ViskiRing adlı bir romanla okurun karşısına çıkan yazar ve şair Ahmet Güneş: Ezilenin hikâyesi çok olur
Hüseyin Kalkan
Ben Ahmet’i şair olarak tanıdım. Sonra köşe yazmaya başladı. Köşe yazıları şimdiye kadar dikkatinizi çekmedi ise bunun nedeni bağırmadan yazmasıdır. Günlük hayatta da bağırmaz Ahmet. ‘Ben’ diye söze başladığı hiç yoktur hemen hemen. Ama sıkı köşeler yazıyor. Ama bugün sözünü etmek istediğim şiirleri ve köşe yazıları değil. Ahmet Güneş bir romanla çıkageldi. Hem de usta işi bir romanla. ViskiRing Holden Kitap etiketiyle henüz raflardaki yerini aldı. Yer yer otobiyografik öğeler de taşıyan bir yol romanı, bir cezaevi romanı ve dahası.
Konusu ile ilgili bazı ipuçları vermek gerekirse: Politik mülteci olarak Hewlêr’de yaşayan Zekai Ahmet Güngör (Sonra bir bin zahmetle Zahmet’e dönüşecektir) hakkındaki suçlamaların düştüğünü öğrenince, dönmeye karar verir. Böylece bir kısmı bir cezaevi ringinde geçen Kürdistan boyunca bir yolculuğa başlar. Yegâne eşyası olan viski şişesini hem taşımak hem de çeşitli belalardan korumak zorundadır. Bu yolculukta sadece Zahmet değil, okuyucu olarak bizler de çok şey görürüz. Fazla uzatmadan sözü Ahmet’e bırakacağım, ama şu güzel sözlerin altını çizmeden edemeyeceğim: “Evet, ben hayattan beslendiğim kadar hayatımdan da besleniyorum ve yazmak ile yaşamak benim için hiç ayırt edemediğim bir telaş.”
Her şeyi bir söyleşiye sığdırmak mümkün değil, daha çok söyleşeceğiz Ahmet ile ve romancılığını çok tartışacağız. Çünkü Ahmet yeni romanların müjdesini veriyor daha biz ViskiRing’i okuyup bitirmeden.
Biz seni şair olarak biliyoruz. Zaten 3 tane şiir kitabın yayınlandı şimdiye kadar. Bu defa neden hayatı uzun cümlelerle yazmaya başladın?
Açıkçası yirmili yaşlarımın başına kadar şiirden düzyazıya geçmeyi ihanet olarak görürdüm. Öyle ki burada diyemeyeceğim küfürler sıralardım. Şiir bencildir çünkü. Düzyazıya geçmem, yani kitap olarak, önce deneysel bir metin yazmakla başladı. Panik Seyir adıyla yayımlanan bu deneysel deneme kitabımla uzun cümleler kurmaya başladım ve bunu sevdim. Bir de çocukluğumdan beri günlük tutuyorum. Belki de içerideyken mektup yazarak başladım. Dünya küçük ama uzun cümleler kurmaya müsait ve zorluyor insanı. Neyse ki şiir beni terk etmedi, bu kitabı yazarken de, şimdi de şiir yazıyorum. Ama zaten insan her zaman kendine ihanet eder. Örneğin köşe yazarı olmayı hiç mi hiç düşünmüyordum ama 3 yıldan fazladır her hafta köşe yazıları yazıyorum. Sonuçta yazmak uzun bir yol ve bu yol insanı değiştiriyor. Şimdi ise bilimkurgu bile yazabilirim diyorum kendime, hem de hiç utanmadan.
Buna bağlı olarak senden yeni romanlar beklemeli miyiz?
ViskiRing’den önce bir roman yazmıştım. Yani bu ilk romanım değil aslında, yayımlanmış ilk romanım diyelim. Bahsettiğim roman kitap ebadı olarak neredeyse 400-450 sayfalıktı. Nedense içime sinmedi ve kimseye vermedim. O romandan sonra ViskiRing’i yazdım. Şimdilerde ise ilk romanımı revize ediyorum, hatta yarısını çöpe attım diyebilirim. Bu sene ona çalışacağım. Başka bir hikayem daha var. Ayıptır söylemesi, ezilenin hikayesi çok olur. Kendime görev verir gibi o romandaki ana karakteri ViskiRing’e de yerleştirdim unutmayayım diye, kulp gibi. Bu romanda silik bir karakter gibi görünen Arif Tiltay’ın yani Deli Demo’nun hayatını yazdım.
