Özgür Müftüoğlu
AKP, “sağlık sisteminin neoliberal politikalar doğrultusunda dönüşümünü” kuruluşundan bu yana savunmuş ve iktidarda bulunduğu 20 yıllık süre içinde de yaşama geçirmek için büyük gayret sarfetmiştir. Bu çerçevede sağlık hizmetlerinin piyasaya açılması ve özelleştirilmesi konusunda önemli adımlar atılmış; sağlık, sermaye için -AKP’nin yönetici kadrosu ve yakınlarının da tercih ettiği- üzerinden yüksek kâr elde edilen bir yatırım alanına dönüşmüştür.
Kamusal bir hizmet olmaktan çıkıp, sermaye için kâr alanına dönüşmesi sağlığı, yurttaşların cebindeki parası ölçüsünde ulaşabildiği; niteliğinin de ödenen paraya göre belirlendiği bir hizmet haline getirmiştir. Sağlığın piyasalaşmasıyla metalaşan sağlık hizmetleri, sağlık çalışanlarının emeğini de metalaştırmıştır. Sağlık işletmeleri, kapitalist işletme mantığı içinde emeğin maliyetini düşürüp, verimliliğini yükseltecek (esnek ve güvencesiz istihdam, performans değerlendirmesi vb) yönetim ve organizasyon biçimlerini uygulamaya başlamıştır. Siyasi iktidar da sağlık emek piyasasında her vasıf düzeyinden sağlık çalışanının kendi aralarında rekabetini arttırmak için bir taraftan gerekli niteliğe haiz olmayan tıp ve sağlık fakülteleri açarak emek arzını arttırırken öte yandan yine niteliğe önem vermeden diğer ülkelerden sağlık çalışanı getirme yoluna gitmiştir.
Sağlıkta neoliberal dönüşümün olumsuz sonuçları toplum tarafından hissedilmeye başlandığında ve pandemi sürecinde çok daha görünür olduğunda ise siyasi iktidar, sağlık emekçilerini (ama özellikle hekimleri) “günah keçisi” yapmaya çalışmıştır. İktidar böylece, hem izlediği sağlık politikalarının yarattığı yıkımın sorumluluğunu üzerinden atmayı hem de bu yıkımı teşhir ederek buna karşı mücadele eden hekimleri ve onların örgütlerini itibarsızlaştırmayı amaçlamıştır. Hekimleri hedef alan ve genellikle Erdoğan tarafından dillendirilen bu söylem aynı zamanda nitelikli sağlık hizmetine ulaşamayan yurttaşların öfkesinin sağlık emekçilerine, özellikle de hekimlere yönelmesine neden olmuştur.
Erdoğan geçen hafta, 20 yıldır uyguladıkları politikaların sonucunda çökme noktasına gelen sağlık sisteminde çalışma koşulları giderek kötüleşen, hedef haline getirildikleri için sürekli şiddete maruz kalan hekimlerin istifaları ve yurt dışına gitme taleplerini, gerekçesi sadece daha fazla ücretmiş gibi çarpıtıp “Gidiyorlarsa gitsinler!” sözleriyle yine hedef almıştır.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) de bu açıklamaya cevaben “Hiçbir Yere Çekip Gitmiyoruz! Buradaydık, Buradayız, Burada Kalacağız!” başlıklı bir bildiri yayınlamış; bu bildiride “Karanlığa Karşı Önlüğümüzün Beyazına, Özlük Haklarımıza, Halkın Sağlık Hakkına Sahip Çıkıyoruz” diyerek başlattıkları mücadele programıyla sağlıkta yaşanan sorunları teşhir etmeye ve hakları için mücadeleye devam edeceklerini açıklamıştır.
TTB ile birlikte Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Diş Hekimleri Birliği (DHB) ve diğer bazı sağlık emek meslek örgütleri 15 Aralık ve 8 Şubat’ta gerçekleştirdikleri Beyaz G(ö)rev eylemini 14-15 Mart tarihlerinde de tekrarlayacaktır. Beyaz G(ö)rev’le amaçlanan, bir kez daha “şiddetin son bulması yani sağlık emekçilerinin can güvenliği ile giderek ağırlaşan yaşam koşullarında insanca yaşayacak ücret ve diğer özlük haklarına ilişkin taleplerin duyulması”dır. Can güvenliği ve insanca çalışma ve yaşama hakkını savunmak ve bunun için üretimden gelen gücü kullanarak g(ö)reve çıkmak son derece meşru bir eylemdir.
Sağlık emekçilerinin taleplerinin muhatabının siyasi iktidar olması gerekir. Ancak sorunların müsebbibi olan AKP iktidarının bu sorunlara çözüm olması elbette beklenemez. Bu nedenle Beyaz G(ö)rev eylemlerini; sağlık emekçilerinin sesinin duyurulması ama bunun da ötesinde “sağlık hakkı elinden alınan, müşteriye dönüştürülen yurttaşlara sağlıkta çöküşün gerçek faillerini işaret etmesi ve sağlık hakkı mücadelesinin toplumsallaşması” olarak değerlendirmek ve bu anlayışla eylemlere destek olmak gerekir.