Ukrayna’da cereyan eden savaş sürüp giden dünya savaşının bir parsı olmaktadır. Çatışmaların merkezi Ortadoğu’yken Rusya’nın Ukrayna’ya saldırı başlatmasıyla savaş Avrupa’ya da sıçramış oldu. Bu savaşın Avrupa’ya ne kadar yayılacağı bilinmez ama savaşa yol açanlar ve sürdürenler zaten ABD ve Avrupa devletleri başta olmak üzere kapitalist sistem ve onun hakim güçleridir. Sadece bugün yaşanan savaşın değil, daha önceki savaşların da nedeni kapitalist düzendir. Kapitalizmin dünyası sömürüye dayalıdır. Kullandığımız “kapitalist modernite” kavramı da bunu, yani kapitalist sistemin sömürüye dayalı yaşamını ifade etmektedir.
Yakın tarihimizde iki büyük savaş yaşandı. Bunlar birinci ve ikinci dünya savaşları olarak adlandırıldılar. Şimdi biz üçüncüsünü yaşıyoruz. Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açmasıyla birlikte başka çevreler de Üçüncü Dünya Savaşı’nın başladığı veya eşiğine girildiğini dillendirmeye başladılar. Gerçekte ise başlangıcında veya eşiğinde değil, Üçüncü Dünya Savaşı’nın tam da içindeyiz. Dünya savaşları öncesi ve sonrası sayısız savaşlar da vuku bulurlar. Bu yerel ve bölgesel savaşlar dünya savaşlarına yol açan aynı düzenin birer soncudurlar. Savaşın dünya çapında yaşanmasına yol açan kapitalist sistem sayısız yerel ve bölgesel savaşların çıkmasına neden olmaktan da geri duramaz. Örneğin Ortadoğu’da savaşlar eksik olmamaktadır.
Yaşam hiçbir çağda yaşadığımız dönem kadar sömürüyle bezenmiş değildir. Çağımızın egemen sistemi bilim, bilgi ve tekniğin gücünü arkasına alarak yaşamı ve toplumu dokularına kadar iktidar ve egemenlik ilişkilerine göre biçimlendirmiştir. Çağımızdan önce de sömürücü düzenlerin hakimiyeti vardı, fakat onlar bugün de olduğu kadar toplumsal yaşamı derinliğine egemenliklerine almış değildi. Kapitalizmin hakim olduğu çağımızda ise iktidar ve egemenlik ilişkileri toplumun derinliklerine kadar işlemiştir. Bundan dolayıdır ki sömürünün büyüklüğüyle orantılı olarak insanlık tarihinin en büyük savaşları çağımızda yaşandı. Bugün yaşadıklarımız bunun devamı olmaktadır.
Yaşanan gelişmeleri anlamak ve ne yapmamız gerektiğine karar vermek için kimi hususları doğru tanımlamamız, neyin ne olduğunu bilmemiz gerekir. Çünkü kapitalist modernite aynı zamanda düşünce bakımdan da egemendir. Yani ideolojik bir egemenliği de söz konusudur. Bundan dolayı kavram ve olguları doğru tanımlamak önemli olmaktadır. Egemen güçler arasındaki çelişkilerin arttığı ve bunun sonucunda savaşın yaygınlık kazandığı bir dönemi yaşamaktayız. Bu durum sistemin yaşadığı tıkanıklığın derinleştiğini göstermektedir. Bu da çarpışma ve savaşların daha da artmasına yol açıyor. Kapitalist modernite sömürüye dayandığından toplumsal sorunlara yol açmaktadır. Toplumsal sorunlar biriktikçe de patlamalar olmakta ve bu patlamalar savaşlara dönüşmektedir. Yani savaş egemen sistemin bir karakteridir ama öyle kendiliğinden ortaya çıkan bir olgu değildir. Sömürmenin ve daha çok sömürmenin sonucunda savaş yaşanmaktadır. O halde karşısında durmamız gereken asıl konu sömürü olması gerekir. Kapitalist modernite sistemi durdukça sömürü ve onun yol açacağı savaşlar bitmez. Bu bilinmesi ve anlaşılması gereken birinci husus olmaktadır. İkincisi; sömürünün ve onun yol açtığı savaş düzeninin son bulması özgürlük mücadelesinin verilmesiyle mümkündür. Eğer sömürü düzenine karşı çok yönlü bir özgürlük mücadelesi verilmezse, toplum bu mücadele için örgütlendirilmez ve harekete geçirilmezse sömürü ortandan kalmaz. Dünya güçleri sorunlar yaşarlar, çarpışırlar, ama sonuçta birileri birilerine boyun eğdirir ve sömürü düzeni devam eder.