Hayat demişken ViskiRing ne kadar otobiyografik?
Sakallarım çıkmadan içeri girdim ve 24 yaşına kadar 8 cezaevi gördüm. Dolayısıyla uzak olduğum bir mekân değil cezaevleri. Hep gülerek anlatırım çevreme, Türkiye’nin yarısını devletin ringiyle gezdim derim. Yıllar sonra şunu da düşündüm ama. Sonuçta dışarıdayız ama illa bir yerlerimizde kelepçe var. Gezerken, yaşarken, yemek yerken yani ne yapsan da kelepçelerin var. Devlet var çünkü.
Başıma gelen olaylar da var bu kitapta, kurguladığım ve hayal ettiğim hikâyeler de var. Hatta yazarken bana kendini yazdıran birkaç karakter de oldu. Evet, ben hayattan beslendiğim kadar hayatımdan da besleniyorum ve yazmak ile yaşamak benim için hiç ayırt edemediğim bir telaş.
Romanı birkaç şekilde niteleyebiliriz; Bir yol romanı, bir cezaevi romanı, bir direniş romanı. Sen nasıl nitelersin ViskiRing’i ya da sana göre neyin romanı?
Çevremde soranlara ben de bir yol hikayesi diyorum ama kuşkusuz her okuyan için başka bir tarif biçimi de şekillenir. Ben bir taraftan bir teşhir romanı olarak da görüyorum. Devleti ve genel olarak iktidarı teşhir eden bir roman. Özel olarak ise benim için bir intikam romanı. Devlet beni 3 yıl cezaevinde tuttu. Ben de ona karşı, şimdilik, 7 kitap yazdım.
Yazım sürecinden bahseder misin?
Şiirden gelme bir alışkanlık belki de, yazmadan önce hikayemin kafamda oturması gerekiyor. Tabii roman daha uzun sürüyor. Yaklaşık 4 yıl boyunca bu kitabı hayal ettim, diğer bir deyişle kurguladım. Çünkü yazacağım hikâyeye en önce benim inanmam gerekiyor. Kafamda oturmayan hikâyeyi yazamıyorum. ‘Artık bu tamam’ dedikten sonra başladım yazmaya.
Yazım süreci ise 2 yıl gibi bir zamana yayıldı. O dönem biraz değil de çokça depresyondaydım. Hangi kitabı elime aldıysam yarım bırakıyordum. Sonra benim de okuyabileceğim bir roman yazmak istedim. İlk başta korkuyordum. Aşırı depresif bir dil kurar, hikâyeyi mahvederim diye. Sonra yazdıkça ironi derinleşti. Bir dönem ara verdim bu ironiyi anlamak için. Çünkü esasında bu romanda çok acı var, ölüm var, ölümden dönmek var. Asla mağdur bir dil ile bir sömürge insanını yazmayı kendime yakıştıramadım. Bu yüzden mizaha başvurdum. Deliler, devrimciler, gaspçılar, katiller hepsi birer birer kendine yer buldu hikâyede. Yazdıkça da geliştirdim. Belki eksik kalmıştır ama benim çapım da bu kadar işte.
Bir ring aracının penceresinden de olsa Kürdistan’ı izliyoruz veya hapishane hapishane Kürdistan’ı yaşıyoruz. Bir Kürt romanı diyebilir miyiz aynı zamanda?
Metafor olarak öyle kurguladım. Kürtler bugün Kürdistan’da hapis. Her şeyden önce bir sömürge. O yüzden geçmişe de geleceğe de hep bir engelle, uzaktan bakıyoruz. Bir Kürt romanı evet ama aynı zamanda bir Türk’ün de romanı. Çünkü Kürtlere kurulan tuzak ya da atılan pusu Türkler için de geçerli. Tanımlanmış Türk’ün dışına çıkan her insan Kürtlerle aynı kaderi yaşıyor. Başka bir ülkede, başka şekillerde devletin pususuna düşmüş kişilerin de romanı bu. Diğer taraftan da bu bir minör edebiyat. Öyle tanımlıyorum bu romanı. Bundan önce yazdığım ama yayımlamadığım roman da bunun gibi minör hatta şu günlerde katmanı genişletiyorum ve olabildiğince kendini imha etmesini istiyorum. Umarım bitiririm.
