Türkiye’nin AB ile ilişkilerini yeniden düzeltme girişimlerini pragmatik ve yüzeysel bulan Prof. Dr. İlhan Üzgel, AB’nin de kendi şirketlerinin batmaması için Türkiye’ye selektif (seçici) bir destek sağlayabileceği görüşünde.
İzlenen politikalar nedeniyle dış politika ve ekonomide krize giren Türkiye, uzun bir aradan sonra Avrupa Birliği (AB) ile yeniden yakınlaşma çabası içerisinde. Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinin geleceğine dair Avrupa Parlamentosu’nda (AP) Kasım 2016’da yapılan oylamada “müzakerelerin geçici olarak durdurulması” kararının çıkmasının ardından Türkiye’ye yapılan mali yardımlar, üyelik için istenen alanlarda ilerleme sağlanmaması dolayısıyla AB tarafından durdurulmuştu. Türkiye’nin özellikle dış politikada yaşadığı sıkışmışlık hali ile şimdi yeniden AB ile yakışma çabalarını ABD ve Türk dış politikası ile Balkanlar üzerindeki çalışmaları ile bilinen bir isim olan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki görevinden ihraç edilen Prof. Dr. İlhan Üzgel Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Diren Yurtsever’e değerlendirdi.
‘Krizlerden hep büyükler karlı çıkar’
Türkiye’nin AB ile tekrar ilişki kurma çabalarının perde arkasını yorumlayan Üzgel, “Türkiye-AB yakınlaşması pragmatik ve yine kalıcı değil. Türkiye, ABD karşısında sıkıştığı bir ortamda AB’ye yanaşarak hareket alanını genişletmeye çalışıyor. Bunda Trump yönetiminin başta Almanya olmak üzere AB ülkeleriyle gerilimli ilişkiler içinde olmasının da etkisi var. Dolayısıyla şu anda henüz yüzeysel olan yakınlaşma her iki tarafın, yani AB ve Türkiye’nin ihtiyaçlarından kaynaklanıyor. Daha derin ve kalıcı, ideolojik boyutu olan bir yakınlaşmadan çok pragmatik ve sağlam zemin üzerine oturmayan bir hamle gibi duruyor. AB ekonomik krizde olan Türkiye’ye dönük destek açıklamalarının karşılığı yok. AB’nin Türkiye’ye ekonomik destek sağlaması söz konusu değil. Bir defa AB’de ekonomik sorunlar tam aşılabilmiş değil. Özellikle güney kuşağı ve üye Balkan ülkelerinin ekonomik durumları hala sorunlu. İkincisi, Türkiye ekonomisinin sorunları çok derin ve burada küresel finans sistemi, ABD ile ilişkiler gibi diğer faktörler de var. AB birden araya girip bu iki önemli aktörü etkisizleştirecek bir şey yapmaz. Kaldı ki ekonomik olarak zayıf bir Türkiye şu sıralar tercih de edilebilir. Türkiye’nin çok büyük miktarda döviz ihtiyacı var ve AB bunu Türkiye için kullanmaz” diyen Üzgel, devamında “Katar’ın ilk aşamada yatırım için sağlayacağını vaat ettiği 3 milyar dolar gibi miktarların kur hareketi üzerinde bir etkisi olmaz. AB, kendi menşeli şirketlerinin batmaması için selektif (seçici) bir destek sağlayabilir. Ama şunu unutmayalım ki, krizlerden hep büyükler karlı çıkar. Görece küçük banka ve şirketler büyükler tarafından yutulur” değerlendirmelerinde bulundu.
‘AB’nin geri adım atması söz konusu değil’
Türkiye’nin AB’ye yakınlaşmasının yine idamın yeniden gündeme getirildiği bir süreçte yaşanmasını değerlendiren Üzgel, “Ne yazık ki küresel ölçekte insan hakları ve demokratikleşmede geri çekilme söz konusu. Her ne kadar Batı sistemi ve özellikle Avrupa ayağı bu konuda geçmişte kendisini hukuksal, kurumsal ve söylemsel olarak bağladığı için şimdilik keskin bir dönüş yapamıyor. O yüzden Türkiye üzerinde insan hakları ve demokratikleşme konularında eleştiri olacak ama ilişkilerin içeriğini belirleyen bir etkisi olmayacak. Yine de idam gibi çok somut ve karara bağlanmış bir konuda AB’nin geri adım atması söz konusu değil. AB şu anda bu türden insan hakları konularını sınırlı bir baskı aracı olarak kullanmakla yetiniyor. Önceliği ise, Türkiye’nin Suriyeli sığınmacıları bir şekilde ülkesinde tutması. Karşılığında ise AB’nin Türkiye’yi insan hakları konusunda zorlamaması. Bu pazarlık şimdiye dek sürdü” diye konuştu.