilerine göre (17 Mart 2022 tarihi itibariyle); küresel çapta olmak üzere toplam 10.925.055.390 doz, Türkiye’de ise (22 Şubat 2022 tarihi itibariyle) toplam 144.850.157 doz aşı yapıldı.
Ancak Kovid-19 aşılarının dağılımındaki küresel eşitsizlik giderek büyüyor. Resmi veriler ülkelere göre aşılama oranlarında ciddi farkların olduğunu gösteriyor. Öyle ki, azgelişmiş- yoksul ülkelerde insanların çok büyük bir kısmı, hem kendi ülke insanlarının zenginleriyle, hem de gelişkin ülke insanlarıyla kıyaslandığında aşıya çok zor erişebiliyor. Bu da buralardaki vaka ve ölüm sayısının göreli olarak daha yüksek olmasına neden oluyor.
Yoksul ülkelerde her 100 kişiden sadece 7’si aşılandı
Our World in Data’ya (4) göre, yüksek gelirli ülkelerdeki her 100 kişi başına düşen aşının dozu 169,9 iken, bu sayı üst-orta gelirli ülkelerde 108,4; düşük-orta gelirli ülkelerde 50,6 ve düşük gelirli ülkelerde sadece 6,8. (5) Yani şu ana kadar yüksek gelirli ülkeler kendi insanlarına, düşük gelirli ülkelerle kıyaslandığında, ortalama olarak yaklaşık 25 kat daha fazla dozda Kovid-19 aşısı uyguladılar.
Aşağıdaki tabloda ise 22 Mart itibarıyla, bazı ülkelere göre aşılanma oranları yer alıyor. Tablodaki ülkeler tam aşı protokolü ve kısmi aşılamaya göre sıralanıyorlar.
Kısmi aşılama açısından en yüksek oranda aşılama gerçekleştirmiş ülkenin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olduğu görülüyor. Bu ülkeyi yüzde 96 ile Portekiz, yüzde 94 ile Küba ve yüzde 93 ile Şili takip ediyor. Türkiye ise kısmi aşılama açısından yüzde 68 ile ancak 21’nci sırada yer alabiliyor. Türkiye’de tam aşılama açısından bu oran yüzde 58 civarında. (6)
Yani Türkiye’de aşılamanın başarı ile yürütüldüğünü ileri sürebilmek zor. Buna rağmen salgın ile ilgili tedbirlerin büyük ölçüde ortadan kaldırılması, bizim de stres testine tabi tutulduğumuzu ve yönetenlerin asıl kaygısının toplum sağlığından ziyade ekonomik çıkarlar olduğunu gösteriyor.
COVAX yeterli olmadı
Düşük gelirli ülkeler, içinde bulundukları finansman zorlukları, aşı üreten ülkelerde aşının ihracatına konulan kısıtlamalar ve aşı üretiminde yaşanan sorunlar ve yine bu ülkelerde yapılan istiflemeler gibi nedenlerden ötürü yeterince aşı tedarik edemediler.
Gelir düzeyinden bağımsız olarak tüm ülkelere Kovid-19 aşısına eşit erişim sağlamayı amaçlayan küresel bir girişim olan COVAX’ın 2021 yılı sonuna kadar bu ülkelere 2,8 milyar doz aşı verme taahhüdü de aksayınca (bu yılın Ocak ayı sonuna kadar sadece yaklaşık 1,4 milyar doz teslim edilebildi) (7) bu tablo ortaya çıktı.
DSÖ’ye göre, aşılama bu hızda devam ederse, bu yılın Temmuz ayına kadar 109 azgelişmiş ülkenin nüfusunun yüzde 70’ini aşılayabilmesi imkânsız. Bu durum da yeni varyantlarıyla virüsün kalıcı olarak etkili olmaya devam edeceğini, bizlerin de belirsiz bir süre daha Kovid-19 salgını ile yaşamak zorunda kalacağımızı gösteriyor.
Küresel kapitalist eşitsizliklerin neden olduğu bir durum
Aşı eşitsizliğinin doğrudan ülkelerin imkânlarıyla, ekonomik gelişkinlik düzeyleriyle ve politik tutumlarıyla ilgili olduğu açık. Örneğin BAE, az nüfuslu ve oldukça zengin bir ülke olarak aşının temininde finansman sorunu yaşamadığından tam doz aşılama düzeyi açısından en iyi durumdaki ülke. Küba ise kişi başı gelir düzeyi açısından dünyanın çoğunluk ülkesinin gerisinde kalırken en iyi durumdaki üçüncü ülke. Bu kendi aşısını üretmesi ve ülkesinde insan sağlığına verilen yüksek değerle ilgili bir durum.
