Kenan Kırkaya
Geçenlerde markette, 35’li yaşlarında başörtülü bir kadın son dönemlerde astronomik düzeyde artan yağ fiyatlarına veryansın ediyor; türlü belalar okuyor, bildiği bütün ulvi ve ilahi güçlere yakarıyor, ülkeyi bu hale getirenleri mahşeri adalete havale ediyordu. Kadın öfkeliydi, dertliydi, canı burnunda soluyordu. Çalışıyorsa aylığını daha almadan tüketmişti, işsizse borç aldığı para suyunu çekmişti. Eli marketteki en küçük sıvı yağa gitti, dakikalarca düşündü sonra onu bıraktı, bir paket margarin aldı; kasaya yönelirken aynı yakarışı, bela okumayı tekrarladı.
Önünde kasa sırası bekleyen orta halli, beyaz yakalı, sınıfsal olarak daha beyaz, kültürel olarak daha üstenci, fakat umarsız, lakayt, her türlü tepkisi sönümlenmiş 50’li yaşlarında bir başka kadın hafifçe arkasını dönerek göz ucuyla yakaran kadına döndü, küçümseyici bir bakış attı. Hafiften başörtülü kadını sezdi ve muhtemelen içinden “hep sizin yüzünüzden bu durumları yaşıyoruz” diye geçirdi.
Tekrar önüne dönerek yakaran kadına arkası dönük bir şekilde ve bıkkın bir ses tonuyla “yeni mi fark ediyorsunuz fiyat artışlarını?” dedi belirli belirsiz. Başörtülü kadın sorunun içerdiği suçlayıcı imayı ya anlamadı ya da anlamazdan geldi. “Hayır yeni fark etmiyorum fiyat artışlarını, bugün fark ettiğim şey fiyat artışı değil bir gün önce artan fiyatın bir sonraki gün bir daha artmasıdır, artan fiyatın artmasıdır” dedi aynı tepkili ses tonuyla. Beyaz yakalı kadın aynı umarsızlıkla ve “çok da muhatap almaya değmez” alaycılığıyla “evet onu diyorum ben de, bu fiyatlar her gün artıyor” dedi. Kasada sıra bekleyen yurdum insanının yoktu birbirinden farkı. Kimi işsiz, kimi aşsız ama çoğunlukla umarsız bir insan topluluğu birbirine dert yanıyordu ve hatta dert yanmaktan bile usanmıştı.
Evet fiyatlar her gün ve istikrarlı bir şekilde artıyordu. Toplumun bir kısmı tepkiyi içe yöneltirken, bir birine suçlayıcı gözlerle bakarken bir kısmı hemen her gün yaşanan fiyat artışlarını kabullenmişti. “Yeni” olmayan eskimişti, eski olan alışkanlığa dönüşmüştü. Topluma yaşatılan acı ve zulüm kötülüğün sıradanlığıydı ama toplum da alışmanın, normal karşılamanın felç eden kötülüğünü yayıyor ve hatta yeniden yeniden üretiyordu. Kötülüğün sıradanlaşması kötülüğü dayatanların gücünden değil kötülüğü yaşayanların kabullenişindendi, o kötülüğe alışmalarındandı.
Öyle değil mi artık biraz halimiz? Evet mücadele edenler, itiraz edenler var, hala büyük bedel ödeyenlerin hakkı ödenmez ama geri kalanların çoğu alışmadı mı olan bitene? Çoğumuz bir şekliyle yaşanan her türlü felaketi daha az tepkiyle karşılamıyor muyuz? Katliamlara, ölümlere, kayıplara, her gün cezaevinden cenazelerin çıkmasına gösterdiğimiz tepki cılız olmanın da ötesinde yok denecek kadar az, görünmeyecek kadar zayıf değil mi? İrademize el konularak, belediyelerimizin gasp edilmiş olmasına bırakın tepki göstermeyi, daha az konuşur hale gelmedik mi? Geçmişte Kürt toplumunun kıyamet kopardığı tecrit meselesinde bile ciddi bir duyarsızlık yok mu? Yozlaşma, düşkünlük, koruculuk, muhbirlik gibi toplumu çürüten ve geçmişte büyük bir ayıplama ile karşılanan durumlar bugün az biraz sıradanlaşmadı mı, neredeyse normal karşılanmıyor mu?
Anayasanın askıya alınması, hukuksuzluğun hukuk haline getirilmesi, AİHM ve AYM kararlarının uygulanmaması vaka-ı adiyeye dönüşmedi mi? Çetenin, mafyanın, siyasetin iç içeliğini bu konudaki ifşaları adeta bir pembe dizi sakinliğinde izlemiyor muyuz? Hırsızlık, rant, talan ve yalanı günlük yaşamın bir parçası gibi sakince karşılamıyor muyuz? Evine ekmek götüremediği için insanların kendisini yakmasını büyük bir “soğukkanlılıkla” karşılamıyor muyuz? Yandaşların semirmesi bütün yakınmalara rağmen sürmüyor mu? Şadi Şirazi’nin “Düşmanlarınızla oturup kalkan sizin dostunuz olamaz” tarifine denk düşen ve cezaevinden çıkar çıkmaz soluğu kendi partisini kapatmaya çalışan derin devlet uzantılarının yanında yer alan bazı “siyasetçilere” hala kendisini konuşturma zemini sunulmuyor mu? Hikâye, kurbağanın suyunun ısıtılması hikâyesi değil mi?
Ama bütün bunların kalıcı değil geçici olduğuna inanıyorum. Toplum o kadar ağır ve sistematik saldırılara uğradı ki kimi toplumsal refleksleri geçici olarak felç edildi. Tepkisizlik biraz da bunun sonucu. Geçmişte Kürt toplumu da Türkiye toplumu da bu tür atalet süreçlerini yaşadı ama sonrasında ayağa kalkıp toparlanmasını bildi. Bunu yeniden başarabilir, başaracak da. Bu değişim elbette kendiliğinden olmayacak, ya öncüleri bu değişimi yaratacak ya da toplum yeni öncüler çıkaracak. Demokrasi ittifakı dâhil bu durumdan rahatsızlık duyan ve duruma müdahale etmeye çalışan çabalar umutları tazelese de daha fazlasına ihtiyaç var.