Veli Saçılık
Yunanistan-Türkiye sınırında on dokuz göçmen donarak can verdi. Ölen göçmenlerin yarı çıplak fotoğrafları bizzat H-içişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından teşhir edildi. Yunanistan kolluk güçlerinin göçmenlerin kıyafetlerini zorla alarak, kış koşularında Türkiye sınırına bıraktığı açıklandı. On dokuz göçmenin donarak ölmesinde Yunanistan kolluk güçlerinin sebep olduğu bilgisi doğru ama eksik. Şimdi bu meseleyi, AKP’nin ve Saray Rejimi’nin, göçmen meselesini, insani bir mesele olmaktan çıkarıp, hem iç politikada hem de dış politikada nasıl araçsallaştırdığına, dolayısıyla donarak hayatını kaybeden göçmenler başta olmak üzere, linçle, cinayetle ya da düpedüz yakılarak öldürülen pek çok göçmende nasıl bir vebali olduğuna bakalım.
Her şeyden önce, Türkiye’deki göçmenler resmi söylemde ‘misafir’ ya da ensar&muhacir denkleminde takdim ediliyor, yasa katında ise Geçici Koruma Altındaki Göçmenler olarak biliniyorlar. Aslına bakarsanız, Türkiye’deki Suriyeli-Afganistanlı göçmenler herhangi bir şekilde yasal statüye sahip değiller. Sığınmacılık başta olmak üzere, oturum, çalışma, vatandaşlık, evlenme gibi meselelerin hepsi, dinsel (Ensar/muhacir) ya da ilişkisel (misafir) bir şekilde muğlak bırakılmaya çalışılıyor.
AKP’nin, her meselede olduğu gibi bunu da yasal bir mevzuata bağlamadan göçmenlik meselesini ‘Suriyeliler’ başlığında tüketmeye devam etmesinin, kendisi açısından çok pratik sebepleri ve sonuçları var. Her şeyden önce, Türkiye Cumhuriyeti ve geç Osmanlı devleti, göçlerle Türk, Müslüman, Sünni hale getirilmiş, kentleşme hareketlerinin artmasıyla birlikte, AKP’nin de dayandığı sağ-muhafazakâr blok günden güne eriyor ve Suriyeliler bu anlamda, ilerleyen zamanlarda, sağ muhafazakâr bloğun, demografik yapısını tahkim etmek için oldukça önemli görülüyor. Diğer yandan Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı şehirlerin demografik yapısında “dengeleyici unsur” olarak göçmenler konumlandırılmaya çalışılıyor. Ancak göçmenlerin Batıya doğru gidişi engellenemediği için demografi değişikli hedefi pek tutmuş değil.
Öte yandan, Türkiye’de hayatın giderek pahalandığı koşullarda, Suriyeliler, Afganlar başta gelmek üzere, her milletten göçmenler, kölelik koşullarından daha kötü şartlarda ve ücretlerle çalışmayı kabul ediyorlar. AKP’nin dünyaya kendisini, Türkiye’de işçilik çok ucuz söylemi üzerinden pazarlamaya çalışması biraz da, piyasadaki göçmen/köle emeğinin yoğunluğu ile alakalı.
Göçmenler meselesi, Türkiye’nin pek çok siyasi kesimini, faşizan/milliyetçi söylemler etrafında rahatlıkla buluşturabiliyor, çünkü AKP’nin arzuladığı ‘vatan-millet’ söylemi, ulusalcılardan, MHP’lilere, gelecek kaygısı duyan orta-sınıflardan, yevmiyesinin peşinde koşan ameleye kadar, herkesi çok kolay bir şekilde peşine takabiliyor.
Dış politikada da göçmenler meselesi en az iç politikada olduğu kadar, AKP’nin kazandığı başlıklardan birisi. Bir yandan, dünya 5’ten büyük söylemiyle, dünyaya insanlık dersi verirken, Müslümanları da Rabia bayrağı altında toplanmaya çağıran ümmetin hamisi pozunu rahatlıkla kesebiliyor.
Hepsinden önemlisi, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’in değişik organları, Türkiye’yi insan hakları başta olmak üzere, insani ve ticari meselelerde uyarmaya kalktıklarında, AKP, müzakereyi hemen sınır kapılarını göçmenlere açma üzerinden sürdürmeye başlıyor. AKP’nin ömrünün bu kadar uzun olmasının ya da Avrupa’ya mütemadiyen böylesine diklenebilmesinin en önemli sebebi de aslında elindeki bu göçmenler kartı.
Sonuç olarak, göçmenler, AKP için kullanışlı olduğu kadarıyla önemli. Göçmenler üzerinden dram yaratmak da bu kullanışlılığa dâhil; zira Türkiye-Yunanistan sınırında yaşanan son olaylara ilişkin pek çok tanığın anlatımı ve ortaya çıkan video kayıtlardan Türkiye kolluk güçleri tarafından göçmenlerin sınıra bırakılarak Yunanistan’a geçmeye zorlandığını kanıtlıyor. Dolayısıyla, on dokuz insanın ölümünün sorumlusu, hava koşulları değil, göçmenler üzerinden sınır-sinir savaşına girişen Yunanistan ve Türkiye ve AB devletleridir. Savaş politikalarına abanarak insanları göçer olmaya zorlayan zihniyet “bir mermi kaç lira biliyor musunuz” diyerek savaşın maliyetini halklara fatura ediyor.
Göçmen karşıtlığı ya da zenofobi (yabancı korkusu) kitlelerin sağcılaştırılmasında sinsi bir yöntem. Geçmişte köy yakmalar sonrası Batı’ya kitlesel olarak göçmek zorunda kalan Kürtlere karşı verilen “Beyaz Tepkisi” bugün savaş mağduru Arap ve Afgan göçmenlere veriliyor. Kürt düşmanlığı nasıl ki ırkçılığın taban bulmasına hizmet ettiyse bugün de göçmen düşmanlığı ırkçılığa zemin hazırlıyor. Sol-sosyalist-Kürt-Alevi ve bütün demokratlar göçmen meselesinde ilkesel bir duruş sergileme, savaşı sürdüren Saray Rejimi’ne karşı öfkeyi kanalize etme, zihinlere sinsice sızan ve toplumu ırkçılığa teslim eden “Amalı Haclara” karşı mücadeleyi acilen gündeme almak zorunda. Aksi takdirde İran sınırında, Yunanistan sınırında sadece göçmenler değil, insani değerler donarak ya da Mahmur Kampı’nda olduğu gibi yanarak can verecek.