Futbol yazarlığı güzel iş. Hepsi için demeyeyim ama özellikle ana akım medyada yazanlar için eğlenceli bir meşgale olmalı; öyle büyük sorumlulukları da yok. Berabere biter dediğin maç 6-0 bitse, üç gün sonra kim hatırlar ki? Ya da biri için “Bundan bi cacık olmaz” desen de, o “cacık” bir sonraki hafta hat-trick yapsa, tek ayak üstüne dikip özeleştiri mi isteyecekler senden?
Sayısı belirsiz ‘savaş analizcileri’mizin bazıları da neredeyse bu sınıra yaklaşmış durumda. Kehanetle analizi karıştıranlar zaten ayrı bir kategori. Son bir haftada “Putin asla şunu yapmaz” diyenlerin listesi hayli kabarık olmalı. Kabarık, çünkü insanların çoğu “şöyle olursa şöyle sonuçları olabilir” demeyi kendine yakıştıramıyor; “şöyle olacak” deyip ganyan oynamayı daha çok seviyor.
Ama oldu işte! Adam girdi bir güzel Ukrayna’ya; öyle sadece tartışmalı yerlere filan da değil, dümdüz girdi. Şimdi herkes pirinç taşı ayıklıyor ve taşlar da sanki pirinçten daha fazla.
Asıl mesele sanırım şu: Dünya kapitalist sistemi, bir kez daha orta yerinden yarılıyor gibi. Şimdilik kesin konuşmak zor. Belki yarılma, bu vakada tam gerçekleşmeyecek ve o eski ‘müttefik-mihver’ blokları o kadar keskin bir sertlikle henüz oluşmayacak ama artık taşlar yerinden ciddi şekilde oynadı. Yani yarın bir müzakere/anlaşma hali ortaya çıksa da, bu deney herkese ders olacak ve özelikle hâkim ABD/NATO/AB bloku dışında kalan kesimler, yarın çıkabilecek yeni krizlere hazırlık olarak kendi mali, askeri, vb. sistemlerini tahkim etmeyi düşüneceklerdir. Ki bu da yeni yarılma ihtimallerini güçlendiren bir etken olacaktır.
90’ların başında her şey çok keyifliydi aslında! Reel sosyalizm büyük bir gümbürtüyle çökerken beklenen şey, bu bütünlüğün toz şeker gibi dağılması ve böylece eski reel sosyalizm coğrafyasının tamamen yağmaya açık hale gelmesiydi. Öyle de oldu zaten ama istenildiği kadar değil. Batılı şirketler bu süreçte çok şey elde ettilerse de cumhuriyetlerin dağılması o kadar da kolay değildi. Eski Sovyet düzeni, belli bir ekonomik işbölümü üzerinde kuruluydu. Bu, (tartışması uzun sürer şimdi ama) doğru bir sosyalizm anlayışının hâkim olması halinde aslında iyi bir şey de olabilirdi; herkesin her şeyi üretmesi gerekmezdi, herkesin petrolü, çeliği, pamuğu, portakalı olması gerekmezdi, vb… Ancak aynı düzen, sosyalizmle ilgisi olmayan bir anlayışla yürütüldüğünde bir saatli bomba anlamına da gelebilirdi ve geldi. İpler çözülüp cumhuriyetler dağıldığında, herkes birbirini boğazlamaya koyulurken aslında merkeze bağlılık da bitmedi. Tam bu noktada, birkaç dengesiz ve birkaç sarhoşun ardından Moskova’da iktidarı ele geçiren Putin, “derinlemesine” devlet tecrübesiyle duruma el koydu ve işleri toparladı. Bir yandan SSCB’nin muazzam altyapı potansiyeline çöken oligarklar çetesine öncülük ederek mafyatik bir kapitalizmi güçlendirirken, öte yandan da zaten çoook uzun süredir “halk ordusu” olmaktan çıkıp dümdüz devlet malı haline gelen Rus ordusunu tahkim ederek özgüveni de tazeledi. Batı’da yüzlerce yılda tamamlanan kapitalist evrelerin Rusya’da birkaç on yılda ve mafyatik yoldan geçilmesinin doğal sonucu elbette baskı ve devlet terörü olacaktı. Bu açıdan, Rus polisinin sıradan bir Avrupa ülkesi polisinden kat kat vahşi olması, eski ‘sosyalist’ ülkelerin burjuva demokrasileri kadar bile özgürlük ortamına sahip olamaması trajik ama anlaşılır bir şeydi.
Çeperde ise bu kez kurulan, yeni türden bir “halklar hapishanesi”ydi. Ama bu kez gardiyanlar, çarlık memurları değil, hepsi birbirinden psikopat, hepsi birbirinden şarlatan, hepsi birbirinden hırsız (ve hemen hepsi de eski KP yöneticisi!) olan adamlardı. Bir yandan halklarının soluğunu keserken, diğer yandan kesesini dolduran bu adamlardan biri itiraz ettiğinde ya da tabandan bir isyan gerçekleştiğinde ise Çarlık (pardon Rus) ordusunun nelere kadir olduğunun örneklerini ise son yıllarda birkaç örnekte gördük.
Sonuç itibarıyla, Ukrayna’da yaşanan da bundan bağımsız değil. Bütün o “Büyük Rus Şovenizmi” edebiyatı ve “tarihsel Rus toprağı”, “Nazileri kovalama” laflarının ardında yatan gerçeklik, Ukrayna’nın ekonomik kaynaklarının kime ait olacağı sorusuna verilen yanıtla ilgilidir. Doğu Avrupa’daki bütün eski sosyalist cumhuriyetleri tek tek yutarak bünyesine dâhil eden (bu arada Kafkasya ve diğer eski Sovyet bölgelerinde de şirketleriyle iş tutan) batılı emperyalistler, son olarak Ukrayna’yı koçbaşı olarak kullanarak Rus sınırına gelip dayandığında, durum artık katlanılamaz hale gelmişti ve patladı.
