Ölüm yıldönümünde Mahmut Güneş, arkadaşı Burhan Karadeniz’i anlatıyor:
Hüseyin Kalkan
Burhan Karadeniz, Yeni Ülke’nin Diyarbakır bürosuna çay-kahve yapmak için alındığını ama kısa sürede haberlerinin manşette yer almaya başladığını anlatmaktan çok hoşlanırdı. Haberleri sadece Yeni Ülke’de yayınlanmadı, günlük olarak yayınlanmaya başlayan Özgür Gündem’in de manşetlerini süslemeye başladı. Hafız’la (Akdemir) yarıştıklarını anlatırdı, ‘Kimin haberi manşet olacak’ diye. Hem Hafız hem Burhan Hizbi-Kontra’nın saldırısına uğradı. Hafız, saldırının gerçekleştiği yerde yaşamını yitirdi, Burhan yaralı kurtuldu. Almanya’da tedavi olduktan sonra Özgür Politika ve Med Tv’nın kuruluşuna katıldı, denemeler yazdı, programlar yaptı.
Hepimiz Burhan’ın yakın arkadaşıydık ama Mahmut ile Songül’ün (Güneş) yeri başkaydı. İki ayrı evde oturan tek aile gibiydiler. O gün ne yapacağını, nerede olduğunu ve nereye gideceğini Songül ve Mahmut bilirdi. O hafta kimi konuk alacağını onlarla konuşurdu. Evinin yedek anahtarı hâlâ Mahmut’un anahtar destesinin içinde duruyor. Mahmut “Belki bir gün çıkıp gelir” diyor. Ölüm yıldönümünde Mahmut Güneş ile sevgili Burhan’ı konuştuk.
Burhan’la tanışmadan önce Burhan’ın hikayesini biliyor muydun?
90’lı yıllarda başlayan kontra faaliyetleri hepimizi derinden sarsıyordu. Kaçırılma ve vurulma faaliyetlerini Burhan’ın çalıştığı o dönem Yeni Ülke gazetesinde okuyarak öğreniyorduk. O yıllarda sürekli gazetede faili meçhul haberler veya kaçırılan insanların haberlerini okuyorduk. Burhan da mesleğinde taviz vermeden korkusuzca bu haberleri gazetenin manşetine taşıyan cesur gazetecilerdendi. Sanki sıra kendisine gelecekmiş gibi taviz vermeden işini yapıyordu. Ve öyle de oldu. İş yerine giderken saldırıya uğradığını ve ensesinden vurulduğunu Yeni Ülke gazetesinin haberlerinde okumuş olduk. Sonra çıkan çeşitli haberlerde de Burhan’ın tekerlekli sandalyeye mahkûm olduğunu bütün herkes gibi öğrenmiş oldum. Daha sonra Almanya’ya tedavi amaçlı geldiğini duydum.
Burhan’la nasıl tanıştın ?
Ben 1994 yılında Almanya’ya geldim. Bochum kentinde yaşamaya başladım. Bu şehirde üç Diyarbakırlı arkadaşla tanıştım: Lütfi Bulutoğlu, Örfi Pervane ve Metin Kaya. Bu arkadaşlar arada Burhan’dan söz ederken Bochum’da yaşadığını söylemişlerdi. Aslında karşılaşmadan de önce gıyaben birbirimizi tanıyorduk. Yanılmıyorsam 1996 yılıydı, Kürdistanlı gençlerin düzenlediği bir etkinlik için Türkiye’den de misafir olarak Işık Yurtçu, Ünsal Öztürk davet edilmişti. Misafirlerle birlikte Bochum Ruhr Üniversitesi’ne gittik. Etkinliğe Burhan da gelmişti. Lütfi beni Burhan ile tanıştırdı. Çok samimi bir tanışma oldu. Oldukça benimle ilgilendi. Refleks olarak beni Diyarbakırlı olarak düşündü sandım. “Burhan ben Amedli değilim, Malatyalıyım” dedim. Yüzünde kocaman bir tebessüm oluştu. “Ma sen bizim o mahallenin çocuklarına benziyorsun” dedi. Hepimiz bu söylediğine epey güldük. Etkinlikte yan yana oturup laflaştık. O gün birbirimize telefonlarımızı verdik. Biz oradan ayrılınca “Seni arayacağım ve sana misafirliğe geleceğim” dedi. Çok şaşırdım. Sonra Lütfi’ye Burhan’ın misafir geleceğine memnun olduğumu ama şaşırdığımı söyledim. Lütfi de “Seni sevdi, yoksa böyle rahat davranmazdı” dedi. Aradan bir hafta geçtikten sonra Burhan beni aradı ve bir grup arkadaş ile ziyaretime geldi.
