Mustafa Durmuş
16 Şubat 2022
Yüksek enflasyon ve giderek çekilmez bir hal alan geçim sıkıntısı sadece genel olarak ülke ekonomisinin değil, geniş emekçi yığınların da gündemini belirlemeye devam ediyor. Ülkenin artık bir seçim atmosferine girdiği bu süreçte kuşkusuz yüksek enflasyon ülkeyi yönetenlerin de endişe kaynaklarından biri haline geldi.
Bir gazetenin manşetinde bir kaç gün evvel şöyle bir haber vardı: “Türkiye genelinde stok ve fiyat denetimleri başladı. Sadece Ankara’da günlük yüz elliye yakın ekip denetim yaparken, illerin tamamında yüzlerce ekibin işyerlerinde incelemeler yaptığı belirtiliyor. İncelemeler Hazine ve Maliye Bakanlığı müfettişleri ve gelir uzmanları tarafından birlikte gerçekleştiriliyor. Oto galerilerde başlayan denetimler, sebze meyve fiyat artışlarına bağlı olarak soğuk hava depolarına kaydı”. (1)
Bu arada 14 Şubat tarihinden geçerli olmak üzere, bazı temel gıda mallarındaki yüzde 8’lik KDV yüzde 1’e indirildi. Cumhurbaşkanı bu indirimin ardından gıda maddelerinin fiyatlarında yüzde 7’lik bir azalma beklediğini açıkladı. (2)
Her iki önlemin de yüksek enflasyonla mücadele için alındığı belli. Hatırlanacağı üzere, daha önce de resmi görevliler aracılığıyla, büyük zincir marketlerde raflardaki ürünlerin fiyat denetimleri yapılmış, ancak gıda maddelerinin KDV’sinde indirime gidilmemişti. Şimdi denetimlere tekrar başlandığı anlaşılıyor.
Alınan bu önlemler enflasyonu düşürmek için yeterli olur mu?
Öncelikle, enflasyon olarak adlandırılan sürekli fiyat artışları aslında nedenden ziyade bir sonuçtur. Bu yüzden de, enflasyonla mücadele ederken, “sonuca müdahale ederek nedeni ortadan kaldırabilir miyiz” sorusunu sormak lazım. Bir başka deyimle, tek tek sivrisinek avlamaktan vazgeçip, bataklığı kurutmak gerekiyor.
Yüksek enflasyonun siyaseten sorumlusu?
Ayrıca ülkeyi son 19 yıldır tek başına yöneten AKP hükümetlerinin ve son birkaç yıldır ülkeyi yöneten AKP-MHP iktidar blokunun piyasalardaki, kendi deyimleriyle “spekülatif” fiyat artışlarından ve stokçuluktan doğrudan ve ilk elden sorumlu tutulması daha doğru olmaz mı?
Çünkü bu 19 yıl zarfında çok kapsamlı özelleştirmelerin yanı sıra, mal, hizmet ve sermaye hareketlerinde ve fiyatlamasında öyle bir serbestleştirme gerçekleştirildi ki artık bugün tepeden müdahalelerle bunların fiyatlarının denetlenebilmesi ve istikrara kavuşturulabilmesi çok zor.
Sorumlu tutulan zincir marketler son 20 yılın eseri
Siyasal iktidar enflasyondan aracılar kadar büyük zincir marketleri de sorumlu tutuyor. Ancak her ne kadar bu büyük zincir marketlerin fiyatlara fahiş zamlar yapmasından şikâyet etse de ortada inkâr edilemeyen bir gerçek var: Bu zincir marketler asıl olarak son 20 yılın yani bu iktidarın eseri.
Çünkü “indirim market” statüsünde olan bu zincir marketlerin A101 ve Ekomini gibi bazıları AKP iktidarları dönemindeki hızla büyüyen yandaş sermaye gruplarınca kuruldu. BİM, ŞOK ve Migros gibi daha önce kurulanlarsa yine son 19 yıldır çok hızlı büyüdüler.
Bu zincir marketlere ait veriler ülkede gıda ve alkolsüz içecekler başta olmak üzere, pek çok üründe bu sermaye gruplarının arz ve talep yönlü olarak toptan ve perakende piyasasını (dolayısıyla da fiyatları), nasıl kontrol ettiklerini ortaya koyuyor. Böylece onları özellikle de yüksek gıda enflasyonunun faillerinden biri yapıyor.