Tablonun geri kalanıyla ilgili olarak genel olarak şu söylenebilir: Aşı eşitsizliği kapitalizmin doğurduğu bir sonuç olan küresel eşitsizliklerle doğrudan ilişkili bir durumdur. Çünkü ülkelerin kendi içlerindeki zengin-yoksul ayrışması gibi, dünya da “zengin ülkeler-yoksul ülkeler” ya da “gelişkin Kuzey-azgelişmiş Güney ülkeleri” şeklinde ikiye bölünmüş durumda. Kendini ekonomik olarak gelir ve servet eşitsizliği biçiminde gösteren bu eşitsizlikler, hem ekonomik krizleri hem de politik ve jeopolitik istikrarsızlıkları ve krizleri tetikliyor.
Örneğin son yıllarda artan sınır ötesi göçlerin ve ortaya çıkan mülteci krizlerinin nedenlerinden biri (iklim değişikliğinden kaynaklanan kuraklık, açlık ve iç savaşlara ilave olarak), tarihsel olarak kökleri kolonyalizme kadar uzanan ülkeler arasındaki devasa gelir, servet, refah eşitsizlikleri, kısaca emperyalist sömürü olgusu.
Bu eşitsizlikler yoksul ülkelerin insanlarının daha iyi bir yaşam kurma, servet edinme, refahını artırma gibi amaçlarla Kuzey’in zengin ülkelerine sığınmaya çalışmalarıyla sonuçlanıyor. Örnek olarak, Meksika başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerinden ABD’ye doğru göçmen akımının temel nedenini aslında bu eşitsizlikler oluşturuyor.
Kuşkusuz bunun bir diğer nedeni göç veren ülkenin kendi içindeki gelir ve servet eşitsizlikleri. Aşılama düzeyi açısından neredeyse Türkiye ile aynı durumda bulunan (Türkiye’nin bir sıra altında) Meksika örneğinde olduğu gibi, ülkedeki gelir ve servet dağılımı çok adaletsiz ise, insanların diğer ülkelere yönelmekten başka çareleri de kalmıyor.
En gelişkin ekonomilerde dahi alttaki yüzde 50’nin servetten aldığı pay yüzde 10’un altında
Aşağıdaki haritada ise dünyadaki net servet dağılımı, en yoksul yüzde 50’lik nüfusun toplam servetten aldığı pay anlamında gösteriliyor ve yetersiz aşılamanın olduğu ülkelerdeki servet dağılımı eşitsizliğinin de çok büyük olduğu ortaya koyuluyor.
Öyle ki, coğrafi olarak dünyanın en az üçte birinde alttaki yüzde 50’lik nüfusun net serveti eksi durumda (açık sarı ile boyanmış ülkeler). Yani ülke nüfuslarının yarısının her hangi bir varlıkları olmadığı gibi, borç içinde yaşamlarını sürdürüyorlar.
Dünyanın yaklaşık üçte birinde ise en yoksul yüzde 50’lik nüfusun toplam servetten aldığı pay sadece yüzde 1,7 ile yüzde 4,5 arasında değişiyor (koyu sarı ile boyanmış ülkeler). Türkiye bu ikinci grupta yer alıyor.
En yoksul yüzde 50’nin toplam servetten göreli olarak en fazla pay aldığı (yüzde 5,9 ile yüzde 10,4 arasında) ülkeler ise Avustralya, Hindistan ve Çin’in yanı sıra, İtalya ve İspanya gibi bazı Avrupa ülkeleri (koyu kahverengi ile boyanmış ülkeler).
Diğer yandan Credit Suisse’nin bir araştırması, 2019 yılında dünyanın en zengin yüzde 1’lik yetişkin nüfusunun toplam servetin yüzde 43,4’ünü elinde tuttuğunu (173 trilyon dolar), buna karşılık en yoksul yüzde 54’lük yetişkin nüfusun payına sadece yüzde 1,4 (5,4 trilyon dolar) düştüğünü ortaya koyuyor. (8)
Kovid-19 salgını ise dünyayı daha da yoksullaştırırken, bu bir avuç zengin bu süreçte servetlerini artırdı ve tüm dolar milyarderleri Mart 2020 ile Kasım 2021 arasında servetlerini 5,2 trilyon dolar artırarak 13,8 trilyon dolara çıkarttı. Bu, son 14 yıldaki artış toplamından daha fazla bir artış. Toplam 2,660 dolar milyarderinin birlikte servetinin büyüklüğü şu anda dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olan Çin ekonomisinin büyüklüğü ile neredeyse aynı. (9)
Buradan hareketle de Oxfam ve DSÖ, dünyanın bu dolar milyarderlerinin servetlerinden alınacak olan yüzde 3 oranındaki bir servet vergisiyle 350 milyar dolarlık bir ilave kaynağın yaratılacağını, bununla fonlanacak aşı üretimleriyle 7,8 milyar insanın etkin bir biçimde Kovid-19 salgınına karşı aşılanabileceğini ileri sürüyor. (10) Ancak ulus devletlerin böyle bir vergiye yanaşmadığı da biliniyor.
