İlham Bakır
Bir kültürel paradigma yaratılmadan, bu kültürel paradigmanın toplumsallaşmasını sağlayacak, toplumun değişim ve dönüşümünü sağlayacak pratiğini, özellikle sanatsal üretimini gerçekleştirmeden siyasal alanda yaşanacak gelişmeler ve elde edilecek kazanımlar ne kadar büyük olursa olsun kapitalist sistem karşısında yenilgi kaçınılmazdır. Hatta bir kültürel paradigmanın desteğinden yoksun siyasal ve askeri zafer ve kazanımlar çoğu zaman sitemin kendisini yenilemesinin ve yeniden yaratmasının aracı haline dönüşmüşlerdir. Bugün sistemin kendini bu denli güçlü ve etkili sürdürebilmesinin temelinde muazzam bir kültürel paradigmaya, devlet ve iktidar merkezli bir kültürel paradigmaya sahip olması ve bu kültürel paradigmanın toplumsal düzlemde yarattığı meşruiyettir.
Her toplum kurduğu kültürel paradigmayı sürdürecek ve aktaracak kendine özgü anlatım odakları ve anlatı biçimleri yaratmıştır. Düşten gerçeğe sınırsız çeşitliliği içinde barındıran bu anlatılar, toplumsal düşüncenin en yoğun şekilde dışa vurulduğu alanlardır. Anlatı geleneği bir kültürün taşınmasında büyük bir güç ve anlama sahiptir. Özgürlük hareketinin toplumsal düzeyde yarattığı zihniyet dönüşüm ve inşasının gücü devletçi kültürel gelenekle halkçı kültürel geleneğe dair gerçekleştirdiği güçlü tahlillerden gelmektedir. Halkın bin yıllar boyunca toplum olarak kalabilmeyi savunmak, ortakçı değerleri koruyabilmek için geliştirdiği kültürel gelenek ve bu geleneğin diyalektiği doğru tahlil edilmiş, bu geleneğin içine sızan devletçi gelenek unsurlarına ilişkin çok güçlü bir eleştiri, teşhir ve mücadele pratiği ortaya çıkarılmıştır.
Her sanatsal üretim özü itibariyle anlatısaldır ve kendini bir anlatı geleneği üzerinden kurarak şekillendirir. Sonrasında bu anlatı geleneğini değiştirip dönüştürebildiği gibi başka bir gelenekle ilişkilenebilir yahut yeni bir geleneğin inşasına yönelebilir. Bugün Kürdistanlı sanatçıların yaşadığı en büyük açmaz ve kaotik durum gelenekle kurdukları marazi ilişkiyle doğrudan ilintilidir. Yenilikçilik ve özgünlük adına geleneğin reddiyesi üzerine kurulan üretim ne kadar büyük bir savrulmaysa; gelenek adına güzellemesi yapılan ve sanatsal üretimin merkezine alınan şeyin de devletçi geleneğin cinsiyetçi, iktidarcı, hiyerarşik birçok hastalığını barındırdığını fark etmemek de o denli büyük bir savrulmaya tekabül eder. Her türlü anlatı kurma, özgün anlatı biçimleri yaratma ve sanatsal üretimi şekillendirmede sanatçının yaşadığı temel sorun siyasal paradigmayı kendi sanatsal üretimi içerisinde bir kültürel paradigmaya dönüştürememe, gelenekten kopuk yahut geleneğe körü körüne bağlı kalma ve buna bağlı yaşadığı savrulma yahut sığlıktır.
Sanatsal üretimlerde nasıl bir anlatı dilinin kullanılacağı, bu dilin nasıl bir biçime kavuşacağı, söz gelimi bir sinema filminde hikayenin ne tür çatışmalar üzerine kurulacağı, nasıl bir kurgu, nasıl bir zamansal mekânsal bağlam kurulacağı, Kürdistan toplumu ve Kürdistan coğrafyasının kültürel arka-planını irdelenmeden, Kürdistan toplumunun geleneğini göz önünde bulundurmadan, bu coğrafyada yaşayan tüm halkların, inançların ve kültürlerin kodlarına vakıf olunmadan, tüm bir coğrafyanın geleneğini anlatmanın ve sürdürmenin en temel aracı olan hikaye anlatma geleneğine bakmadan kurulacak hiçbir yeni anlatı, anlatılacak hiçbir hikaye, çekilecek hiçbir film ne biçim ne de öz itibariyle bu coğrafyaya ait olmayacaktır. Bu coğrafyanın ve tüm insanlık coğrafyasının sinemasına, romanına, resmine, tiyatrosuna, müziğine dair doğru hikayeler kurmak, sahici karakterler yaratmak ancak kültürel bir paradigmanın ışığında güçlü bir eleştiri üzerinden gelenekle kurulacak bağla mümkündür.