NDK’nin Meclis’ten geçmesinin ardından düzenlemenin sermayeye yeni alan açmak için yapıldığına dikkat çekiliyor. Bu bağlamda düşüncelerini paylaşan Pınar Demircan, yeni nükleer felaketlerin kapısının aralandığını belirtti
Nükleer Düzenleme Kanunu (NDK) geçtiğimiz günlerde Meclis’te görüşülerek kabul edildi ve yasalaştı. Söz konusu durum, kanun öncesi 2018 yılında 702 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile devreye konuldu. Bu kararnameyi iptal eden Anayasa Mahkemesi, iktidara 1 yıl süre tanıdı, sürenin bitmesine günler kala ise NDK çıkarıldı. Bu kanunda şaşırtıcı olan bir diğer şey ise NDK ile kurulan kurumun başkan ve üyelerinin yasa daha çıkarılmadan, 14 Şubat’ta Yargıtay’da yemin etmeleri ve göreve başlamalarıydı. Bağımsız araştırmacı ve Nükleersiz.org Koordinatörü Pınar Demircan, Meclis’ten geçen kanunu değerlendirdi.
Dünya gözden çıkarıldı
Demircan, yürürlüğe giren kanunda nükleer enerjinin barışçıl kullanım ilkesinin esas alınacağına dair ibareyi, “Barış ortamında bile çevre ve insan sağlığı açısından tehdit teşkil ederek ekosistemle mütemadiyen savaş halinde olan nükleer santrallerin savaş ortamındaki riskleriyle düşünülmesi şart. Zira kuruluşta barışçı amaçlar bile olsa öyle kalmayacakları görülüyor” şeklinde değerlendirdi. Dünyanın sermayenin çıkarları için gözden çıkarıldığını söyleyen Demircan, durumun Türkiye’de de farklı olmadığını hatta siyasi sistemin kurumlarının tahrip edilmesiyle, daha vahim sonuçların yaşanabileceğini dile getirdi.
Yeni bir özel sektör yaratılıyor
Nükleer santrallerin kurulmasıyla sermayeye yeni bir özel sektörün yaratıldığını söyleyen Demircan, “Nükleer Düzenleme Kanunu potansiyel tehlikeyi haiz nükleer santraller üzerinden ehil olmayan, kâr ve maliyet hesabıyla çalışan şirketlerin iştahını karşılamak için yeni bir sektöre kapının aralandığını haber veriyor. Bugün nükleer santral sahibi ve bu endüstrinin hakimi olan İngiltere, ABD, Hindistan ve Fransa gibi devletlerin nükleer teknoloji alanındaki gelişmeleri incelendiğinde bu alanın özel şirketlere 20 yıl sonra açıldığı görülüyor. Dolayısıyla bu endüstrinin çatısı altına giren ve girmeye çalışan devletlerin eşitsiz koşulları oldukça zorlayıcı” diye belirtti.
Yeni nükleer felaketler
Demircan, “Doğrudan rekabet ortamına atlayan devletlerde yeni nükleer felaketlerin hızlı ve kaçınılmaz şekilde yaşanacağı öngörülebilir. Yani aslında hiç kurulmaması gereken nükleer santrallerin kurulmasının yanı sıra bir de piyasanın insafına terk edilmesi ve bunun için şirket-devlet geçişkenliğinin kamu-özel işbirlikleri aracılığıyla kendini gerçekleştirmesi sadece ülkemiz değil, dünya için nükleer tehdittir” dedi.
Nükleer ticaret
Nükleer atıkların yönetimi konusunun çevre ve halk sağlığı için tehdit oluşturmaması önemliyken, kanunun 9’uncu maddesinde nükleer santraldeki atıklarla ilgili olarak hem ihracattan hem de ithalattan bahsedildiğine değinen Demircan, “Doğal olarak bu iki kelime de Türkiye’nin nükleer atık deposu olacağı izlenimini doğuruyor. Nükleer Düzenleme Kurumu’nun ne de teknik süreçleri yürütmesi için kurulan TENMAK’ın ağır maliyetli bu sorunu çözümlemeye yanaşmadığını görüyoruz. Yani İzmir’in Çernobil’i diye nitelenen bir radyoaktif kirlilik sorunu varken nükleer süreçlere ilişkin tüm düzenlemeler şüpheyle yaklaşılmayı daha da hak ediyor. Zira Gaziemir’deki radyoaktif kirlilik topraklarımızda nükleer ticaretin yapılmış olduğunun ispatıdır” dedi.
Maliyet hesabı yapılamaz
Kanun ile radyoaktif tehlikeler meydana geldiğinde de yaşanacak hak kayıpları karşısında şirketlerin korunması emarelerinin görüldüğünü belirten Demircan, “Peki, bu alan bu kanunla açıkça şirketlerin insafına bırakılırken yurttaşların korunması nasıl mümkün olacak?” diye sordu. Şirketin sorumluluğunun 700 milyon dolarla sınırlandırılmasının göz boyama amacı taşıdığını söyleyerek, “Çünkü nükleer felaketlerin maliyetleri öngörülemez, nükleer santraller sigortalanamaz. Bu durumun en büyük ve somut örneğini Fukuşima nükleer felaketinde görüyoruz. Radyoaktif temizlik ve bertarafında ilk 10 yıl için toplam maliyet 250 milyar dolar öngörülmüş olmasına rağmen bugün yani 11 yılın sonunda 750 milyar dolara ulaşmış bulunuyor, oysa bu meblağa ancak 2040’ta ulaşılacağı öngörülmekteydi” dedi.