İlk beş firma piyasanın yüzde 77’sini kontrol ediyor
Öyle ki, 2021 yılı sonu itibariyle, 10 ve üzerinde şubesi olan böyle zincir market firması toplam sayısı 140’ın ve bunlara ait şube sayısı 40 binin üzerinde. Bunların arasında ilk beşe giren ve A101, BİM, ŞOK, Migros ve Ekomini’den oluşan firmaların şube sayısı 33 bine yakın. Böylece ilk beş firma perakende piyasasının yaklaşık yüzde 77’sini kontrol ediyor.
Bu en büyük beş firmanın dördü indirim (discount) market statüsünde (Migros dışındakiler). Yani ülke genelindeki tüm zincir market şubelerinin 33 bini indirim marketlere ait. Bir başka ifadeyle, indirim marketlerin payı tüm zincir marketlerin yüzde 76’sını oluşturuyor. Dolayısıyla her dört zincir market şubesinin üçünün indirim marketlerine ait olduğu söylenebilir. (3)
“İndirim marketlerin” çifte sömürüsü
İndirim marketlerin en önemli avantajı ise (örneğin BİM ya da ŞOK) kendi markalarıyla oldukça uygun fiyatlardan üreticiye, çiftçiye ürün ürettirebilmeleri ve bunları kendi mekânlarında satabilmeleri (pirinç, makarna, süt, peynir gibi). Dolayısıyla da düşük fiyatlardan üreticiye ürettirirken yüksek raf fiyatlarıyla ürünlerini satabiliyorlar. Bu da oligopolist bir güç ile hem küçük çiftçinin, hem de tüketicinin sömürülmesine neden oluyor.
Raftaki fiyata müdahale eden iktidar atılan işçiler konusunda neden sessiz?
Bu zincir marketlerin şube sayısına göre sıralamada en büyük dördüncüsü konumundaki Migros bugünlerde eleştirilerin hedefinde. Mağazanın İstanbul Merter’deki bir şubesinde çalışan “bir işçinin, çöpe atılmak üzere ayrılan çürük sebzelerden alınca işveren tarafından hırsızlık yaptığı suçlamasıyla işten atılması” (4) ve İstanbul Esenyurt’taki deposunda haklarını arayan 370 işçinin işlerine son verilmesi yüzünden firma eleştiriliyor.
Firma, işçilerinin saat ücretlerinde 4 lira artış yapılması yönündeki talebini reddederek sadece yüzde 8 ücret artışı önerirken, sigorta primi ödemelerinin güvenceye kavuşturulması ve işyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınması (5) gibi son derece makul ve masum talepleri de reddederek yüzlerce işçiyi işten attı.
Siyasal iktidar ise gıda mallarındaki yüksek fiyat artışları ile ilgili olarak bu marketleri sorumlu gösterirken, işlerinden atılan işçilerin haklarını korumak konusunda hiçbir girişimde bulunmadı. Bu da iktidarın derdinin gerçekte işsizlik ya da halkın geçim sorunları değil, gıda enflasyonu konusundaki sorumluluğunu üzerinden atmak olduğunu gösteriyor.
Tarihteki fiyat denetimi deneyimleri
Şimdi gelelim fiyat denetimleri meselesine. Hem zincir marketler başta olmak üzere fiyat belirleme konusunda etkili piyasa aktörlerinin yüksek kâr amaçlı perakende fiyat artışlarını, hem de spekülasyon amaçlı stokçuluk faaliyetlerini önlemeye dönük fiyat ve stok denetimleri yaparak, özellikle de gıdadaki, yüksek enflasyon düşürülebilir mi?
Böyle müdahalelerle özellikle de gıda ürünlerinin bütçelerinin önemli bölümünü oluşturduğu düşük ve sabit gelirli emekçiler enflasyona karşı korunabilir mi?
Bu soruyu daha önceki deneyimlerden yola çıkarak ve kapitalist sistemde sermayenin hareket biçimlerine ve fiyat dinamiklerine bakarak (teorik olarak) yanıtlayabilmek mümkün.
Ancak öncelikli olarak altının çizilmesi gerekli bir husus var: Her şeyden önce siyasal iktidarların yüksek enflasyonu sorun olarak kabul etmeleri ve buna müdahale edecek bir iradeye sahip olmaları gerekiyor.
