Yıkılmış bir kentin geride kalanları onlar… Çok bedel ödediler ama hâlâ dimdik ayaktalar
Reyhan Hacıoğlu
“İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez…” diyor Yaşar Kemal ya da hep mi bir yerlere geç kalır insan. Zira zorlu bir coğrafyada zorlu bir mücadelenin içine doğunca ne yetişmek mümkün bir şeylere ne de durmak. Böylece 7 yıl sonra ancak yolum düştü, önceden çok önceden düşmesi gereken yere…
Bir bedende iki kadın
Karşımda simsiyah bir pankart, isimler alt alta dizilmiş; 1, 2, 3, 4… En az evet en az 200 isim. Kolay değildi direnmek bir devrim için ama onlar göze almıştı ve hatta bile bile ölüme yürümüşlerdi. Siren sesleri arasında “Teslim olun” diyorlardı onlara ve aslında çoğu sivildi de elinde silah bile yoktu misal Sultan’ın. Paris barikatları 72 gün dayanmıştı da Cizîra Botan altında mı kalırdı. NATO’nun ikinci ordusu diyorlardı karşılarındakine ama onlar da Botan’ın yiğit çocuklarıydı ve tamı tamına 79 gün aç, susuz ve yaralı halde direndiler. Öyle direndiler ki yanık bedenleri bütünleşmişti Berjin (Demirkaya) ile Sakine’nin (Şiray) cenazelerini bulduklarında.
Adı yankılanıyor sokaklarda
“Cizre bodrumlarında 200’e yakın insan diri diri yakıldı” diye başvuruldu Birleşmiş Milletler’e. TTB Başkanı Şebnem Hoca ise yanık bodrumda bir çocuk çenesi bulacaktı. Dicle’ye dökülen molozlar arasında da uzuvlar çıkacaktı gün yüzüne. Yaralılar için ambulans yerine askerler gelmiş ve yer gök kurşunlarla dolmuştu. En çok da Cizre Eşbaşkanı Mehmet Tunç’un sesi kalacaktı geride… Ve hâlâ ve yine dolaşırsanız Cizre’nin sokaklarında belki duyarsınız. “Direndik, boyun eğmedik ve diz çökmedik” diye. Öyle de öldüler. Geride halka bir onur ve mücadele bırakarak.
Önce alt yazı geçti
7 Şubat 2016 saat 21 sıraları… TRT’de son dakika geçen alt yazıda “Güvenlik güçleri Cizre’de teröristlerin kontrolündeki bodrum kata girdi. 60’a yakın terörist etkisiz hale getirildi” yazacaktı. Kısa bir süre sonra ise kaldırılacaktı çünkü kendileri de biliyordu. Bodrumda yaralı insanlar, çocuklar vardı… İşte böyle “bitti” sandılar hikâye. Ama o kadar sıradan başlamadığı gibi bitişi de elbette öyle kolay olmayacaktı.
2015 yılında Cizre’de yaşanan 79 günlük yasak ve çatışmalı süreçte yüzlerce insan hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı, tutuklandı, evlerinden edildi, işkenceye uğradı. Bugün bile hâlâ evlerde kurşun izlerini görmek mümkün. Sokaklarda gezerken en çok o dönem yazılan duvar yazıları dikkat çekiyor. “Devlet burada”, “T.C”, “Ankara Gücü”, “Zafer Allahındır” gibi yazılamalar hâlâ duvarlarda.
Bir kuş koymuşlar mezar taşına…
Aziz’in (Yural) katledilmesinin yıl dönümüydü gittiğim gün. Mezarlık anmasına gidiyoruz önce. Kalabalık bir grup var, konuşmalar yapılıyor, sözler veriliyor. Aziz gibi o süreçte katledilen başka sağlıkçılar var, onlar da anılıyor. Aziz’in mezar taşında ağzında zeytin dalı taşıyan bir güvercin var. Ve kalp ritmi işareti. Ne yaman çelişki, bu ülkede en çok da güvercinler vurulurken. Başucunda ise zeytin ağacı… Mezarın başında belli ki Aziz’in gözlerinin rengini aldığı yaşlı bir ana. Sessiz sessiz ağlıyor dinliyor konuşulanları, bir eli mezar taşında. Sanırsın dokunmuyor da sarılıyor canlısına. HDP milletvekilleri geliyor sarılıyor ve o sessizce ağlayan kadının ağzından; “Haklarını alın” çıkıyor. O da biliyor mesele bir devletin bir halkın hakkını gasp etmesiydi… Mezara karanfiller bırakılıyor. Bir sürü mezar var, hepsinin de ölüm tarihi neredeyse aynı. Hepsi gencecik ve hemen hepsi de bir şekilde tahrip edilmiş mezarlar.
