Zarif olanı kavramıyor, kaybolanı kapsamıyor, insanileştirmiyor. Bütünleyemeyen bir öğe şimdilerde, yalnızca avına duyarlı içten pazarlıklı bir bakış kırgınlığı. Apaçık ortada, yüceltmiyor acı bugün, çünkü vaktiyle sağaltan o arındırıcı güçten yoksun. Zamana hâkim olan duygunun sadece şiddetli korku titreşimleriyle kendisini dışavurumunda, bunu anlamış olmanın getirdiği bir ağırlık var. Boyunduruk altına girdikten veya daha en başından köleliği benimsedikten sonra, içten dışa aktarılan her titreşim gibi acı da yalnızca acının bir taklidi olarak sırıtmak zorunda. Bir serçe parmağı kesiğinin sancısı, bugün içine topluca sığışılan ulvi acıların tamamına baskın ve hepsinden daha gerçek. Bir bıçak kesiği şu garipliği anlamaya yarıyor: Zamanının sonuna geldiğinde, zaman başa doğru sarar. Öyleyse ruhsal evrene yükseltilmiş olan her şey, ancak fiziksel düzeye alçaltıldığında yitirilmiş beşeri görkem yeniden parlar.
Acı çektiğini söylediğinde yalana sığınmadığı ve samimi olduğu tek an, fiziksel bir acıya maruz kaldığı an belki de. Şoke edici fiziksel acı zihni bulanıklığından arındırır, erdem örtüsünün altına süpürülen bütün çöpleri olağanüstü bir çeviklikle dışarı atmamızı sağlar. Vücuttan akan kanın zihin üzerinde bıraktığı etki, şiddetli bir aydınlanma anındakinden hiç de aşağı değildir. İnanç gibidir o da, bir kez kaybettin mi her şey net olarak görünür. Öyleyken kendi üstüne kapanmış insan, yalnız kendisini görüp işittiği bu acı dolu anda -tıpkı acıyla uluyan herhangi bir hayvanda olduğu gibi- tabiat onu kendisinin saf ve bozulmamış biricik bir parçası olarak özümseyip yüceltebilirdi. Ne var ki, burada bozulmuş insan ruhudur ve bu ona, fiziksel bir acıyı manevi bir acı olarak sunma becerisini kazandırmıştır.
Manevi acıları fiziksel acılar bastırabilir ve insanı doğuşundaki güçsüzlüğüne gerileten bu alçaltma, onu yine de daha az insan kılmayabilirdi. O vakit yalnızca kendisiyle ilgilenir ve bir başkasıyla ilgilenmek zorunda olmayışını da bir rastlantıdan çok olağan kabul eder veya bunu hiç aklına bile getirmezdi. Zamanın tüm katmanlarını ve insan ruhunun bütün kıvrımlarını kendisiyle dolduran yalan, bu yönelimi saflığından koparır. Buradan ruhsal evrene çarpıtılarak aktarılan her duygu, öz niteliğinden başkalaşıma uğrar ve ancak yıkıcı bir sahtelik olarak kendisini sunar. Acı soylulaştırır ve anlamayı sağlardı, tıpkı şiddetli bir fiziksel darbede zihnin olan biteni eksiksiz bir biçimde kavraması gibi. Kaynağıyla ilintisiz, ruhsal evrene hile yoluyla yükseltilen duygunun dayanıksızlığı, şimdiki zamanda ve bugünkü dünyada ancak onu taşıyanın kötücül doğasını yansıtabilir.
Bu yüzden bugün pazarlanan acı sadece çirkinleştiriyor, kendisini taşıttığı insanı ikiyüzlü bir varlığa dönüştürüyor. Çünkü gerçekten de acısını hissetmek ve duymak şurada kalsın, bir başkasının maruz kaldığı yıkım ona yepyeni imkânların kapısını açıyor. En azından sömürgede acı ve onunla ilintili duyguların sığındığı çehre ve kazandığı yeni biçim budur. Çocuğunun veya sevdiğinin sabırsızlıkla beklenen kaybı sadece maddi bir getiri sağlamıyor, aynı zamanda etrafındaki herkesin de ayrı bir sahtekarlıkla onayladığı manevi bir konum bahşediyor. Acımasız gibi gelebilir, ama olduğu gibi görmeye tenezzül eden bakış, yığınların kararmış ruhunda sürüp gidenin, soylu ıstıraplardan apayrı bir şey olduğunu teslim edecektir. Sömürgede insan çehresine gerçek ifadeyi veren belki can sıkıntısı, belki endişe, belki açgözlülük, belki para, daha baskın olanı belki korku, belki de bunların hepsi, ama acı değil. Gerçek bir sızı, bugün ancak parmağı kanadığında duyabildiği bir şey. O yüzden bugün edebi metinlerinden ritüellerine, işitsel ve görsel materyallerinden gündelik hayatlarına acı diye yüzeye vuran, yalnızca sakınmasız riyakârlığın o yırtıcı duygusu. Gözlerinin ve dudaklarının kıyısına yerleşen de sadece haysiyetsizliğin ve en ucuzundan bir samimiyetsizliğin bölüşülen ifadesi. Fazladan, belki birkaç damla gözyaşı. Ama o kadarını bir kedi de esirgemez; yavrusunu yemeye karar verdiğinde, önce toza bulayıp fareye benzetirmiş o da.