Yoksulluğun nedeni süper zenginler…
Günümüzde yoksulluk sınırının günde en az 7,40 dolarlık bir gelir olması gerektiğini ileri süren bilim insanlarına göre, küresel yoksulluk 2013 yılında dünya nüfusunun yüzde 58’i civarında idi. Yani bundan dokuz yıl öncesinde bile dünyadaki yoksul sayısı 4,2 milyardı. (11) Dünyadaki aç insan sayısının ise 1 milyarı aştığı biliniyor.
Türkiye’de ise (2019 yılında), en zengin yüzde 1’lik nüfus toplam servetin yaklaşık yüzde 42,5’ine, en zengin yüzde 5 yüzde 60,6’sına ve en zengin yüzde 10 yüzde 70,3’üne sahip (12) ve ülkedeki yoksulluk hızla artarak bir derin yoksulluğa dönüşüyor.
Öyle ki TÜİK verilerine göre dahi yoksul sayısı son 4 yılda yüzde 11,5 arttı. 2017 yılında 15,9 milyon olan yoksul sayısı, 2019 yılında 1,3 milyon daha artarak 17,2 milyona, 2020 yılında ise 17,7 milyona ulaştı, yoksulluk oranıysa yüzde 21,9’a yükseldi. Bu rakamlara göre Türkiye’de her beş kişiden biri yoksul. (13)
Yoksulluğun temel nedeninin ise toplumda en zengin ve en yoksul olanlar arasındaki uçurumu da derinleştiren gelir dağılımı eşitsizliği olduğu açık.
Nitekim Eurostat verilerine göre AB üye ülke ortalamasında en zengin yüzde 20’lik kesim, en yoksul yüzde 20’den 5,2 kat daha fazla kazanıyor. Türkiye’de ise toplumun en zengin yüzde 20’si ile en yoksul yüzde 20’si arasındaki gelir farkı 9,2 kat. Gelir dağılımı eşitsizliğinin daha düşük olduğu ülkelerden Belçika’da bu fark 3,3 kat, Hollanda’da 4,2 kat, Fransa’da ise 4,5 kat. (14)
Sonuç olarak
Kapitalizmde hem ülke içindeki, hem de ülkeler arasındaki gelir ve servet eşitsizliği, işsizliğe, yoksulluğa, ekonomik krizlere, göçlere, savaşlara neden olurken, aynı zamanda Kovid-19 salgını gibi küresel çaptaki salgınlara karşı üretilen aşıların adaletsiz dağılımı ile sonuçlanıyor.
Başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçiler ve yoksul halklar ve yoksul ülkeler aşıya çok daha zor ya da eksik dozda erişebiliyorlar. Bu da dünyanın nüfus olarak büyük çoğunluğunu oluşturan bu kesimlerin kaybının diğerleriyle kıyaslanamayacak kadar büyük olmasıyla neticeleniyor.
Özcesi, eşitsizliklerin kaynağı olan kapitalizme son vermeden sorunlarımızdan kurtulabilmemiz mümkün değil. Kapitalizm ile mücadele edebilmek için de en başta küresel sermayeyi ve onunla işbirliği içinde olan ulusal yapıları olmak üzere, onu bütün yönleriyle çok iyi tanımamız ve ona karşı bir mücadele perspektifi ve programı geliştirmemiz gerekiyor.
Böyle bir perspektifimiz ve programımız yoksa ekonomik krizleri ve onun beraberinde getirdiği yüksek işsizliği, enflasyonu ve yoksulluğu, ekolojik tahribatı, iklim yıkımını ve gelecekte ortaya çıkacak yeni salgınları önleyemeyiz.
Anahtar sözcükler: Emperyalizm, Gelir eşitsizliği, Kovid-19, Küresel yoksulluk, Omicron BA.2 varyantı Servet eşitsizliği, Stres testi.
Dip notlar:
- https://covid19.who. int (25 Mart 2022).
- https://covid19.who.int/region/euro/country/tr (25 Mart 2022).
- Katharina Buchholz, “The Drugs That Bring in the Most Pharma Revenue”, https://www.statista.com/chart/18311/sales-revenues-of-drug-classes (4 February 2022); https://www.statista.com/statistics/258022/top-10-pharmaceutical-products-by-global-sales-2011 (27 March 2022).
- https://ourworldindata.org/covid-vaccinations (24 March 2022).
- https://www.brinknews.com/quick-take/the-global-disparity-in-covid-vaccines-is-growing (23 March 2022).
- https://www.unicef.org/supply/covid-19-vaccine-market-dashboard (27 Mart 2022).
- Credit Suisse Research Institute, Global wealth report 2020 (October 2020), https://www.credit-suisse.com (5 December 2020), s. 29.
- https://rwer.wordpress.com/2022/03/08/the-ten-richest-billionaires.
- https://inequality.org (27 March 2022).
- https://www.theguardian.com/commentisfree/2019/jan/29/bill-gates-davos-global-poverty-infographic-neoliberal.
- Credit Suisse,agr. s. 168).
- EMAR-GENEL-İŞ Emek Araştırma Dairesi, https://www.genel-is.org.tr/gelir-esitsizligi-ve-yoksulluk-raporu-halkin-yuzde-58i-borclu (2 Şubat 2022).