Tam mezarlık kapısından çıkarken tanıdık bir yüz daha solgun bir mezar taşında. Tam karşımda 10 yaşında vurulan bedeni derin dondurucuda saklanan Cemile Çağırga… Mezarına dokunuyor, fotoğrafını çekiyor ve çıkıyorum mezarlıktan.
‘Ben geldim heval’
Ve başlıyoruz dolaşmaya adım adım. Direniş alanları bir hafızayı yok etmek için yerle bir edilmiş, yerine binalar dikilmiş. Sadece 3 bodrum alanından biri kalmış… Birçok kişinin hayatını kaybettiği 23 no’lu bodrum mu emin değil, bana eşlik eden HDP İlçe Eşbaşkanı Zilan. Evlerin arasında yerle bir edilmiş bir ev gibi duruyor. Hemen yanında duvarları yıkılmış başka bir ev. Duvarlar delik deşik, boya ve kan izleri hâlâ. Duvarlara dokunuyor, sesleri duymaya çalışıyorum. Çığlıklar, kurşunlar ve teslim olmayan onlar. “Ben geldim heval” diyorum usulca… Bu duyguyu sanırım kimse anlayamaz. Zira bizler sadece gazeteci değiliz, tarafımız belli, amacımız belli. Öyle olunca işçinin direnişi de bizim, yoksulun açlığı da Cizre’nin çığlığı da Silopi’nin yangını da… Öyle içten öyle içe işleyen bir şeydir yaşanan. O süreçte gazeteciliğe yeni başlayan ve bütün ölümleri gören biri olarak insan mahcup oluyor fazlasıyla. Hiç olmazsa erken gelebilseydim diye…
6 aylıktı 6 yaşına basmış
İnsanlar temkinli fotoğraf çekince, bakışlar tanıdık gelince gülümseyen, yabancı sanınca öfkeye dönüşen bir durum alıyor. Tek tek anlatıyor şurası Nuh, şurası Nur Mahallesi diye. Cizre çukurda kalıyor aslında ve tepeden yapılan bir bombardımana bu kadar direnmek insana hayret veriyor.
Ailelere gidiyoruz Zilan ile. İlki hayatını kaybeden annesi ile bütün gece kalan Berxwedan’ın evi oluyor. O zaman 6 aylıktı bugün ise kocaman olmuş ve okula gidiyor. Annesi Zeynep Taşkın ile birlikte babaannesi Maşallah Edin’in evine gidiyorlardı. Önce annesi vuruldu sonra babaannesi. Kendisi de yaralandı. Olayları bilmiyor tabii. Çok güzel gözleri var. Eve gittiğimizde henüz okuldan dönmemişti. Bekliyoruz geliyor, ailesi bizi tanıtıyor. Bir süre süzüyor haliyle, sonra sarılıyor bize. İnsan ne der bilemiyor ama yaşamın bütün renkleriyle adı gibi gözlerinde yaşadığını görmek iyi geliyor. Aile metanetli, aile dirençli. Dışarı çıkıyoruz, aile Berxwedan ile annesinin vurulduğu yeri gösteriyor o ise uzaktan izliyor, anlam vermesi imkânsız gibi ama sanırım o da en azından bir şeylerin farkında.