Eğer (bizde olduğu gibi), enflasyon izlenmekte olan iç pazarı daraltarak ihracata yönelimi artırmayı hedefleyen bir stratejinin bir aracı olarak kullanılıyorsa (tıpkı negatif faiz politikası gibi), bu tür fiyat ve stok denetimleri sadece seçime gidilen bir dönemde göstermelik çabalar olmaktan öteye gidemezler.
Arjantin’deki fiyat denetimi deneyimi (2007-2015)
Bu yüzyılın deneyimlerin birinin sonuçları bu açıdan son derece öğretici. İki Arjantinli iktisatçı enflasyonun yüksek seyrettiği ülkelerden biri olan Arjantin’de 2007-2015 döneminde toplamda 50 binden fazla süpermarket ürünü ile ilgili olarak yapılan fiyat denetimlerinin (gelişkin internet ve mobil telefon uygulamaları aracılığıyla da sürekli olarak izlenen) enflasyon üzerindeki etkilerini inceledi. Bu incelemeler sırasında denetlenen ve denetlenmeyen ürünlerin günlük fiyatları derlendi ve izlenen politikanın enflasyon üzerindeki farklılaşmış etkileri, ürün mevcudiyeti, giriş ve çıkışları ve fiyat yayılımları analiz edildi.
Yapılan bu çalışmanın sonucunda araştırmacılar; (i) ilk olarak, fiyat denetimlerinin enflasyon üzerinde sadece çok küçük ve geçici bir etkisinin olduğunu, denetlenmeyen ürünlere her hangi bir taşma etkisinin görülmediğini, dahası denetimler ortadan kalktığında fiyat artışlarının devam ettiğini gözlemlediler. (ii) ikinci olarak, genel inancın aksine, denetlenen ürünlerin satış için aslında hep mevcut olduğunu gördüler. (iii) üçüncü olarak, firmaların fiyat denetimlerini daha yüksek fiyatlardan yeni ürünleri satışa sunarak tazmin ettikleri, böylece dar kategorilerdeki fiyat yayılımını /farklılıklarını da artırdıkları ortaya çıktı. Özetle, bir bütün olarak hedeflenmiş fiyat denetimlerinin toplam enflasyonu azaltma konusunda (tıpkı geleneksel fiyat kontrolleri gibi) etkinsiz olduğu ortaya çıktı. (6)
Geçtiğimiz yüzyılda ise fiyat denetimlerinin, asıl olarak İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaşın neden olduğu yüksek enflasyonun kontrol altına alınabilmesi için yapıldığı görülüyor. Bunun dışında Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yılları olan 1949 ve 1950’lerde kapitalist sistem sonrası yeni bir sistemin inşası sırasında yaygın bir fiyat denetiminin yapıldığı biliniyor.
Türkiye: Savaş yıllarındaki fiyat denetimleri
Türkiye’de ise, İkinci Dünya Savaşı yıllarında ülkedeki yıllık tüketici fiyat enflasyonu yüzde 50’yi aşınca, 1940 yılında çıkartılan Milli Korunma Kanunu’na dayanılarak Refik Saydam Hükümeti tarafından katı fiyat denetimleri ve tarım ürünlerine düşük fiyatlarla el koyma yöntemlerine başvuruldu. İç ve dış ticarette azami ve asgari fiyatlar belirlenirken, işçi ücretlerinin artışı sınırlandırıldı, temel malların belgeyle dağıtımı gerçekleştirildi. Ancak bu fiyat denetimleri enflasyonu düşüremediği gibi, kıtlık, karaborsa, istifçilik, rüşvet ve nüfuz ticaretiyle ve bazı ticaret erbabının aşırı zenginleşmesiyle ve nihayetinde ekonomik durgunlukla sonuçlandı. (7)
ABD’de de fiyat denetimlerinin bazı tarihe geçmiş örnekleri mevcut. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasındaki Kore Savaşı (1950-1953) sırasında bu ülkede kira kontrolü biçiminde fiyat denetimi uygulandı. Sonrasındaki Kennedy Hükümetinin (1961-1963) gönüllü fiyat denetimi girişimlerini motive eden de aslında bu mirastı. Son olarak, Başkan Nixon bunu,1971-1974 yılları arasında, ücret ve fiyat denetimlerini ve zorunlu yasal fiyat tavanlarını yönetmek için Hazine Sekreteri’ne bağlı bir denetleme organı olan Yaşam Maliyeti Konseyi’ni kurarak yaptı. (8)
Diğer yandan, ABD’de fiyat denetimlerine son verilmesinin ardından enflasyon yeniden tırmanışa geçti. Bu noktada ülkede enflasyonu düşüren asıl etkenin fiyat denetimleri değil, ekonominin 1974-1975 yıllarında derin bir durgunluğa girmesi olduğu ileri sürülüyor. (9)
Fiyat denetimleri masum politikalar mı?