Lenin tam da bir asır önce Birinci Dünya Savaşı yaşanırken sosyal demokratların yaşanan savaşa net bir şekilde karşı durmasını, bu savaşın egemen burjuvazinin çıkarları gereği gerçekleştiğini, buna karşı sosyal demokratların, işçilerin ve halkların birlikteliklerini sağlayarak devrimi gerçekleştirmenin savaşını vermesi gerektiğini ortaya koymuştu. Lenin bu söylem ve tutumla devrimin gerçekleşmesi için çabalarken, başını Almanya sosyal demokratlarının çektiği akım ise yurt savunması adı altında savaşa taraf olmuş ve böylece kapitalist modernite güçlerinin dünyayı sömürme, paylaşma ve birbirlerine karşı üstünlük sağlama savaşını meşrulaştırmış oldular. Bu yaklaşım kendinden sonraki dönemi çokça etkilemiş ve tarihi fırsatların kaçmasının yanında ideolojik kayma ve yozlaşmanın yaşanmasına yol açmıştır. Gerçekleşen Ekim Devrimi’nin de inşayı demokratik temelde geliştirememesi derin bir bunalımın yaşanmasına neden olmuştur.
Gerçekten de o süreçte doğru bir yaklaşım ortaya konulsa ve özgürlük çizgisi temelinde mücadele geliştirilseydi kapitalist modernite sistemi sonlanabilirdi. Fakat ideolojik duruş, yani zihniyetten kaynaklı yaşanan yetersizlikler bunun gelişmesi önünde engeldi. Tarih, toplum ve sistem tahlillerinde yetersizlikler vardı. Örneğin sistemin erkek egemen temeli görülememişti. Şimdi zihniyetten kaynaklı yetersizlikler ortaya konulmuştur. Kadının özgürlüğü, ekoloji, iktidar-devlet ötesi toplumun özyönetim sistemi ve demokratik yaşam ilkeleri en temel zihniyet olarak vardır. Kapitalist modernite karşısında bu ilkeleri yaşatacak demokratik bir yaşam, yani demokratik modernite yaklaşımı gittikçe evrensel bir boyut kazanmaktadır. Böylesi bir dönemde demokrasi cephesinin kurulup geliştirilmesi çok önemli bir adımdır.
AKP-MHP çok zayıf bir durumdadır. Şimdiye kadar verilen mücadele sonucunda yıkımın eşiğine gelmiştir. Sadece devlet gücüyle ayakta kalmakta, renk vermeyerek işlerin kontrolde olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadır. Fakat gerçeklik böyle değildir. Dünya sistemi kendi içerisinde önemli bir tıkanmayı yaşamaktadır. AKP-MHP’nin hiçbir planı gerçekleşmediği gibi bugüne kadar yaptıkları dünya dengeleri karşısında da zayıf düşmesine yol açmıştır. Böylesi bir dönemde faşizme karşı direniş ve mücadele büyütülürse Türkiye’de demokratik devrim ve dönüşüm mümkün olacaktır. Bunun Ortadoğu’ya ve dünyaya da çok büyük etkisi olacak ve önemli sonuçlar açığa çıkaracaktır. Bu da tabi demokrasi cephesinin daha da büyütülmesi ve geliştirilmesiyle mümkündür. Bundan sonra ancak bu perspektif ve mekanizmayla yol alınabilir ve sonuca ulaşılabilir. Onun için hiç kimse demokrasi ittifakı dışında kalmamalıdır. Demokrasi ittifakı dışında kalınarak sol ve sosyalizmden bahsetmenin ne bir anlamı ne de gerçekliği söz konusu olur. Oluşturulan demokrasi ittifakı yeterince sol bulunmayacak, ama CHP’nin sağ kesimlerle kurduğu ittifaka bir şey denmeyecek, onunla duygu ve dirsek teması içerisinde olunacak! Bu kabul edilecek bir tutum değildir. Demokrasi cephesi bir de bu anlayışa karşı mücadele etmelidir.