Muhalefet bloğu bileşenlerinin söyleminde bu farkındalığın ilk belirtileri görülmeye başladı. Meral Akşener, savaşın ilk gününde Türkiye’nin S-400’lerden acilen kurtulması çağrısında bulundu
Sanki tarihin en yıkıcı savaşlarından birinin kıyısında değil de Spartak Moskova-Dinamo Kiev futbol karşılaşmasının tribünlerindeyiz. İki takımın taraftarları bir yandan oyuncuları coştururken bir yandan da karşı tarafa yönelik ‘eleştirel’ tezahüratta bulunuyorlar. Kiev taraftarları, Rusların ardı ardına yaptığı ‘faullere’ karşı ayağa kalkıp ‘hakemi’ düdük çalmadığı, kart göstermediği için protesto ediyor; Moskova taraftarları ise karşı tribünlere ABD amigosu ve NATO’cu diye küfürler savuruyorlar. Savaşın kaçıncı dakikası hatta kaçıncı yarısının oynanmakta olduğu belirsiz ama tribündekiler, savaşın o sahada ‘oynanıp’ eninde sonunda bir bitiş düdüğüyle noktalanacağından emin görünüyor. Sonra, ‘önümüzdeki maçlara bakacağız’…
Oysa Ukrayna’nın işgali, ne bir futbol maçı ne de Putin-Zelenski ego sürtüşmesi değil iki süper güç bloğu arasında (Rusya – ABD, Rusya-NATO, Rusya-Batı, Avrasya-Atlantik vb.) savaşın ilk sıcak çatışmasıdır. Ve bu dünya savaşı, Türkiye’ye komşu topraklarda patlamış bulunuyor. Gidişatı ve olası sonuçları itibarıyla, tribün ve saha arasındaki sınırların çoktan muğlaklaşmış olduğunun farkına varılması gerekiyor. Muhalefet bloğu bileşenlerinin söyleminde bu farkındalığın ilk belirtileri görülmeye başladı. Meral Akşener, savaşın ilk gününde Türkiye’nin S-400’lerden acilen kurtulması çağrısında bulundu; ardından Ali Babacan ülkenin Erdoğan-Bahçeli-Perinçek troykası tarafından yönetilmekte oluşunun sakıncalarına değindi; geçtiğimiz günlerde ise Kılıçdaroğlu, Putin ve Erdoğan rejimlerinin ekonomi politik temellerine referansla Türk oligarklara ‘teslim ol’ çağrısında bulundu.
Babacan’ın ‘troyka’ nitelemesi, Enver-Talat-Cemal liderliğinde ‘yanlış saflarda’ Cihan Harbi’ne sürüklenerek yıkılan Osmanlı’ya referans içeriyor. Tanzimat ve Abdülhamit dönemlerinin diplomatik cambazlıkları, Osmanlı Devleti’nin dağılmasını geciktirmeyi başarmış ama İttihatçıların iktidarı döneminde patlayan Dünya Savaşı, tarafsız kalmanın imkanlarını ortadan kaldırmıştı. İşte bu koşullar altında İttihatçı troykanın üç isminden Enver’in ısrarı, Talat ve Cemal’in de muhtemel onayıyla iki Alman zırhlı gemisi Osmanlı bayrağı çekerek Karadeniz’e geçerek Kırım ve diğer Rus limanlarını bombaladı. Böylelikle Osmanlı donanmasına Yavuz ve Midilli isimli iki modern savaş gemisi kazandırılmış oldu. Karşılığında ise Osmanlı yıkıldı; ülke halkları büyük bir felakete sürüklendi. Günümüzün Rus S-400 hava savunma sistemi, o iki Alman zırhlısının muadili olarak görülebilir. Akşener’in uyarısı bu bağlamda önem kazanıyor. Babacan da buna işaret ediyor olmalı. Soykırımcı Talat ve Cemal’in rollerini Bahçeli ve Erdoğan’a verirken milliyetçilik kisvesi altında bir küresel gücün ajanlığını yapan provokatör Enver rolünde Doğu Perinçek bulunuyor belli ki. Hepsine yakışıyor…
Bu felakete karşı öne çıkarılan, İsmet İnönü önderliğinde İkinci Dünya Savaşı boyunca yürütülen ‘tarafsızlık’ siyasetidir. Ama bu yıllar boyunca Hikmet Kıvılcımlı ve Nazım Hikmet gibi komünistlerin hapis tutulması olgusu yanında Milli Şef’in Kemalist politikalarının ‘hür dünya’dan çok faşist İtalya ile Nazi Almanyası’nı model aldığı da görülebilir. Nazi Almanyası ile resmi ilişkiler, 1941 Türk-Alman Dostluk Paktı’nda yazılıdır. Stalingrad düştüğü anda Ruslara saldırmak üzere doğu sınırında 25 tümeni hazır tutan İnönü hükümeti, Almanlar bu cephede yenilince plan değişikliğine gitmiştir. Rus korkusu, dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ı tutuklamaya kadar gitmiştir. Böylelikle anti-Nazi dünya ittifakı, Çakmak’ın bu saldırıyı hükümetten gizlice planladığı iddiasına ikna edilmeye çalışılmıştır. Oysa İnönü’nün başbakanı Şükrü Saraçoğlu, bir yıl öncesine kadar şöyle nutuklar atabiliyordu: ‘Bir Türk olarak Rusya’nın ortadan kaldırılmasını hararetle istiyorum.’ Savaş bu ya, tribün tabiriyle top yuvarlaktır; devran döner ve çanlar bu kez Perinçek hatta Bahçeli için çalıyor olabilir…
İnönü tarafsızlık adı altında Nazi destekçiliği yapmakla kalmadı; Nazilerin anti-semitik pratiklerini de hayata geçirdi. 1942 Varlık Vergisi faciası, tam bir holocaust’a dönüşmediyse bunu yine Rusların Almanları püskürtmesine borçlu olduğumuzu hatırlamak gerekir. 1945’te savaşın Nazi mağlubiyeti ile sonuçlanacağı kesinleştiğinde İnönü bu kez Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş gibi ırkçıları tutuklayarak Batı’nın yanında olduğu imgesi oluşturma çabasına girişti.
İnönü’nün savaş-sonrası Rus sevdası birkaç ayla sınırlı kısa ömrünü ‘soğuk savaş’ın başlangıcıyla noktalayacak, yeni manevralarla devletin gazabı yine komünistlere dönecekti. Tan matbaası baskını, Sabahattin Ali’nin bir faili meçhul cinayetle öldürülmesi ve komünist tevkifatları birbirini takip etti ve Demokrat Parti iktidarı altında daha da yoğunluk kazandı.
Bugün yeniden topyekun bir eksen kayması yaşamakta olan dünyanın tribünlerinde değil tam göbeğindeyiz. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı ‘teslim ol’ ihtarına uymayan Türk oligarklardan birinin Moskova’ya giderek ayaklarına kapandığı Rus otoritelerini, Bayraktar SİHA’larının aslında düğün videosu ya da tarımsal sulama amaçlı olarak Ukrayna’ya satılmış olduğuna ikna etmeye çalıştığı zamanlardan geçiyoruz. Seyretmenin değil, uyanmanın ve farkındalığın vakti çoktan gelmiş ve onlar çok iyi biliyor…
Zafer Yörük