Fiyat denetimlerinin masumane bir biçimde enflasyonu düşürmeye odaklı bir makroekonomi politikası aracı olmadığının, aksine bunların ekonomi politik-sınıfsal bir arka planının da olduğunun vurgulanması gerekiyor.
Örneğin ABD’de İkinci Dünya Savaşı koşullarında, işçileri savaşa dönük üretim yapan fabrikalarda zorunlu çalışmaya ikna etmek, ancak uygun fiyatla onların gıda temin edebilmeleri ve kira ödeyebilmeleriyle mümkün olabiliyordu. Fiyat denetimleri bunu sağlayarak işçilerin satın alma güçlerini koruyabilmelerini ve savaş ekonomisinin koşullarına itiraz etmemelerini sağladı.
Başkan Nixon dönemindeki uygulamalarda ise fiyat denetimleri kârlardaki artıştan ziyade ücret artışlarını sınırlayan ve böylece burjuvazinin çıkarlarını koruyan bir araç olarak kullanıldı.
Nitekim Elrod, fiyat denetimlerinin Amerikan işçi sınıfını daha da yoksullaştırmak, büyük şirketlerin kârlarını yükseltmek ve Amerikan şirketlerinin küresel ekonomideki başat konumunu korumak ve daha da güçlendirmek için tasarlanmış bir program ve sınıf savaşının bir aracı olduğunun altını çizer. (10)
Yüksek enflasyon fiyat denetimlerini çağırıyor
Tarihteki, daha ziyade böyle başarısız örneklerine rağmen, fiyat denetimlerinin (özellikle de ABD’de) tekrar gündeme getirilmesinin güçlü bir sebebi var: ABD ekonomisinin son on yılların yüzde 7 gibi en yüksek enflasyonunu yaşıyor olması. Üstelik bugünlerde açıklanan yeni enflasyon verileri enflasyonun daha da yükseleceğine işaret ediyor. Bu da Fed’in Mart ayında ilki olmak üzere bu yıl toplamda dört ya da beş faiz artırımına gitmesi olasılığını güçlendiriyor.
Diğer yandan faiz oranlarını yükseltilmesinin egemen sınıfların farklı bölümleri açısından farklı sonuçları mevcut. (11) Bu bağlamda ana akımın daha sağında yer alan bazı iktisatçılar vergi artışı içeren kemer gibi sıkma politikalarına geri dönüşü ve Fed’in faiz oranlarını yükseltmesi gerektiğini savunurken, bazı Keynesyen ya da ana akımın solunda yer alan iktisatçılar hem faiz artışı, hem de kemer sıkmaya karşı çıkıyor ve alternatif olarak fiyat denetimleri biçiminde devletin piyasalara müdahale etmesi gerektiğini ileri sürüyorlar.
Kısaca ABD’de enflasyonla mücadele aracı olarak fiyat denetimleri tartışması böyle somut bir yüksek enflasyon gerçeği ile başladı ve giderek küçülen dünyada bu yöndeki politika önermeleri bu ülkedekinin en az 10 katı enflasyona sahip bulunan Türkiye’ye gecikmeden ulaştı. Yani fiyat denetimleri bizim iktisatçılarımızın ya da politikacılarımızın bulup ortaya attıkları bir önlem değil.
Fiyat denetimlerinin teorik arka planı
Fiyat denetimlerini savunan iktisatçıların bunu dayandırdıkları teorik bir zemin de mevcut. Bu teori asıl olarak 1929 Büyük Depresyonu sırasında klasik iktisadi düşünceye karşı üstünlük kuran Keynesyenizme dayanan makroekonomi teorisi.