Bir şişe viskinin bir direniş nesnesi olması cesur bir imge. Viski neyi anlatıyor?
Viski esas olarak bu toprakların içkisi değil hatta Türkiye gibi yerlerde zengin içkisidir. Bilerek viskiyi seçtim. Kitapta geçen polisler, askerler, gardiyanlar ya da memurlar için de zenginlerin içkisidir viski. Bu yüzden sürekli gasp etmek istiyorlar. Öte yandan da kitabın mizacına uygun bir direniş nesnesi olsun istedim. Hem iki taraftan da bir direniş. Kitabın ana karakteri Zahmet siyasi bir tutsak. Sol kesimde de içki içmek bir kusur olarak görülebiliyor. İçkisi için direnen bir insan karakteri bu, belki de inadı bu.
Kitabım çıktığında sol gelenekten bazı arkadaşlarım ‘viski nedir yaw!, dedi. Yine bir arkadaşım da ‘muhafazakâr bir insan kitabın kapağına bakıp neden alsın ki’, dedi. Bu birbirinden uzak ama aynı şeye irite olan kesimlere karşı bir mücadele demeyelim de, birbirine benzeşme haline bir şerh. Evet, viski şerh olarak duruyor hikâyenin orta yerinde. Karakterim zaten sigara paketleri için bu kadar çabalamıyor ama viski için tüm yazılı hukuku hem de onu hapseden hukuku bir karşıkoyuş olarak, bir baskı, bir tehdit biçimi olarak kullanıyor.
Ahmet sanki bir hiciv romandan daha fazlası. Mizah unsuru çok güçlü ama okurken aynı zamanda hüzünleniyorsun, üzülüyor ve öfkeleniyorsun. Ne kadar benziyor Kürdün günlük hayatına?
Öfke ezilenler için nefes almak gibi bir şey. Hayati bir ihtiyaç ve yarın barış konuşulacaksa bu öfke duygusu haysiyetli ve samimi bir kardeşliği getirir diye düşünüyorum. Hapis, sürgün, ölüm, direniş ve ikiyüzlülük gördük hep… Maalesef hayatımız sürekli bunlarla geçiyor. Kaderimiz bu değil ama romanda da bir savaşçının dediği gibi, mesleğimiz direnmek oldu bizim. Yani Kürdün yüzyıldır verdiği mücadele, gördüğü baskı buraya, bu romana böyle Kürtler getirdi, ama eksik ama saçma!
Senin Kürtçenin de iyi olduğunu biliyorum. Kürtçe yazmaya başlayacak mısın ya da kitaplarını Kürtçeye çevirecek misin?
Kürtçe yazmak konusunda kendime hiç mi hiç güvenemiyorum. Konuşmada iyiyim ama yazmakta kendimi geride görüyorum. Belki de bilerek, kendimi sürgün ediyorum dilimden. Bunu tam olarak açıklayamam. Yalnız, bilinecektir; bu kitabı bir Kürt zorla öğrendiği, bildiği bir dilde yazdı. Çeviri konusuna gelince, Kürtçeye çevrilirse belki okuyanda başka bir duygu da yaratabilir ama anadilimde yayımlanması beni gururlandırır.
Son soru. Bundan iyi film olur değil mi?
Bu kitabı henüz yayınevine göndermeden önce, birkaç arkadaşıma ve kalemine güvendiğim, sevdiğim yazarlara gönderdiğimde, sinematografik bir dille yazdığımı belirttiler. Ben bunu hiç bilmiyordum. Yazarken de fark etmedim, düzeltirken de. Hep beraber bakalım ViskiRing’in maceralarına…
***
Künye
Kitap Adı: ViskiRing
Yazar: Ahmet Güneş
Yayınevi: Holden
Sayfa Sayısı: 143