İnsanlık trajedisinin bir parçası olarak Ukrayna ve Rusya devlet sistemleri arasında yaşanan ve hangi devlet ile destekçileri kazanırsa kazansın halkların büyük acılar yaşadığı son savaş bize göstermektedir ki halkların birleştiği bir dünya kuramazsak, insanlığın büyük kaybettiği ve kaybedeceği bir sonu engellememiz mümkün değildir. Halkların ittifak kuramadığı bir dünyada ulus devletlerin, uluslararası sermayenin, silah tüccarlarının ittifakı bizleri felaketten felakete, acılardan acılara sürüklemeye devam edecek. Bu felaketleri ve acıları hiçbir ülkenin halkı yaşamaktan kurtulamayacaktır. Bugün değilse yarın, değilse öbürkü sene her coğrafya, yedi iklim dört bucak bu acılardan nasibini alacak. Oysa halkların ortakçı yaşam geleneği, devletçi, erkek egemenlikçi sistemden onlarca kat eskidir ve onlarca kat daha fazla deneyime sahiptir. Son beş bin yıllık erkek-devlet egemenlikçi sistem içerisinde bile binlerce direniş örneği yaşanmış, muazzam bir direniş kültürü her koşulda kendini günümüze kadar taşımıştır.
Yaşanılan coğrafya, coğrafyanın topoğrafik özellikleri, coğrafya ile kurulan ilişki biçimi, tarihsel olarak yaşanan gelişmeler, bir halkın kültürünün gelişiminde başat rol oynar. Mezopotamya ve Anadolu coğrafyası taşıdığı özellikler itibari ile bu anlamda sayısız demokratik ve çoğulcu uygarlığın gelişip serpildiği, insanlık tarihinin çok önemli gelişmeler kaydettiği coğrafyalardır. Hem çeşitli insan topluluklarının ortakçı ve eşitlikçi bir yaşam inşasını geliştirdiği hem de insan ile doğa arasında hiyerarşik olmayan bir ilişkinin, bir dengenin kurulu olduğu yaşam formu bu topraklar üzerinde binlerce yıllık bir uygarlığa temel karakterini vermiştir. Ancak hiyerarşik, devletçi, egemenlikçi uygarlığın gelişimiyle birlikte bu yeryüzü cenneti, sayısız cehennemi vahşetin, kırımın, yaşandığı coğrafyalara dönüşmüştür. Hem ortakçı kültürün yarattığı muazzam uygarlıksal zenginlikler hem coğrafyanın sahip olduğu doğal zenginlikler talancı hiyerarşik uygarlığın iştahını kabartmış, bu zenginlikleri elde edebilmek için tarih boyunca sayısız akınlar düzenlenmiş, büyük yıkımlar gerçekleştirilmiştir. Bu yıkım ve kırım sadece insan topluluklarına karşı değil aynı zamanda doğaya, doğal yaşama dair de uygulanmıştır. İnsanlığın ortak kültürel mirası ve doğa üzerindeki vahşi saldırı ve talanlar günümüzde de en keskin ve yoğun biçimi ile devam etmektedir.
Cılız da olsa, bu korkunç yoğunluktaki saldırılar karşısında bazen denizde damla kıratında da olsa halkların direnişi bir şekilde sürmüş; ortakçı geleneklerinden aldıkları güçle bu vahşi saldırılar karşısında tarih boyunca bir bütünen teslim olmamanın, direnişin ana rahmini korumanın bir yolunu bulmuşlardır.
Bugün Mezopotamya coğrafyasında en dipte kendini var eden kültürün en temel karakteristiği “direniş”tir. Mezopotamya halkları bütün yas ve şenliklerini, bütün inançlarını, bu inançlara ait ritüellerini en derininden bir direniş kültürüyle örmüşlerdir. Bu anlamda 21 Mart Newroz Bayramı sadece bir bayram değil, Ortadoğu halklarının büyük bir kurultayı, birlik kongresidir. Newroz, bir irade beyanıdır. “Bu böyle gelmiş ama böyle gitmez! Şimdi özgürlük zamanı, şimdi kazanmanın zamanıdır”ın beyanıdır. Tek bir gün vahşetin ve acının ıskalanmadığı Kürt sokağında harlanan ateşin Türkiye metropollerindeki sokaklara, gettolara, fabrikalara; ezilenlerin, yoksulların, itilmiş kakılmışların, mazlumların yüreklerine taşımanın adıdır Newroz. Kürt halkı bir kere daha Newroz dolayısıyla büyük kurultayını toplamış ve savaş ağası, kan taciri Dehaklara karşı Demirci Kawa olacağına dair irade beyanında bulunmuştur. Ve demiştir ki Mezopotamya halkı, Anadolu halkına “biz senin sokaklarında birlikte Newroz ateşi yakmaya, kanını emen, emeğini sömüren tüm Dehaklara karşı durmaya varız. Sen Demirci Kawa olmaya var mısın?”