Erol Katırcıoğlu
Son günlerde Erdoğan, muhtemelen kurlarda bir istikrar sağlamış olmanın özgüveniyle ekonomi üzerine konuşmaya başladı. Başladı ama başlamasıyla da, dilim yalan demeye gitmiyor ama gerçeklerden kopuk bir hikaye anlatmaya başladı. Kendi hikayesi olarak anlattığı bu hikaye hiç de öyle övünülecek bir hikaye değil aslında. Ama anlaşılan kimse ona bunu söyleyemiyor. Tabi kolay bir şey de değil kendinin gerçekten “ekonomist” olduğunu düşünen bir cumhurbaşkanına bunu söylemek. Ama yine de gerçeklerden söz etmemiz gerek.
Erdoğan diyor ki “Eski Türkiye ile bugünkü Türkiye fotoğraflarının doğru, vicdanlı, ahlaklı, sağlıklı mukayesesini yapmak hepimizin görevidir”. Bu cümleyi söyledikten sonra da dünyanın imrenerek baktığı şehir hastanelerinden, sayısını 56’ya çıkarmış oldukları havalimanlarına, 100 bin megawat kurulu enerji gücümüzden, yerli ve milli katkı oranının yüzde 80’lere varan savunma sanayimize kadar birçok şeyi övünçle sayıyor. Hakkıdır tabii ki. Ama 20 yıllık bir iktidarın kendi öyküsünün bir başarı öyküsü olarak anlatması yalnızca 20 yıl önceki Türkiye ile kıyaslamaktan değil aksine aynı dönemde başka ülkelerin de ne yaptıklarına bakarak değerlendirilmesi gereken bir husustur. Çünkü ülkeler arasında gelişme bir tür yarışsa bu yarışta sizin performansınızın yanı sıra diğerlerinin performansının da önemi çoktur. Çünkü siz koşmuşsunuzdur ama sizden daha hızlı koşanlar varsa aslında siz kendinizi ilerledim sanırsınız ama aslında geride kalmış olursunuz.
Biraz açalım: Mesela 2002 ila 2020 arasında milli gelir, Belarus’da yüzde 4, Kazakistan’da yüzde 8, Romanya’da yüzde 6, Rusya yüzde 4 artmışken Türkiye’de yüzde 3 artmıştır. Rastgele aldığım bu ülkelerle karşılaştırdığımızda, evet Türkiye bu yıllar arasında milli gelirini dolar cinsinden yüzde 3 arttırmıştır ama verdiğim ülkelerin hemen hepsi Türkiye’den daha fazla milli gelirlerini arttırmışlardır. Yani Türkiye’de bu yıllar arasında milli gelirini artırmak için koşmuş ve olumlu bir performans elde etmiştir ama söz konusu ülkeler Türkiye’den daha hızlı koştuğundan Türkiye yarışta geride kalmıştır.
Bu durumu aynı yıllar için kişi başına milli gelir bakımından da değerlendirebiliriz. Bu yıllar arasında Belarus kişi başına gelirde yüzde 4,6; Kazakistan yüzde 6; Romanya yüzde 7; Rusya yüzde 4,4; Türkiye ise ancak yüzde 2,6 oranında artış elde etmiştir. Bu da yukarıdaki tespitimizi doğrulayan bir başka gerçektir.
Erdoğan yine diyor ki, “Nüfusumuz 20 yıl öncesine göre 20 milyon artarken istihdama katılan kişi sayısı da 34 milyona çıktı. Tarihimizin en yüksek işgücünün katılım oranına çıkarken istihdamı 30 milyonun üzerine çıkardık.” Bu cümlelerden sanırsınız ki Erdoğan yönetimi 20 yılda işsizliği azalttı. 2002-2021 yılları arasında işsizlik oranlarında Belarus yüzde 58, Kazakistan yüzde 52, Romanya yüzde 59, Rusya yüzde 60 oranında işsizliği azaltmışlarken Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 24 civarında artmıştır.
Yukarıda verdiğim istatistiklerin gösterdiği gerçek Erdoğan’ın “Eski Türkiye-Yeni Türkiye” türünden karşılaştırmaları gerçekleri tam olarak yansıtmıyor. Türkiye değişiyor ve gelişiyor tabii ki ama bu değişim ve gelişim diğer ülkelerin çok gerisinde ve bu nedenle övünülecek bir hikaye oluşturmuyor.
İnsanlarımız anlatılan başarı hikayesinin hiç de inandırıcı olmadığını seziyor. İktidarın politikalarının ekonomide büyük bir gelir dağılımı bozukluğuna, siyasette ise büyük bir kutuplaşmaya yol açarak toplumun bölünmesini hızlandırdığını görüyor.
O nedenle de mutsuz ve umutsuz.
Bakalım önümüzdeki günler bu mutsuz ve umutsuz halk ne yapacak!
Birlikte göreceğiz!