Ertuğrul Kürkçü
Yaygın medyada anlamlar, olaylar ve şeylere dair dolaysız deneyimlerden çok yerleşik hafızaya müracaatla oluşturulur. Bugün olmakta olanlar geçmişte olmuş olanlarla örtüştürülür. Örneğin işçi hareketleri canlanmaya, toplumsal mücadeleler kabarmaya başlamaya görsün, yaygın medyanın ufkunda bir değişim imkânı değil “1980 öncesi manzaralar” belirir. Manşetler bugün olmakta olanı anlamlandırmakla değil, canlı gerçeği arşivden seçilmiş “12 Eylül öncesi” suretleriyle ikameye koyulur.
Ya da rejimin meşruiyeti, onun önünde yürüyenlerin zalimlik, tamahkârlık, öngörüsüzlük ve ahmaklıklarının yol açtığı kaçınılmaz toplumsal infial altında sorgulanmaya görsün, yaygın medya diskuru bu 21. yüzyıl deneyiminin ima ettiği dönüşümleri keşfetmek değil, 19. ya da 20. yüzyılın iktidar-muhalefet ikiliği simgelerine müracaatla karartmak üzere hazır ve nazırdır: “Abdülhamit’in başına gelenler,” “Menderesi darağacına götürenler…”
“Dil, çökelti halinde bir iktidar ambarıdır” denir. “Dili yeniden şekillendirmeksizin kendimizi nasıl tanımlayacağımızı ve dolasıyla nasıl eylemde bulunacağımızı şekillendirmemiz” neredeyse imkansızdır. Yeni bir yola girmek için önce egemen dile direnmek gerekir.
Rejimin faşizmi kurumsallaştırma atakları karşısında toplumsal ve demokratik muhalefet güçlerinin kendilerini nasıl konumlandıracakları bu çerçevede ister istemez bir “dil tartışması”nı da davet ediyor.
Halkların Demokratik Partisi, bu “dil” meselesini çözmeye 2020 Kongresi’nde kendisini önce egemen siyaset düzleminden ayırarak başlamış ve “1 No.lu Karar”ında “faşizmin kurumsallaşmasının engellenmesine yönelik mücadelesini, demokratik siyasetin tüm imkânlarını ve araçlarını kullanarak sürdürme kararlılığında” olduğunu ilan etmişti.
“[…] Faşizme karşı demokrasiden yana olan tüm kesimlerle yan yana yürüttüğü Demokrasi İttifakının inşa edilebilmesi için büyük emek harcadığı mücadeleyi kararlılıkla sürdür[me]; asgari demokratik müştereklerde buluşabilecek bir Demokrasi İttifakını oluşturma”yı “öncelikli görevi olarak” önüne koymuştu.
HDP 2020 Kongresi “Perspektif Metni”nde de “Demokrasi İttifakı”nın “bütün toplumsal muhalefet ve demokrasi güçlerini kapsamakla birlikte, bu güçlerle sınırlanama[yacağını] vurgulamış; “Bu güçlerle birlikte Türkiye halklarının ortak bir demokrasi programı etrafında birleşmesini, kendi demokratik halk iktidarı seçeneğini inşa sürecini ifade [ettiğini]” belirtmişti.
“Demokrasi İttifakı” ve genel olarak demokrasi kendi içinde bir son, bir “vaat edilmiş ülke” olarak değil bir süreçti: “Demokrasi İttifakı, siyasi iktidarın barışçı bir biçimde el değiştireceği, yurttaşların kendi geleceklerini ve içinde yaşayacakları siyasi ve ekonomik koşulları kendilerinin belirlemelerine imkân veren bir siyasi rejimin tesis edilmesi hedefiyle hareket eden bütün güçlerin birlikte siyasal mücadele zeminidir.
HDP şöyle diyordu: “Demokrasi İttifakı, işçilerin, yoksulların, kadınların, Kürtlerin ve bütün ezilenlerin kendi tarihsel amaçlarına ve çıkarlarına ulaşmak için açık bir yoldan ilerleyebilecekleri bir yeni rejimin de kurucu gücü olmalarını sağlayacaktır. Kürtlerin kurucu ortağı olacakları böyle bir yeni düzende faşizm ve ırkçılık devletin cephaneliğinden tasfiye edilecek, toplum gerçek ihtiyaçları ve sorunları etrafında tartışma ve örgütlenme özgürlüğüne kavuşacak, büyük çoğunluğun ekonomik ve toplumsal kurtuluşuna doğru açık sınıf mücadelesi yolundan ilerleyecektir.” Öyleyse, HDP’nin bu dinamizmle girdiği “Demokrasi İttifakı” inşası müzakerelerinin pratikte Cumhur ve Millet ittifaklarıyla aynı familyadan, statüko ekseninde süregiden rekabette “bir üçüncü ittifak”a çıkmakta olduğu haberlerini nasıl okumalı.
Kendimizi kandırmayacaksak, bunu ittifak bileşenlerinin toplam politik performansının henüz egemen siyaset karşısında olması gereken güçte bir siyasal meydan okumaya tekabül etmediğine, egemen dili kırmaya yetecek bir dil direnişinin ve söylem birliğinin henüz oluşmadığına dair bir alarm sinyali olarak okumak gerekir. Daha kestirmeden söylemek gerekirse, “Demokrasi İttifakı” yaygın medyanın “çökelti halindeki iktidar ambarı” olan diline düşmek üzeredir.
“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” denir. Yaygın medyanın ve müesses nizamın “Demokrasi İttifakı”nda bir tarihsel derinlik değil, diğer “ittifaklar”la özdeşleştirilme kapasitesi arayacağını bile bile, HDP’nin ittifak çabalarının varacağı yerin parlamenter temsilin bir fonksiyonu olarak görülmesine, ötekilerin yanına dizilen bir “üçüncü ittifak” olarak adlandırılmasına aldırmamanın ya da daha kötüsü buna gayret göstermenin başka bir sonuç vermesini beklemek herhalde çok safiyane olur.
Anlamak ve anlatmak adlandırmakla başlar, kendinizi nasıl takdim ederseniz, başkalarının gözünde “o”sunuzdur. Halkların Demokratik Partisi ve onun üzerinde yükseldiği toplumsal dinamizmin yarattığı büyük dalgayı, demokratik dönüşümlere giden yolda bir tarihsel atılım imkânı olarak göreceksek, gözlerimizi bu atılımın kendisiyle birlikte sürükleyip götüreceği eşiklere değil, varılacak hedefe, “halk iktidarı”na dikmek, onun dinamiklerine seslenecek dili öğrenmek, o dille konuşmak, kısacası kendini bilmek gerekir.