Tanıştıktan sonra aranızda nasıl bir arkadaşlık başladı?
Tanıştıktan sonra sık sık görüşmeye başladık. Zaman geçtikçe yakınlığımız aileden birine dönüştürdü. Onun evi bizim evimiz, bizim evimiz onun evi olmuştu. Burhan’ı tanıdıkça ne kadar hassas biri olduğunu keşfediyordum. Bence Burhan’ın hassas noktalarını az sayıda meslektaşları, bir de yaşadığımız şehirde beş on arkadaş biliyorduk. Burhan bir basın emekçisiydi ve o gazetecilik mesleğini yaparken vurulmuştu. Herkes onu gazi gazeteci Burhan olarak tanıyordu. Burhan gazi kelimesini sevmezdi. Bir de birileri Burhan’a acıyarak yardım ettiğinde veya yaklaşımı acıyarak olduğunda bu duruma öfkesi büyük oluyordu. Çünkü yaralanmıştı ve tekerlekli sandalyeye bağlı kalmış olmayı içine bir türlü sindiremiyordu. Yaşadığı sürece de içine sindiremedi. Ben ve eşim Songül hassas olduğu noktaları gözeterek yaklaşıyorduk. Burhan’ın yarası bizim de yaramızdı. Burhan da eminim bu durumun farkındaydı ki, biz arkadaş değil kardeş gibi olmuştuk. Arada bir birbirimize kızdığımız ve kırdığımız olurdu. Ama en büyük kavgamız en fazla bir gün sürer, sonra araşır barışırdık. Mesela ben haftanın altı günü çalışıyordum, pek vaktim olmazdı, evle iş yeri arası 20 km uzaklıktaydı ama haftada bir Lütfi’yle ziyaretime gelirdi. Ben hem duygulanırdım hem de sevinirdim. Sanki tekerlekli sandalyenin üzerinde oturmuyormuş gibi davranırdı. Genelde kendisine birileri geldiğinde ya da bir etkinliğin olacağını öğrendiğinde de beni arar, önceden haber verir, birlikte o etkinliğe katılırdık.
Senin şimdiki arkadaşların biraz Burhan’dan kalma değil mi ?
Çok doğru. Burhan’ın beni tanıştırdığı ve hâlâ görüştüğüm çok kıymetli arkadaşlarım var. Burhan’ın birleştirici, büyütücü ve sosyal yönü çok aktifti. Tanıştırdığı ve hâlâ ilişkimin devam ettiği arkadaşlarla görüşünce muhakkak Burhan’ı yad ederiz. Hatta arada birbirimize sen Burhan’ın hatırasısın deriz. Özellikle bu konuda bana çok çok katkısı olmuştur. Ben Burhan’ı tanıdım ve ilişkimizin arkadaşlığa, daha sonra da birbirimizin ailesi durumuna gelmesini benim için büyük bir şans olarak görüyorum. İyi ki hayatımdan Burhan geçti.
Diyarbakır, Burhan için ne ifade ediyordu?
O hep şöyle ifade ederdi: “Ben ruhumu o topraklarda bıraktım.” Sürgünde olmasına rağmen memleketi olan Diyarbakır’ı günlük yaşardı. Anılarıyla, dinlediği şarkılarıyla, sohbetleriyle özlemini hep ifade ederdi. Özellikle Lütfi’yle bu konuda iç içe geçmiş bir kültür atölyesine dönüşmüşlerdi. Lütfi ona bilmediği masalları anlatırdı, o da Lütfi’ye. Lütfi ona bir kırık sözü anlatmıştı. Çok hoşuna giderek hep söylerdi. “Bak iyi dinle Mahmut. Bu kültür Diyarbakır kültürü. İçinde edebiyat, felsefe, bilgi ve duygu var” derdi. Diyarbakır’ı düşündükçe Diyarbakır’ı yaşadıkça. O kırık sözü de şöyleydi: “Nizam benim babam Mevle beni sevmiyor verem olmuşum.’’
