Yarının Türkiye’si İçin(!) çıkılan yolda, siyasal sistemi ve devlet bürokrasisini üç-beş yıl öncesine döndürmekle sınırlı bir perspektif, ülkeyi ‘Dünün Türkiye’si’ne geri döndürmenin ötesine geçebilir mi?
Özgür Müftüoğlu
Millet İttifakı partileri ile AKP’den yakın zamanda ayrılanların kurduğu DEVA ve Gelecek partilerinden oluşan altılı koalisyon, bir süredir üzerinde çalıştıkları ortak metni “Yarının Türkiye’si İçin…” sloganının öne çıkarıldığı bir toplantıda kamuoyu ile paylaştı. Bu partileri bir araya getiren şey karşı olduklarını söyledikleri, “AKP’nin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adıyla 2017 referandumundan geçirdiği ve 2018’den bu yana uygulayageldiği otokratik rejim”di. Belirttiklerine göre; liberal demokrasinin asgari ölçütü olan “erkler ayrılığı ilkesi”nin bile ortadan kaldırıldığı, yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı bu otokratik rejimde, muhalefetin siyaset yapma olanağı giderek kısıtlanmaktaydı. Devleti kuran ve bugüne kadar bir biçimde devlet mekanizması içinde yer almış partiler bile iktidar tarafından marjinalleştirilmekte, elleri kolları bağlanmaya çalışılmaktaydı.
Altılı koalisyonun 28 Şubat’ta açıkladığı mutabakat metni, koalisyonu oluşturan partilerin AKP’nin inşa ettiği otokratik rejimdeki sıkışmışlığına tepki olarak hazırlanmış bir belge olarak değerlendirilebilir. Görünen o ki, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne karşı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem adı altında bir alternatif sunma iddiası taşıyan metinde esas olarak, mevcut siyasal sistemde demokrasinin güçlendirilmesi amaçlanmış. Bu çerçevede devlet bürokrasisi ve yargının yeniden örgütlenmesi, yürütmenin daha etkin ve tarafsız denetlenmesi, yargı bağımsızlığının sağlanması, AYM ve AİHM kararlarına uyulması gibi vaatlere yer verilmiş. Söz konusu vaatler, mutabakat metninin “Türkiye’de devletin 2017 öncesine dönüşünü sağlamak”la sınırlandırılmış olduğuna işaret ediyor.
Gerçi YÖK’ün kaldırılması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kadın hakları ve iklim krizinden de söz edilmiş ama metinde bir hayli eğreti duran bu kısımlar; belli ki altı partinin hemfikir olamayıp zevahiri kurtarmak babından iliştirilmiş. Zaten akademik özerklikten söz etmeden YÖK’ü kaldırmanın, İstanbul Sözleşmesi’ni söz konusu yapmadan kadın haklarını inşa etmenin, Kürt sorununun çözümünden bahsetmeden yerel yönetimleri güçlendirmenin, doğayı talan edenin sermaye olduğunu belirtmeden iklim krizine karşı olunacağını ifade etmenin nasıl bir anlamı olabilir ki? Kaldı ki tüm bunlardan söz edilmiş olsaydı bile altı partinin geçmişlerine bakıldığında söyleneceklerin, inandırıcılıktan uzak olacağını iddia etmek de zor olmazdı. Zira mutabakat metni açıklandıktan bir gün sonra bu partilerin Meclis’te AKP ile birlikte hareket ederek HDP’li Semra Güzel’in dokunulmazlığını elbirliği ile kaldırmış olmaları, söz ettiğimiz konulardaki samimiyetlerini göstermek için yeterlidir sanırım.
Altılı koalisyonun ortak metninde en net olan -üzerinde hemfikir olduklarından olsa gerek- “sınıf çelişkilerinden uzak durmak” tavrıdır. Giderek daha kötü koşullarda çalışmaya ve yaşamaya mahkum edilen, haklarını aradıklarında şiddetle baskılanan milyonlarca emekçinin durumu görmezden gelinmiştir. İktidara talip olmanın ötesinde “Yarının Türkiye’si İçin…” diyerek rejimi değiştirmeyi iddia eden bu oluşumun mutabakat metninde “işsizlik, yoksulluk girdabında devlet tarafından elleri kolları bağlanıp sermayenin insafına terk edilen milyonlarca emekçiye dair” (sermaye kesimini ürkütmemek için olsa gerek), tek kelâm edilmemiştir.
Yarının Türkiye’si İçin(!) çıkılan yolda, siyasal sistemi ve devlet bürokrasisini üç-beş yıl öncesine döndürmekle sınırlı bir perspektif, ülkeyi “Dünün Türkiye’si”ne geri döndürmenin ötesine geçebilir mi?
Türkiye’yi, otokratik bir rejimden liberal demokrasinin geçerli olduğu parlamenter düzene geri döndürme çabasını azımsıyor değilim. Ancak bugün gibi “dünün Türkiye’si”nde de darbelerin, işkencelerin, faili meçhullerin, emek sömürüsünün, doğa katliamlarının, ırkçılığın, mezhepçiliğin eksik olmadığını unutmayalım. Demokrasiyi parlamenter sistemden ibaret gören ve “toplumun bilgi edinme, düşünce, ifade, örgütlenme hakkı”nı görmezden gelen bir anlayışın, halkı “ehven-i şer”e mecbur etmekten öte ne anlamı olabilir ki?
Sözün özü: Cumhur İttifakı’nın da Millet İttifakı’nın DEVA ve Gelecek Partisi ile genişlemiş halinin de “toplumun temel sorunlarına ve demokrasi gereksinimine yanıt vermekten uzak olduğu” tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştır. Bu durumda halkların, emekçilerin, kadınların, gençlerin özgürlükçü demokrasi anlayışına sahip bir siyasi seçeneğe olan ihtiyacı her geçen gün artmaktadır. Demokrasi İttifakı’nınsa çalışmalarını bir an önce tamamlayarak topluma “seçeneksiz” olmadıklarını göstermesi gerekmektedir.