Beyza Üstün
Ekonomi kriz; ülkede yaşayan halkların, emekçilerin tarafından her geçen gün daha yakıcı yaşanıyor. Meydanlar, yoksulluğun söze dökülmesi ile, – geçinemiyoruz, dayanamıyoruz– diye buluşan halkların sesi ile yankılanıyor. İşçiler, siyasi iktidarın kendilerine sus payı olarak verdiği asgari ücreti aşan zamların ardından, çalışma koşullarının, emeğin sömürüsünün her geçen gün artmasını karşı iş bırakarak direnişi büyütüyor. Halklar aldıkları temel gıda maddelerini bir önceki günden zamlı alırken, bunlara eklenen su ve elektrik faturalarına birlikte isyan ediyor: –kabul etmiyoruz-.
Bu saldırı ve direniş karşıtlığında yaşanan sürecin faturaların dışında yansımaları -sessizce gidişler- pek fark edilmiyor. Eklemleniyor ama pek fark edilmiyor: havalar soğuduğunda otobüs durakları, merdiven altı, bir bank ya da hastanenin acil servisi bu gidişlere tanıklık ediyor. Diplomanın bir hiç olduğunu kendine oy verenlerin algısına geçiren siyasi iktidarın yönetiminde, elinde umutları ile bezediği diplomalı işsizlik intiharları yaşananlara eklenmeye devam ediyor.
Alanlardan yükselen seslere kulaklarımızı kapasak da, sessizce yok oluşa gözlerimizi yumsak da evimizin içine kadar giren, bizleri doğrudan tehdit eden faturalar hepimizi bu atıllıktan çıkarabilecek mi bu henüz bilinmiyor. Gözümüzün içine sokulan zamlar; yazın yaşanılan musilaj gibi, birkaç ayda bir tekrarlayan seller gibi, toplumları kırıp geçiren Covid virüsü salgını gibi, iklim krizi gibi yaşamakta olduğumuz siyasi sistemin sadece sonuçlarından birisi. Aslında hepimiz sistemi değiştirmeden yaşadığımız sorunu değiştirmemizin mümkün olmadığının ayırdındayız. Biliyoruz ki; bugün bu faturalarda bizlere yansıyan zamlar herhangi bir müdahale ile azaltılsa bile, sistemi değiştiremezsek, sistemin çarkları bizi öğütmeye devam edecek.
Bahadır Özgür bir değerlendirmesinde 150 KW’ya kadar elektrik harcamasına % 52, üstü harcamaya % 127 zam geldiğini yazdı. Su faturaları elektrik faturaları ile yarışır hızla sürüyor. İstanbul BB 10 m3 su tüketen bir konutun harcamasının 52.4 Lira olacağını açıkladı, sonrası kademeli artıyor. Her yerel yönetim kendi belirlediği su fiyatını halklara yansıtırken, hatırlayacaksınız suyu ücretsiz veren Dikili belediye başkanı sırf bu nedenle yargılanmış, Mardin HDP’li Belediye eş başkanları da suyu ucuzlatacağının açıklamasını yaptıktan hemen sonra kayyımla görevden alınmış ve tutuklanmıştı.
Suyun metalaştırılmasına ilişkin ilk “yasal” hamle DSİ tarafından yapıldı. 26/6/2003 tarih ve 25150 sayı ile yayınlanan Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliği ile doğadaki tüm suların kullanım hakkı şirketlere elektrikle ilgili üretimleri yapma gerekçesi ile verilmiş oldu. Böylece o güne değin el altından sürdürülen izinlere resmi bir dayanak sağlanmış, 1992 Dublin’de BM Su ve Çevre Konferansı’nda alınan suyun ve suyun akışta olduğu havzasının kapitalizme sunulması kararları Türkiye için yürürlüğe sokulmuş oldu.
Sonrasında olan olayları birlikte yaşadık, halen de yaşıyoruz. Halklar, bu kararlarla birlikte gelmekte olan saldırıların hızını tahmin bile edemezken, Dünya Su Konseyi 2009’da İstanbul’da 5. Forumunu yaparak bu işin ne kadar organize ve uluslararası düzeyde yürütüldüğünü göstermekte gecikmedi. Bu saldırı organizasyonu başlar başlamaz köy köy o dere yamacı senin, bu dere yamacı benim diyen, derelerin yanında, yamacında yaşayan halklar ve ekoloji örgütleri, birlikte yaşama yapılan saldırılara karşı durmaya, suları korunmaya başladı. Yerelde başlayan her saldırı mücadele edenleri daha çok birbirine kenetledi.
Ekoloji mücadeleleri; Bergama altın madenine karşı verilen mücadele öğretilerine, yaşama, yaşam alanlarına başlatılan müdahaleye ve bunu yaratan kapitalist sisteme karşı birlikteliği ekleyerek büyüdü. Munzur’la, Fırat-Dicle ile Anadolu’nun, Trakya’nın dereleri buluştu, Dereler kardeşliğini ilan etti. İşçiler Murgul’da madene karşı duran halkların mücadelesini işçi sınıfının gücü ile destekledi. Yaşamı savunan halkların karşısında çıkan devletin güvenlik güçleri iş makinalarını alana sokarak, mücadele edenlere tazyikli suyla, biber gazı ile saldırarak bu işin ne kadar politik bir dayatma olduğunu, öldüresiye bu kararların uygulamaya sokulacağını bizlere göstermiş oldu.
Ellerimizde tuttuğumuz bizleri kavuran o faturalar; alanlarda halkalara, ekoloji örgütlerinin yürüttüğü mücadelenin nedeni, suyun metalaştırılmasının, su havzalarının şirketler tarafından ortaklaşan kullanımının bizlere yansıması, yok edilen demokrasinin, imar planı değişikliği ile saldırıların sonucu. O faturalar evimize kadar giren sermayenin iktidarla birlikte bizlerin yaşamına doğrudan müdahalesinin sadece bir boyutu.
Çözüm bizlerde, bu topraklarda yaşayan halklarda; su, enerji, barınma, eğitim, sağlık yaşam hakkıdır. parasız edinilir. Su şirketlerin değil yaşamın, doğanın hakkıdır, satılamaz. Sorun fatura değil, kapitalist sistemin, onunla güçlenen rejimin sürmesi, var olması. Söz de, karar da Bizlerde. Sıra bizim…