Feminist Dış Politika çatışmaları bitirmenin anahtarını elinde tutuyor. Çünkü feminizm milyonlarca insanı sürekli savunmasız durumda bırakan şiddetli küresel güç sistemlerini sorgulayabileceğimiz bir mercek sağlıyor bize
Benedicte Santoire
Ukrayna büyük güçler için tehlikeli bir oyun haline dönerken, batı ülkeleri ve NATO Donbas Savaşı’nda sürekli artan çatışmalardan dolayı kaygılı. Rusya, Ukrayna’nın doğu sınırına ve Belarus’un güneyine 120 bin asker ve ağır silahlar yığarak paniği arttırdı. Doğrusu Rusya, sürekli olarak bölgeyi işgal etme isteğini sürekli inkâr etti ve batılı devletlerden bir dizi güvenlik talebinde bulundu. Rusya, NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’a uzanmamasını isteyerek, 1997 yılından sonra ittifaka katılan Doğu Avrupa ülkelerinden NATO güçlerinin çekilmesini talep ediyor.
Soğuk Savaşı andıran bir dil kullanarak iki kutup da birbirini provoke ediyor. Batı, Rusya’yı ağır sonuçlar ve ekonomik yaptırımlarla tehdit ederken, karşılığında Putin verdiği güvenlik garantilerinin hedefe ulaşmayacağını ima ederek 1962’deki Küba Füze Krizini işaret ediyor.
Bununla birlikte, dünya genelinden güçlü politikacılar, diplomatlar, gazeteciler ve askeri stratejistler böyle bir kumarın gerçek hayatta ağır sonuçları olacağını unutmuş gibi duruyorlar: İnsanların güvende olmaması, her tarafa yayılmış acı. Pandemi tüm eşitsizlikleri daha da arttırırken, özellikle kadınlar silahlı çatışmaların yıkımını üstlenmeye devam ediyor.
Batı, diplomatik yollarla biran önce tansiyonu düşürmeli ve bölgedeki askeri varlığını ortadan kaldırmalıdır. Feminist Dış Politika (FFP) ve Kadın, Barış ve Güvenlik Ajansı’nın (WPS) bir parçası olan Kanada da savaştan orantısız etkilenen kadınlarla dayanışmalı.
Büyük güçlerin siyasetinin ardında savaşın gerçek bedeli yatar
Rusya-NATO arasındaki gergin ilişkilerin doruk noktası olarak çerçevelenen genel söylem, insanların güvenliği ile ilgili değil. Aslında, çatışma ölümcül bir hal alsa da, insanların güvenliği bazıları için neredeyse hiç endişe kaynağı gibi görünmüyor. Bu tehlikeli, aşırı erkeksi horoz dövüşü sırasında, provokatif görüşleri ve her bakış açısından analizleri görürüz. Bu düşüncelerde Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği unutuluyor. Oysa savaşın ağır insani bedelleri yıllardır açıkça görülüyor.
Rusya’nın saldırılarına karşı ABD, İngiltere ve diğer NATO ülkeleri 2014 yılındaki Kırım’ın ilhakından sonra sürekli olarak Ukrayna’ya askeri ekipman verdi. Daha az tartışılan şey ise bu yoğun askeri hazırlığın ve silahlanmanın halk üzerinde yaratacağı devasa yıkım. Donbas Savaşı’nın başlamasından beri Ukrayna’nın doğusundaki halk sürekli olarak korku, güvensizlik ve istikrarsızlık içinde yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
Hayatta kalmaya çalışan kadınlar, yerinden edilenler, yaşlılar, romanlar, LGBTQ+’lar ve engelliler gibi savunmasız olan insanlar savaşın en ağır bedelini ödüyorlar. Ayrıca çocuklar da bu süreçte büyük risk altındalar. Çocuklar uzun dönemli travmaların, okula devam edememenin, bombardıman ve mayın tehlikesinin neticeleri arasında yaşıyorlar. (Doğu Ukrayna dünyada en fazla mayınlanan bölgeler arasında yer alıyor).
Savaşın başlangıcından bu yana, yetkililer ve BM mülteciler dairesi yaklaşık 14.000 ölüm, 1.5 milyon yerinden edilmiş kişi ve insani yardıma muhtaç 3.5 milyon insan açıkladılar. Birkaç başarısız barış görüşmesine ve ateşkese rağmen, dokuzuncu yılına giren çatışma daha da şiddetlenerek ortalığı kasıp kavurmaya devam ediyor.