Yetkisizlik söz konusu
Kanunun 20’nci maddesinde “Türk mahkemelerinin yargılama yetkisinin söz konusu olduğu hâllerde sadece Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri yetkilidir” ibaresinin de muğlaklık içerdiğine işaret eden Demircan, Türkiye mahkemelerinin yargılama yetkisinin olmadığı alanların bulunması ihtimalini dile getirdi. Demircan, “Zira nükleer endüstri milletlerarası anlaşmayla kurulmuştur ve bu kapsamda ticari ve özel alanlardaki uyuşmazlıklarda Tahkime gidilmesi söz konusu olacaktır. Kanunda nükleer alanın Anayasa’nın ve diğer kanunların dışında tutulması ile konunun sivil toplumun müdahalesinden uzaklaştırılması amaçlandığı görülüyor” dedi.
Atom silahları
Nükleer santralde kullanılan ve her yıl çıkarılan nükleer atıkların yakıt havuzlarında 20-30 yıl soğutulduktan sonra yeniden işlemeye tabi olacağının altını çizen Demircan, “Bunu Akkuyu NGS özelinde açıklarsam: Bugün yüzde yüz hissesine sahip olan ve hissesi asla yüzde 51’den aşağı düşmeyecek olan Rosatom, Akkuyu NGS’den elde edeceği kullanılmış yakıttan MOX yakıtı üreterek dünya genelinde sayısı artan nükleer santrallerine yakıt üretecektir, zira bunun için 2021’de Moskova’da atıktan yakıt üretim tesisi devreye girmiştir. MOX denen bu yakıt uranyum yakıtından daha da tehlikelidir, çünkü atom silahlarında kullanılan plutonyum ve ham uranyumun karışımından elde edilir” diye belirtti.
Akkuyu kuluçka makinesi
MOX denilen yakıtın Rusya’nın benzer tipteki santrallerinde kullanılması planlandığı üzere Akkuyu NGS’de de kullanılabileceğini söyleyen Demircan, “Kanunda bahsi geçen ithalat prosesi ise yeniden işlendikten sonra geri kalan kısmın Türkiye’ye geri gönderilmesidir. Yani Türkiye’deki tesis Rusya’nın ihtiyaç duyduğu yakıt üretiminde kuluçka makinesi olacaktır. Bu da Türkiye’de 100 bin yıl koruma gerektiren bir deponun yüz milyonlarca dolar maliyete katlanarak kurulması demektir. İşte kanunda bahsi geçen ithalat ve ihracat konusunun içeriği aslında budur ve bu alan özel sektöre açılmak istenmektedir” ifadelerini kullandı.
Aceleye getiriliyor
Akkuyu inşaatında yaşanan sorunlara değinen Demircan, “Temelin iki kez çatlaması, proje trafosunda yangın çıkması gibi dünya genelinde bir nükleer santralin inşasında skandal olan bu olaylar maalesef ülkemizde kanıksanmış görünüyor. 2023’e yetişmesi için 20 bin işçinin pandemi demeden bir arada çalışmaya ve altyapısız ilkel koşullarda, barakalarda yaşamaya zorlanması her şeyden önce insan haklarına aykırıdır. Normal şartlarda bu kapasitedeki bir nükleer santral inşasında 10 bin kişi çalışırken Akkuyu’da bunun 2 katı işçinin çalıştırılması ve normalde 1 reaktörün inşasının 7 yıla kadar uzamasına karşın Türkiye’de 4 reaktörün inşasının neredeyse 4-5 yılda tamamlanacak duruma getirilmesi endişe vericidir. Bu durumda santralde operasyona başlatılmaması ve bu projenin durdurulması nükleer enerjiyi savunanların bile tek dileği olmalıdır” ifadelerini kullandı.
Nükleer felaket coğrafi kader gibi
36 yıl önce meydana gelen Çernobil faciasından Türkiye ve Avrupa’nın etkilendiğini söyleyen Demircan, şunları belirtti: “Bugün Rusya tarafından işgal edilen Zaporijya Nükleer Santrali hem mesafesi nedeniyle yakın hem de kapasitesi Çernobil’in katbekat üstündedir. Ukrayna Dışişleri Bakanlığı, Zaporijya Nükleer Santrali’nde kazanın meydana gelmesi halinde Çernobil’den 10 kat daha fazla radyoaktif maddenin ekosisteme yayılacağını bildirdi. Nükleer felaket coğrafi kader gibidir yani bir kere başlandı mı felaketlerden kurtulmak mümkün olmuyor.”
Türkiye de Ukrayna olur
Başından beri nükleer karşıtlarının, demokratik kitle örgütlerinin itiraz yükselttiği Akkuyu NGS’ye dair Ukrayna’da yaşananların benzerlerinin gelecekte Türkiye’de yaşanma ihtimalinin olduğuna işaret eden Demircan, “Tesisin, Rusya tarafından yap-sahip ol-işlet türünden bir anlaşmayla yapılması ülkemizi siyasi ve askeri çatışmaların da merkezine sürüklediğimize işaret etmekte. Yani dünyada ilk kez bir devletin bir başka devletin sınırları içinde toprak sahibi olarak nükleer santral kurması ve işletmesi bu projeyle gerçekleşmek üzeredir. Bu durum Türkiye’nin değil geleceğini, bugününü de tehlikeye atmaktadır. Birçok nedenin yanı sıra sivil görünümlü ve barışçı olduğu iddia edilen bir nükleer santralin savaşkan bir devletin sahipliğinde işletilmesi olasılığı herkesin gündeminde olmalıdır. Akkuyu NGS nükleer enerjiyi savunanların bile karşı çıkmasını hak eden bir projedir. Tarih hesap sorar” dedi.
Kadir Güney / İstanbul-MA