ayşe düzkan
israil cumhurbaşkanı herzog’un türkiye ziyaretinin hak ettiği ilgiyi görmediğini düşünüyorum. filistin halkıyla dayanışma örgütlerinin düzenlediği basın açıklamaları, katılanların sayısı az da olsa anlamlıydı ama muhalif partilerinin bir kısmının bu ziyaretle ilgili açıklama bile yapmamış olması, açıklama yapanların da bundan öteye gitmemesi düşündürücü. (hiç olmazsa, filistin halkının çağrısıyla kurulmuş bulunan boykot, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırımlar hareketi’nin türkiye’deki temsilcisi olan ve herhangi bir siyasi grubun belirleyici olmadığı, on yılı aşkındır faaliyet yürüten bds türkiye’nin istanbul’da düzenlediği basın açıklamasına destek verilebilirdi.)
geçmişte bds türkiye’nin gönüllülerinden biri olan züleyha gülüm, hem yukarıda bahsettiğim eyleme katıldı hem de herzog’un ziyaretiyle ilgili bir soru önergesi verdi, erkan baş da meclis’teki basın açıklamasında konuya değindi.
ama görebildiğim kadarıyla ne hdp ne de chp merkezleri bu konuda bir açıklama yaptı. chp’nin tek bir sözüne rastlamadım, ortağı deva da görüşmeyi desteklediğini açıkladı.
gazetemizin bu ziyareti manşete taşıması çok güzel ama yitzak herzog’un türkiye’de ağırlanması, daha önce israil hakkında nasıl atıp tuttuğuna hepimizin şahit olduğu erdoğan’ın ikiyüzlülüğünden ibaret değil. bu ziyaret, akp yönetiminin, içinden geldiği islami hareketlerin ortak paydalarından biri olan filistin meselesinden söylem düzeyinde bile vazgeçtiğini bir kere daha gösteriyor.
erdoğan, herzog’la görüşmesinin ardından yaptığı basın açıklamasında yine mescid-i aksa’nın kutsallığına atfettikleri önemden bahsetmiş. aksa, dini öneminin yanında, filistin halkı için ulusal bir anlam taşıyor. ama filistin halkının esas meselesi, sürekli genişleyen işgal ve sistemli ayrımcılık. kimsenin talepler ve çözüm önerileriyle ilgili filistinlilerin yerine konuşmaya hakkı yok. aynı şekilde, herzog’un da dünyadaki tüm yahudileri temsil ediyormuş gibi konuşmaya hakkı yok. onun cumhurbaşkanı olduğu siyonist oluşumun politikalarını eleştiren milyonlarca yahudi var dünya üzerinde. israil işgal gücü, sistematik biçimde, filistinlilerin birkaç geçim kaynağından biri olan zeytin ağaçlarını sökerken herzog’un, nazım hikmet’in, “yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,” dizesinin yer aldığı yaşamaya dair adlı şiirini okuması, şaşırtıcı bir yüzsüzlük örneği. hani insan zeytinin adını bile ağzına almaya yüzü tutmaz diyor ama belli ki bazı meslekler mahcubiyet gibi insani duygulardan kurtularak icra edilebiliyor.
bir süredir işaretleri olan bu yakınlaşmanın temelini, filistin doğal gazının avrupa’ya satılması oluşturuyordu.[1] rusya-ukrayna savaşı bu projeyi daha da kullanışlı hale getirdi. bu süreç, filistin halkının dostları açısından muhakkak ki kabul edilmezdir, iki sömürgeci gücün el sıkışması normal de görülebilir ama bunları aşan anlam ve sonuçları var.
akp iktidarı temelde iki önemli dönüşümü gerçekleştirmeyi önceledi; bunlardan ilki türkiye’nin neoliberal sisteme entegre olması, diğeri de toplumun ve devletin islamileştirilmesiydi. ama bugün iktidarın birincil önceliği iktidarını sürdürebilmek. erdoğan israil’den önce mısır’la, birleşik arap emirlikleri’yle “normalleşti”, herzog’un ardından neçirvan barzani ile görüştü. israil ile azerbaycan’ın ilişkilerinin gayet iyi olduğunu söylemeye de gerek yok. halkların kanıyla bir hat çiziliyor.
erdoğan yönetimi, suriye savaşından pandemiye, rusya-ukrayna savaşına kadar her krizi fırsata çevirmeye çalıştı ve bunda başarılı da oldu. şu an hukukdışı yöntemlerle iktidarını sürdürüyor ama hâlâ ciddi bir seçmen kitlesi onu destekliyor; hukukdışı yöntemleri normal sayıyor, bellerini büken zamlardan muhalefetin sorumlu olduğuna inananlar dahi var. yani işler hiç kolay değil.
erdoğan’ın bölgede değişen müttefikler ve dengeleri lehine kullanacağına şüphe yok. bu koşullarda, iktidara talip olan herhangi bir siyasi hareketin, bölgede olup biteni doğru okuması şart! gelecekte bu ülkeyi yönetmeye aday olan chp sizce bunu yapabiliyor mu? bölgenin tamamı bir yana, türkiye içinde olup bitenleri doğru okusa, diyarbakırlılara sorunlarının yoksulluk olduğunu söyler mi?
bir siyasi hareket, kürt sorununun varlığını inkâr edebilir, böyle bir sürü parti var. bunun doğru tutum olduğuna inanıyorlar, seçmende bir karşılığı olduğunu da biliyorlar. ama kürtlerin payitahtında, onlardan oy hatta üye talep ederken, sorunlarını örneğin manisa, milas, kayseri, yozgat, ısparta ya da samsun’da yaşayanlarınkiyle bir tutuyorsanız, baskı denince aklınıza ilk gelen 1980’li yılların diyarbakır cezaevi’yse, en yakın tarihli olan da 11 yıl önceki roboski katliamıysa, ilk görüşmeyi süleyman soylu’nun derlediği bir grupla yapıyorsanız, sanki daha fazlasını bilmeye ve düşünmeye ihtiyacınız var. yasalara değil, helalleşmeye gönderme yapıyorsanız, yaptığınız siyaset değil. chp, kürt seçmenin aşina olduğu kavramları kullanırsa, hdp’nin üstünden atlayarak oylarını alabileceğine inanıyor. çok yanılıyor. belki de bu yanılgı sayesinde, bugün toplamının oyu hdp’ninkine ancak ulaşan partilerle yan yana gelmeyi başarı addediyor.
oysa sadece diyarbakır’a değil, ankara’ya, istanbul’a, yozgat’a, izmir’e, samsun’a karşı sorumluluğu da daha fazlasını gerektiriyor.
[1] bu konuda yusuf gürsucu’nun bu yazısı çok aydınlatıcı. https://yeniyasamgazetesi6.com/enerji-savaslari-ve-israilin-turkiye-ziyareti/