Diyarbakır’la ilişkisi nasıldı?
Ben Burhan’ı tanıdıkça hatta aramızdaki espriyle ben Diyarbakır’a iltica etmiştim. Burhan da benim ilticamı kabul etmişti ve bana görmediğim şehri görmüş ve yaşamış gibi hissettiriyordu. Bunu o kadar içselleştirmiştim ki, Diyarbakırlı gibi davranıp esprilerimi de Diyarbakırlı gibi yapıyordum. Burhan ve arkadaşlarımız buna çok gülüyorlardı. O Avrupa’da yaşıyor olsa da her anı Diyarbakır gibiydi. Ben Burhan’ı Hevsel bahçesi gibi rengarenkti. Bir yanı On Gözlü Köprü gibi bilgi akardı, bir yanı da Dört Ayaklı Minare’ydi. Diyarbakır’da yaşıyormuş gibi yaşardı Burhan..
Med TV ve Özgür Politika’ya katkıları ile ilgili ne söylersin?
Med Tv ve Özgür Politika gazetesinin kuruluşundan itibaren Burhan her daim çalışmalar içindeydi. Yakınlığımızdan dolayı gazetecilik mesleğini nasıl icra ettiğinin yakın şahidiyim. Kendi işini çok severek, hassas ve özveriyle yoğun emek dökerek yapıyordu. Programına iki gün kala konuğunun nasıl geleceğine, nasıl gideceğine, hangi trene ne zaman bineceğine, konuğunu kimin alacağını kadar ince düşünür, büyük bir özveriyle işini yapardı. O zamanlar televizyonun yayın akışında çok program vardı, arkadaşlar konuk bulmada zorlanırken Burhan programına rengarenk konuklar alırdı. Diğer arkadaşlar araç sorunu yaşardı ama Burhan’ın böyle sorunları olmazdı. Söz konusu iş olunca yaratıcılığı hep ön plandaydı ve tartışılmazdı. Tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürmesine rağmen hepimizden çok yollardaydı. Beraber çıktığımız yolculuklarda ben yorulurdum, Burhan yorulmazdı, işini o kadar önemserdi ve severek icra ederdi.
Yaşamını yitirdiğini nasıl öğrendin?
Burhan’ın evinin ikinci anahtarı bendeydi. İstediğim zaman gidip geliyordum. Ya da kendisi evde değilken unuttuğu bir şeyleri varsa benden ya da eşim Songül’den isterdi. 8 Mart 2003’te öğleden önce beni aradı. Buluştuk, birlikte kahve içip alışveriş yaptık. Yaptığımız alışveriş ürünlerini evine götürüp yerleştirdik. Burhan bu Newroz’da Bochum’da olmayacağını, Brüksel’e gideceğini daha sonra da oradan Londra’ya geçeceğini söyledi. Burhan bir yere gittiğinde muhakkak bana söylerdi, bu alışık olduğum bir bilgilendirmeydi. Çünkü içim rahat ediyordu. Sonra Burhan’ın yanından ayrıldım işe gittim. Aradan bir hafta geçtikten sonra tanıdığım ve tanımadığım insanlar beni arayarak Burhan’ı aradıklarını fakat ulaşamadıklarını söylediler. Bir süre sonra aramalar sıklaşınca ben de merak etmeye başladım. İki defa aradım telefonu kapalıydı. Burhan yurt dışına çıkınca zaten telefonunu kapatırdı, arada açar haberleşirdik. Bu nedenle aslında rahattım çünkü bizim rutinimizde bozulan bir şey yoktu. En son pazar öğleden sonraydı. Lütfi aradı, beni üniversiteye çağırdı. Üniversite, Burhan’ın yaşadığı bölgeydi. Sesinde bir gariplik vardı, boğuk, titrek ve düşüktü. Soru sormama fırsat vermeden telefonu kapattı. Bu durum beni telaşlandırdı, otoparkta arabamın yerini bulamayacak kadar. Taksiye binip üniversiteye doğru gittim. Vardığımda sağlık ekipleri Burhan’ı ambulansa almışlardı. Acı gerçeği görmüştüm, her yanım yangına dönüşmüştü. İki saat içerisinde evinin önünde insan seli oluşmuştu. Telefonlarımız susmuyordu. Lütfi ile ayaküstü bir organizasyon yaptık. Burhan’ın kapısına kendi evimin adresini yazdım. Ailemden biri yaşamını yitirmişti ve Burhan’ın taziyesi tabii ki benim evimde olmalıydı. Ömrümde bu kadar acı hissetmemiştim ve bu kadar kalabalık görmemiştim. Burhan’ın bendeki anahtarı işime yaramamıştı, telefon numarası da. Evin anahtarı hâlâ bende kim bilir belki bir gün arar da gel kapıyı aç diyebilir.