Raporlar, savaş bölgesinin yakınında yaşayan sakinlerin yoksulluk, işsizlik, yıkılan altyapı, sosyal hizmetlerin eksikliği, temel gıdalar, ulaşım ve birinci basamak sağlık hizmetlerine erişememe gibi birçok zorlukla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Ayrıca önceki raporlarda insan kaçakçılığı, hayatta kalmak için seks işçiliğine zorlanmak, cinsel şiddet, yerinden edilme ve ağır askeri varlıkla bağlantılı endişe verici HIV salgınlarındaki artışa dikkat çekiliyordu.
Her savaşta, ortaya çıkan insani kriz, mevcut ataerkil sistemin eşitsizliklerini derinleştirir ve şiddetlendirir. Silah dolaşımının toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle, özellikle de kadın cinayetleriyle nasıl doğrudan bağlantılı olduğu dünya çapında kabul edilmektedir. Ukrayna’da da durum farklı değil. Uluslararası Af Örgütü, sahada hayatta kalanlarla işbirliği içinde, Donetsk ve Luhansk bölgesinde aile içi şiddet vakalarındaki artışı kaydetmişti.
Minsk süreçlerinden dışlanmış olsalar da, 2013’teki Maidan devriminden bu yana kadınlar sivil toplumun tüm alanlarında varlar. Bu da Ukraynalı kadınların yalnızca savaşın mağduru olmadığını gösteriyor. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, kadınlar barış için gereklidir ve onlar olmadan hiçbir barış anlamlı bir şekilde var olamaz. Bu nedenle, kadınlar barış inşası girişimlerinin ve müzakerelerin tüm adımlarına dahil edilmelidirler.
Savaşın feminist analizi
“Feminist” dış politikalara sahip olmakla övünen ülkeler için, kağıt üzerindeki bu “yumuşak” güç ilkelerinin pratikte çabucak unutulduğu açıktır. Bu ülkeler Rusya gibi düşman devletlerle karşı karşıya kaldıklarında, katı bir çizgi benimseyerek, maddi ve devlet güvenliği konularını insan güvenliğinden daha öncelikli hale getirirler. Ancak Kanada hükümeti, kadın haklarına karşı çıkan devletler ve ortaklarla diplomatik ilişkiler yürütürken feminist değerlerini hayata geçirmelidir. Feminist Dış Politika çatışmaları bitirmenin anahtarını elinde tutuyor. Çünkü feminizm milyonlarca insanı sürekli savunmasız durumda bırakan şiddetli küresel güç sistemlerini sorgulayabileceğimiz bir mercek sağlıyor bize. Yaşamı ve en ötekileştirilmişlerin deneyimlerini merkezine alarak öncelik haline getiren feminist dış politika bu noktada geleneksel dış politikadan ayrılır.
Batılı ülkeler Ukrayna’nın koşulsuz egemenliğini, desteklemeye devam etmelidirler. Ancak, NATO’nun genişlemesinin ve daha fazla provokasyonun ne sürdürülebilir barışa ne de gelecekteki çatışma çözümüne yol açmayacağının da farkına varmak zorundalar. Ancak askeri güvenliği toplumsal cinsiyete duyarlı insan güvenliğine göre ayrıcalıklı kılacağını da kabul etmelidirler. Çünkü askeri temelli güvenlik anlayışı toplumsal cinsiyete duyarlı insan güvenliğine olanak sağlamaz.
Kanada, ülkedeki çatışmaların acil etkilerini azaltmak için sahada çalışan sivil toplum örgütleriyle yakın ilişkiye devam etmelidir. Ön saflardaki kadınları, yerinden edilmiş kişileri, aktivistleri, doktorları, hemşireleri ve diğer bakım görevlilerini dinlemelidir.
Yemen’den Afganistan’a, Filistin’e ve Ukrayna’ya kadar feminist bir analiz, basit ama sıklıkla unutulan bir düşünceyi ortaya koyuyor: İnsan yaşamı soyut bir şey değildir… İnsan güvenliği ikincil bir husus değil, aksine tüm savunma, barış ve güvenlik kararlarında merkezi ve kesişen bir nokta olmalıdır.
*Çeviri: Mehmet İnanç
*Kaynak: https://www.mcgill.ca/rnwps/article/our-blog/feminist-reality-check-ukraine-crisis