Yarın ne olur? Kestirmesi zor. Rusya’yı da tatmin eden, hatta bal gibi de onun istediğini veren bir uzlaşma yolu bulunup bu defter şimdilik kapatılabilir ama henüz daha erken bir dönemdeyiz. Şimdilik, karmaşık küresel ekonomi sisteminde herkesin birbirine çok ihtiyacı var, finansal/ticari sistemler ve ilişkiler çok fazla iç içe. Ama bugün yaşananlar, özellikle -tutarsız uygulansa bile- gündeme gelen ekonomik yaptırımlar, Batı dışındaki (Çin’i de kapsayan) dünyada giderek kendi sistemlerini kurma eğilimlerini güçlendirecek ve güçlendirmektedir. Bu ise, ciddi bir yarılma ve daha tekinsiz bir cepheleşmenin koşullarını oluşturabilir. O zaman, daha bugünden Ortadoğu’da ve başka yerlerde süregelen gerilimler dünyayı epey sıcak hale getirecektir.
Lenin’in emperyalizm tanımını ilk okuduğumda çok gençtim ve ilk anda o son maddeyi pek anlayamamıştım: “Yeryüzü topraklarının kapitalist büyük güçler arasında paylaşılmasının tamamlanması.”
Kendi kendime şöyle demiştim o zaman: “Eh, paylaşma tamamlanmış işte. Ok, sorun yok!” Safça tabii. Sonradan anladım ki, sorun zaten tam da o aslında: Dünyanın “paylaşılmış” olması! Çünkü bu, “yeniden paylaşma” ihtiyacı demek ve yeniden paylaşmanın da yolu belli: Savaş!
1991, muazzam büyüklükte bir pazar ve hammadde cennetinin kapılarının açılması hayaliydi. Tamam, açıldı ve bu kadar. Daha fazlasını isteyen, artık riske girmek zorunda kalacaktır; çünkü karşıda despotik yoldan bütünsellik yakalamış bir başka blok vardır. Dahası, dünyanın belirsizlik ve istikrarsızlık bölgelerinde yerel despotlar da kendi çaplarında pürüzler haline gelmiştir ve çok darlandıklarında saf değiştiren bu figürleri de yönetmek artık kolay olmamaktadır.
Sonuç olarak, gelinen noktada, kimse daha doğuda ve daha başka bir tarihten geldiği için mazlum ya da sevimli filan olmuyor. Kapitalizmin mafyatik olanının ehveni şer sayılması için bir neden yok. Bir tarafta yüzlerce yıldır sömürgecilikle, katliamlarla yaratılmış kanlı bir birikim var; diğer yanda ise –bence daha da beteri- resmen bizim 70 yıllık işçi emeğimize ‘çökmüş’ bir soysuzlar çetesi var. Karşımızdaki şey, kapitalist güçler arası bir çatışmadır ve böyle giderse kapitalist bloklar arası bir çatışma haline dönüşme eğilimindedir. 1991-2022 aralığında yorgan gitmiş ama kavga bitmemiş, bu kez absürt bir biçimde eski iki kutuplu dünya yeniden ve bu kez kapitalist temelde yeniden inşa olmaya başlamıştır. Kapitalizmin krizi, enerjiden gıdaya ve doğal kaynaklara dek her alanda derinleştikçe, herkes amiyane tabirle sağı solu tırmalamaya başladıkça yeni gerilimler de haliyle artacaktır.
Dolayısıyla, hiç öyle 70’lerin Perinçek aklıyla “Birinci derece düşman, ikinci derece düşman” gibi “ince” siyasetlere ihtiyacımız yok. Düpedüz, dümdüz “Savaşa Hayır” demeyi fazla basit ve klişe gibi görerek, açık bir kapitalist çıkar savaşının taraflarından birini ‘daha suçlu’ ilan etmek, gereksiz bir çabadan ibaret. Aklı başında hiçbir sosyalist bu kavgada herhangi bir tarafı desteklemek bir yana, bunu ima dahi edemez; bunu yapmasını gerektirecek bir emare de mevcut değildir. Birinin kışkırtarak geride durduğu, diğerinin dümdüz tanklarla daldığı bir savaşın parçası olma sorumluluğunu kimse de taşıyamaz.
Ve tabii başka bir şey daha: Savaş karşıtlığının makbulü, “içeriden” ve “içerideki militarizme” karşı yapılanıdır. Memleketin Ziraat Odalarının bile “Yahu yeter, Efrîn’den çalınan zeytin ve zeytinyağı dengemizi bozdu” dediği koşullarda, bir başka ülkenin topraklarına resmen el koymuş olan kendi devletiyle hesaplaşmadan yapılan jeopolitik analizler, doğrusu ciddiye alınabilir değildir. Rus tanklarının ezdiği arabaların görüntülerini ‘vahşet’ diye paylaşanların, Silopi’de evin içine dalıp Muhammed ve Furkan’ı uykusunda katleden zırhlı aracı görmemesini anlamamız da beklenmesin.
Kısacası, işler ne kadar karışırsa o kadar düz davranmakta yarar var. Emperyalist-sömürgeci hiçbir savaşın hiçbir tarafı olmamız gerekmiyor. Ne dünyada ne de burada!