Cenazesi Diyarbakır’a gönderilene kadarki süreci anlatır mısın?
Ölümünün ertesi günü dernekte toplandık. Her yerden gelen giden oluyordu. Bu birkaç gün devam etti. Burhan’ın meslektaşları ve sevenleri dünyanın birçok ülkesinden Almanya’ya cenaze törenine katılmak için geldiler. Burhan’ın abisi İdris, bir de Diyarbakırlı hepimizin sevdiği Rıza Abi’miz cenazeye eşlik etti. Bizler Diyarbakır’daki cenaze törenine katılamadık çünkü ülkeye girişimiz yasaktı. Onlarla vedalaşınca kendimi tutamadım belki ömrümde bu kadar ağlamamıştım. Günay Aslan bana sarıldı ve acımı hafifletmeye ve teskin etmeye çalıştı. Burhan’ın deyimiyle o ruhunu o topraklarda bırakıp Avrupa’ya gelmişti. Toprağındaki ruhunun bedeni ile buluşturmak üzere yola çıkmıştı sevgili Burhan…
Hem entelektüel hem de kırıktı
Mahmut Güneş söyleşimiz boyunca hep sevgi ile söz etti Burhan’dan. Güneş şöyle bir Burhan portresi çizdi: “Sorunuza Burhan’ın kendi cümleleriyle cevap olayım. Burhan’ın hayata sitem ettiğinde her daim kullandığı bir cümlesi vardı onu sizinle paylaşayım: ‘Ey hayat başka emrin var mı?’ Güzel bir şeyi kaçırdığında ise ‘Ey hayat, affet beni seni senin dilediğin gibi yaşayamadık.’ Burhan yaşadığı hayat itibariyle ve gazeteci olduğundan dolayı olgun bir insandı. Öngörü ve analizleriyle katıldığı tartışma ve sohbetlerde hem dinler hem de dinletirdi. Öğretici yönü çok ağır basardı. Çoğu zaman şahit olduğum tartışmalarda kendisinden yaşça ve mesleki tecrübeleri hayli fazla olan meslektaşlarını bile ikna eder, hem de öğretirdi. Aydın olma ufkunu taviz vermeden yerine getirirdi. O herkesin hayatına girerdi. Gittiği yerde bir şey bırakır, geldiği yerlerden bir şey muhakkak getirirdi. Hayatına kolay kolay birilerini almazdı. Çok tanıdığı kişi vardı ama hayatında az insan vardı. Evden dışarıya çıktığımızda çok insan bizi durdurur, Burhan ile sohbet ederdi. Burhan’ın her kesimden tanıdığı insanlar vardı. Hem halkın hem basın dünyasının önemsediği biriydi. Sorunun cevabına Burhan’ın kendi cümlesiyle başlamıştık sorunun son cümlesini de sevgili Lütfi Bulutoğlu’nun bir cümlesiyle sonlandırmak isterim. Hem entelektüel hem de kırıktı. Yerinde ve kıymetli bir söz.