Acının adı Destan olmuş bu evde
Sonra Emine Ana’ya gidiyoruz. Cemile’nin (Çağırga) annesi. Kapıyı çalıyoruz çay içiyorlar ailecek davet ediyor, öpüyor, kokluyor. Bizim çocuklarımızsınız diyor. Perşembe günü ve Cemile’nin mezarına gidecek ama bizim için oturuyor ve çay içiyoruz. Acıları dağ kadar ama insan bu insanların direnişine, ayakta kalışına hayran kalıyor. Torunun ismi Destan, eşi araya giriyor, biz yeni çekmedik yıllardır çekiyoruz diyor. 90’lı yıllardan sonra hep cezaevine girmiş. “Bir Batman cezaevine girmedim” diyor gülerek. Emine Ana kızının fotoğrafını gösteriyor ama ne bir ah ne bir ağlama. Sabırla, metanetle. Derin dondurucuyu soruyorum biraz da tedirgin halde, yarasını deşmek istemeyerek; “Arkadaşlar aldı, hafızadır diye.” Bu söz ilk duyuşta belki çarpmaz ama tekrar edince bir hayli zorlayıcı oluyor. Bir derin dondurucu bir halkın hafızası olsun, akıl alır değil gibi aslında… Ama olmuş! “Çok çektik ama Kürt olunca böyle oluyor” diyor Emine Ana tüm acılarına rağmen. Biraz sohbet edip kalkıyoruz ve o da kapıda Cemile’nin vurulduğu yeri gösteriyor. Evin duvarlarında hâlâ kurşun izleri. Mezarlık evine çok uzak ve hasta da ama üşenmeden her perşembe Cemile’yi görmeye gidiyor Emine Ana. Biz bırakıyoruz mezarlığa ve sıkıca sarılıp dikkat edin diyor.
Bir kadın düşünün hâlâ dimdik
Bu kez Esmer (Tunç) Ana’ya gidiyoruz Mehmet ve Orhan’ın annesi. Yanında Orhan’ın göremediği oğlu var. İlk zamanlar herkesin Bekês dediği ama şimdilerde Berxwedan olan. Çok tatlı bir çocuk ne etsem de doğru dürüst bir fotoğraf alamıyorum ondan. Esmer Ana hasta ve oksijen tüpü kullanıyor ama ona rağmen yüzündeki gülümseme insanı mahcup ediyor. “Ben canımı, kanımı verdim bu devlete elbette yenilecekler” diyor ve bütün bunları gülümseyerek diyor üstelik. İnsan içindeki hüzne utanıyor bu insanları gördükçe. Çünkü burada acılar çoktan bir öfkeye ve dirence dönüşmüş bile. Biraz sohbet ediyor ve kalkıyoruz, o da ısrarla ve inatla “Kendinize dikkat edin. Çok verdik” diyor. Sarılıp çıkıyoruz.
Yıkık bir kentin hikâyesi
Sokakları dolaşmaya devam ediyoruz, her aile bir tutsak ailesi her aile bir yakınını kaybetmiş kişiler oluyor. Cizre kolay şeyler yaşamadı ve hâlâ da devlet elinden geleni yapıyor ama o ısrarla ama o inatla direniyor… Uzaktan gördüğümle burada hissettiğim bambaşka oluyor. Evler yerle bir edilmiş, aileler dağıtılmış ama direniş duygusu aynı öfke ile aynı yerde duruyor. İnsan güç buluyor, acılarını dirence dönüştürenlerin karşısında. Sanki Cizre gününü bekliyor, yine ve yeniden. Adına ne şarkılar ne destanlar yazılmış kadim bir ilçe Cizre. 2015’ten sonra ise adını direniş ile yazdırdı. Çok bedel verildi çok acılar çekildi ve dönüp bakınca bir şehir yerle bir edilip yerine “devlet” konmuş ama insan gözlerine bakınca anlıyor hiçbir şeyin değişmediğini. Evet, “acısı derin bedeli ağır” bir süreç yaşandı bu coğrafyada ama bu coğrafyanın insanı direnmeyi seçmiş inatla.
Newroz ateşi hiç sönmedi
Cizre’den bildirdim size. Bugün 6 yıl bitti yaşanan son ölümlerden sonra, sonrasında da ne zulüm ne acı bitti. Öyle ki geçen hafta Cemile’nin kuzenini panzer ezdi. Yani devlet evet hâlâ Cizre’de ama o da biliyor halk da biliyor o sahibi değil, hiçbir yerin kalıcısı hiç değil. Cizre’de Şubat 2016’da yaşanan ölümlerden sonra tarih 21 Mart Newroz gününü gösterdiğinde akşam saatlerinde yıkık kentten bir ışık yayıldı göğe. Bu bir isyandı ve bu; biz buradayız, gitmiyoruz hiçbir yereydi herkese karşı…