Yani o zamana kadarki klasik politik iktisadi düşüncenin meselelere mikro ve arz yönlü bakışının yerine, talep yönlü ve makro bir bakışı esas alan ve bu yönde devleti makroekonomik meselelere müdahale etmeye çağıran bir bakış bazı iktidarlar tarafından benimsenmiş durumda.
Kısaca bu teori altında, makroekonomiye (toplam talep ve fiyat düzeyine) sadece maliye ve para politikaları aracılığıyla değil, aynı zamanda fiyatları da kontrol altına alarak, efektif bir biçimde müdahale edilebileceği görüşü savunuluyor.
Fiyat denetimlerini faiz artırımı ve kemer sıkmaya karşı alternatif bir çözüm olarak gündeme getiren iktisatçıların başında ise Weber adlı bir akademisyen geliyor.
Faiz artırımı ve kemer sıkmaya alternatif olarak fiyat denetimleri
Weber, The Guardian Gazetesi’nde yayımlanan bir makalesinde, günümüzdeki mevcut yüksek enflasyon olgusunu İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ortaya çıkan enflasyonist sürece benzetiyor. O yıllarda iktisatçıların fiyat denetimlerini savunduklarını söyleyerek, Kovid-19 salgınının etkilerinin hala sürdüğü günümüzde benzer bir politikanın, enflasyonu tamamen önleyemese de, işçi ücretlerindeki artışı önleyerek fiyat artışlarını durduracağını, böylece iktidarlara kalıcı önlemler alma konusunda zaman kazandıracağını, ayrıca finansal istikrara katkı sağlayacağını ileri sürüyor. Yani fiyat denetimlerini kısa vadeli bir önlem değil, enflasyonu süresiz olarak kontrol edecek kilit bir politika önlemi olarak öneriyor. (12)
Ancak Weber fiyat denetimlerinden söz ederken, geçmişte uygulanmış ve bugün de bazı ülkelerde uygulanmakta olan konut kiraları ya da ulaştırma, enerji-doğal gaz, su ve elektrik gibi kamu hizmetlerine konulan tavan fiyatlardan söz etmiyor. Daha ziyade gıda başta olmak üzere özel mal ve hizmetlerin fiyat artışlarının sınırlandırılmasından bahsediyor. Bunu da faiz artışı ve kemer sıkmaya karşı bir alternatif olarak gündeme getiriyor.
Weber gibi düşünen, yani fiyat denetimlerinin yüksek enflasyonda iktidarlara nefes almalarını sağlayacağına inanan başkaları da söz konusu. Örneğin ABD Başkanının Ekonomik Danışmanlar Kurulu’nun bazı üyeleri geçen yılın Temmuz ayında bu yönde ortak bir çalışma yayınladı.
Buna göre, fiyat denetimleri tıpkı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki tedarik zincirlerinin parçalandığı, buna karşılık talepte patlamanın yaşandığı enflasyonist süreçle baş etmede olduğu gibi, Kovid-19 salgını sonrası benzer özelliklere sahip bugünkü enflasyonla baş etmede işe yarayabilir. (13)
İlaç, nakliye-ulaştırma hizmetleri ya da elektrik, doğal gaz, su temini gibi kamusal hizmetlerin ücretleri, sadece az sayıda şirketin fiyatları belirleyebildiği belirli sektörlerde üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarının denetlenmesi, bunların fiyatlarının artmasını önleyebilir ya da düşürülmesini sağlayabilir.
Dolayısıyla da bu müdahaleler toplumsal refahın korunması ve adaletli bölüşüm açısından gereklidir. Bu nedenle de karşı çıkılmamalıdır. Bu açıdan, Türkiye’de elektrik perakende fiyatlarına yapılan büyük zamların geri çekilmesi, böyle bir fiyat denetimi işlevi gördüğünden, savunulmalıdır.
Ancak bu tür fiyat denetimleri tüm ekonomiyi değil, ekonominin bazı sektörlerini (enerji-doğal tekeller gibi) kapsadığından bunların enflasyon genel seviyesi üzerinde ciddi bir düşürücü etkisinin olması beklenmemeli.
