Salih Yılmaz
Kürtlerin birlik sorununu içerisinde bulunduğumuz dönemin koşullarına göre yeniden ele almamız gerekiyor. Yüzyıl önceki sürece göre birlik sorununa yaklaşılırsa, bugün yapıldığı gibi birlik adına çok şey söylenip ama az yol alınmış olur. Ayrıca boşa konuşmuş ve hata yapmış oluruz. Kürtler çok kritik bir süreçten geçiyor. Böylesi bir süreçte Kürtler için, Kürt halkının varlık ve özgürlük davası için bir şey yapılacaksa mücadele sahasında olunarak, bedel ödeme göze alınarak yapılabilir. Bunun dışında yapılacaklar sadece lafta kalır. Adı “yapma” olur, ama gerçekte bir şey yapılmamış olur. Özellikle siyasi mücadele alanı içerisinde bulunan örgüt ve aktörlerin doğru tutumun nasıl olması gerektiğini tartışmaları ve bu konuda netleşme yaşamaları gerekiyor. Bu yapılmadan işte görüldüğü gibi gereken mesafe alınamıyor.
Yüzyıl önce Kürtlerin birliklerini sağlayamamalarının çeşitli nedenleri vardı. Bu nedenlerden en belirleyici olanı ulusal bilincin zayıflığıydı. Bunun dışında da birçok önemli neden vardı. Ama belirleyici olan toplumun içerisinde bulunduğu durumdu. Fakat zamanla ve elbette mücadelenin gelişmesinin sonucunda bu yetersizlik aşıldı. Kürt toplumu bugün ulusal bilince ve yurtseverlik duygularına sahiptir. Zaten Kürt halkı on yıllardır her yerde kesintisiz bir mücadele içerisindedir. Bununla birlikte ve belki de bunun sonucunda Kürtlerin birliği önünde farklı bir engel ortaya çıktı. Bu engel, dış güçlerin desteğine dayanarak halk-ulus üzerine hakimiyet kurmuş ulus ve ulusallık karşıtı güçlerin varlığıdır.
Ulus karşıtı olan bu güç KDP olarak karşımıza çıkmaktadır. KDP dış güçlere dayanarak varlığını sürdürüyor. Ancak dış güçlerle ilişkisi öyle siyasi bir ilişki gibisinden değildir. Çünkü KDP’nin dayandığı dış güçlerin başında Kürt soykırımını yaratan ve bunu gerçekleştirerek Kürt varlığını tümden ortadan kaldırmayı hedefleyen sömürgeci Türk devleti gelmektedir. Bu da normal görülüp geçilecek bir durum değildir. Çünkü Türk devletinin Kürtlere yaklaşımının ne olduğu bellidir. Hele AKP-MHP’nin başında olduğu ve devlet bekası söylemi etrafında belirlenen hedefler ve yürütülen politikalar düşünüldüğünde durumun ne olduğunu anlamak zor değildir. Türk devleti ve devletin başında bulunan AKP-MHP iktidarı, Kürt soykırımını tamamlamak ve Kürt varlığını tümüyle ortadan kaldırmak istiyor. Bunun için de öncelikle Kürtlerin varlık ve özgürlük mücadelesini veren hareketi yok etmek istiyor. Çünkü Türk devleti, Kürt özgürlük hareketini yendikten sonra geriye kalan diğer Kürt örgüt ve çevrelerini çok zorlanmadan ortadan kaldırabileceğini düşünmektedir. Bundan dolayı öne çıkardığı konu PKK’nin bitirilmesi olmaktadır. Türk devletinin kendine göre yol haritası vardır. Tayyip Erdoğan’ın siyasi aktörü olduğu bu planın çeşitli aşamaları vardır ve Tayyip Erdoğan çeşitli tarihleri zikrederek bunu her gün dile getirmektedir. Türk devletinin KDP’yle içerisine girdiği ilişki bu durumun bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır.
Peki Kürt varlığı tümden ortadan kaldırılabilir mi? Elbette Kürtler mücadelelerini sürdürdükçe kimse buna muvaffak olamaz. Fakat hiç olmayacak bir şey yoktur. Türk devleti tam da bu olguyu, yani öncelikle Kürtlerin mücadelesini ortadan kaldırmayı hedefliyor. PKK’yi bitirdikten sonra kendisi için yepyeni bir durumun ortaya çıkacağını hesaplıyor. Elbette Türk devleti tek tek her Kürdü öldürerek değil, Kürtleri toplumsal bir varlık olarak ortadan kaldırarak bunu yapmayı düşünüyor ve yapmaya çalışıyor. Günümüzde birkaç günde yüz binlerce nüfusa sahip şehirler boşaltılıyor ve hemen başkalarıyla doldurulabiliyor. Birçok Kürt şehri bu hale getirildi. Efrin, Kerkük, Serêkani vb. yerlerde bu yapıldı. Dünya ve bölgedeki konjonktür bunların yapılmasına imkan veriyor. Tekniğe dayalı yeni savaş biçimi de böyle bir durumun ortaya çıkmasına hizmet ediyor. Ancak Türk devleti PKK’nin varlığından, yürüttüğü mücadeleden ve ortaya çıkardığı siyasi dengelerden dolayı tüm Kürdistan’ı böyle bir sürecin içerisine koymayı göze alamıyor. PKK’nin yok edilmesine öncelik vermesinin bir boyutu da bu olmaktadır. İşte size Türk devlet gerçeği ve AKP-MHP politikaları.
Gelgelelim KDP gerçeğine. KDP ulusal bir duruş ve tutum içerisinde değildir. Çünkü KDP böyle bir yapı değildir. KDP, Kürdistan’ın bir bölümü üzerinde hakimiyet kuran ve hakim olduğu bölgede azımsanmayacak bir ekonomik tekeli kontrol eden bir örgüttür. Ulusal söylemleri geliştirmesi böyle olmadığını göstermez ya da söylemler gerçeğin kendisi olmazlar. Fakat KDP’nin Türk devleti ve AKP-MHP’yle içerisine girdiği ilişkinin yeterince anlaşılmadığı görülüyor. Gerçekten de KDP’nin bütünlüklü bir bilimsel tahlili henüz yapılmamıştır. Bu yapılmadan hakikatin ortaya çıkması mümkün olmaz. Herkes kendi cephesinde bunu yapmalıdır. Bu yapılarak gerçekler ortaya konmalı ve buna göre tutum alınmalıdır. Bu yapılırsa o zaman Kürtlerin birliği sağlanır ve Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesi başarıya ulaşır. KDP’ye tutum alınmazsa var olan ihanet durumu gizlenmiş olur. Sadece ihanet gizlenmiş olmuyor, ihanetin daha da derinleşmesine yol açıyor. Kürt siyasi aktörleri bu gerçeği bilerek yaklaşım geliştirilmelidirler.
Sözün kısası, herkese aynı mesafede olunarak, kimseyi karşıya almayarak ulusal birlik sağlanamaz. Bu yaklaşım tam tersine ulusal birliğin sağlanmasını daha da zorlaştırmaktadır. Çünkü bu şekilde yurtseverlik ölçüleri ve çizgisi netleştirilip ortaya konulmuyor. Halbuki yurtseverlik muğlak, herkesin kendine göre ele alacağı bir olgu değildir. Başa dönersek, ulusal birlik yurtseverlik çizgisinin gerektirdiği tutum alınarak ve mücadele edilerek sağlanabilir.