Kaldı ki kapitalist sistem doğası gereği rekabete dayalı bir sistemdir. Günümüzde oligopolist firmalar her ne kadar kapitalizmin önemli bir veçhesi olsa da, kapitalist ekonomilerin bütünüyle (fiyatları belirleme anlamında da) dev oligopollerin tam hegemonyası altında olduğu söylenemez. Rekabet ve teknolojik değişim fiyatların bu dev şirketlerce belirlenmesini önler. Buradan hareketle de devletin enerji gibi doğal tekel konumundaki hizmetlerin fiyatları konusunda yapacağı denetimlerle genel enflasyonun düşürülebileceğini ileri sürmek oldukça güç. (14)
Sonuç olarak
Türkiye dâhil olmak üzere kapitalist ekonomilerde genel olarak yüksek ve daha da yükselmekte olan enflasyonu kontrol etmek için fiyat denetimlerine başvurmak kalıcı bir çözüm oluşturmaz.
Bunun yerine sözü edilen bu sektörlerin yeni bir kamusallık tanımı altında tekrar kamusal mülkiyete (komünal, kooperatif, toplumsal müşterek biçiminde, yerel ve devletçi karmasından oluşan) alınması, ülke ekonomisinin dışa bağımlılıktan kurtarılması, ekonominin demokratikleştirilmesi, demokratik özyönetimci bir planlamaya başvurularak kaynak tahsisinin piyasa fiyat mekanizmasının, dolayısıyla da sermayenin elinden alınması gereklidir. Bunun için de demokratik bir halk iktidarının ve demokratik bir cumhuriyetin inşası gerekiyor.
Bu yola başvurulduğunda fiyat denetimlerine de, ana akım muhalefete yakın bazı iktisatçıların önerdiği gibi faiz oranlarının yükseltilmesine gerek kalmayacaktır.
Anahtar sözcükler: ABD fiyat denetimleri, Arjantin fiyat denetimleri, Enflasyon, Faiz artırımı, Fiyat denetimleri, Kemer sıkma, Savaş ekonomisi, Türkiye fiyat denetimleri.
Dip notlar:
- https://www.dunya.com/ekonomi/turkiye-genelinde-stok-ve-fiyat-denetimleri-basladi-haberi (11 Şubat 2022).
- https://www.gazeteemek.net/ekonomi/kdv-si-yuzde-1-e-indirilen-gida-urunleri-belli-oldu (13 Şubat 2022). KDV indirimlerinin etkisi konusunda Evrensel Gazetesine verdiğim şu röportaja bakınız: https://www.evrensel.net/haber/455005/prof-dr-mustafa-durmus-kdvnin-indirilmesiyle-fiyatlarin-duseceginin-garantisi-yok (14 Şubat 2022).
- Zincir marketlere ilişkin veriler şu doktora tezinden alınarak güncellenen verilerdir: S. Cüneyt Yeşilkaya, Türkiye’de alışveriş merkezleri (AVM) ve market zincirlerinin neden olduğu ekonomik ve toplumsal refah etkilerinin Ankara ölçeğinde analizi, Doktora tezi, Gazi Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü (Ağustos 2020).
- https://sendika.org/2022/02/migros-copteki-curuk-sebzeleri-alan-iscisini-hirsizlik-suclamasiyla-isten-atti-hirsiz-degilim-cok-yoksul-bir-isciyim (12 Şubat 2022).
- https://www.evrensel.net/haber/454666/migros-depo-iscileri-direnisi-depo-onune-tasidi (9 Şubat 2022).
- Diego Aparici, Alberto Cavallo, Targeted Price Controls on Supermarket Products, 28 September 2019, https://papers.ssrn.com (12 Şubat 2022).
- Şevket Pamuk, Türkiye’nin 200 yıllık iktisadi tarihi, İş Bankası Kültür Yayınları, İkici basım, 2014, s. 200-202.
- https://mronline.org/historicizing-inflation-and-price-controls-with-andrew-elrod (2 February 2022).
- Roberts, “Price controls: do they work?”, https://thenextrecession.wordpress.com (6 January 2022).
- https://mronline.org, agm.
- Nick Beams, “Inflation and threat of interest rate rise send tremor through financial markets, https://www.wsws.org (24 January 2022).
- Isabella Weber, “Could strategic price controls help fight inflation?”, https://www.theguardian.com (29 December 2021).
- https://www.whitehouse.gov/cea/written-materials/historical-parallels-to-todays-inflationary-episode (6 July 2021).
- Roberts, agm.