Ertuğrul Kürkçü
Yılmak yok, Atlas’ın bütün işleri sırayla yapılacak, sabırla, tahammülle ve elbette zekâ ve cesaretle bütün olası kuvvetler aynı hizaya dizilerek diktatörlük alaşağı edilecek
Halkların Demokratik Partisi’nin üzerindeki rejim baskısı ağırlaştıkça, görev ve sorumlulukları da ağırlaşıyor: Kapatılma tehdidi altındayken siyasi çizgisinden sapmadan yürümeyi sürdürmek; yürüyüş temposunu diktatörlükle mücadele halindeki güçlerin yürüyüşüyle mümkün mertebe senkronize etmek; diktatörlük cephesindeki çatlaklar derinleşirken muhalefet cephesinin iç çelişkilerini azdırmamaya özen göstermek; parlamento dışındaki demokratik mücadele dinamiklerinin siyasal güç dizilişinde anlamlı bir konum edinmesine yardımcı olmak; bütün bunları yaparken yeni güçler, yeni kuşaklar, yeni yönelimler için bir çekim merkezi olma kapasitesini korumak… Neresinden baksanız Atlas’a göre bir iş!
Atlas, Yunan mitolojisinde Olimpos’un hâkimi, tanrılar tanrısı Zeus’a başkaldırıp yenik düşünce gök kubbeyi sırtında taşımakla cezalandırılan eski tanrılar kuşağının on iki üyesinden biriydi. Bu ağır yükü, Herkül’e yıkarak kurtulmak için uğraşmış, ama Herkül yükün ağırlığından yılınca, Atlas’ı faka bastırıp gök kubbeyi yeniden onun sırtına yüklemiş, kâinatın bütün yükünü taşımak Atlas’a kalmıştı.
Yunan mitolojisi, o günün egemenlik-kölelik ilişkilerini yerden göğe çıkararak ebedileştiriyor, tanrılar arasındaki sınıf mücadelelerinde yenik düşenlerin kaderini sıradan insanınkiyle özdeşleştiriyordu. Efsanenin gücü burada, toplumsal ilişkileri fantastik bir öyküye dönüştürüp sıradan insana kendisiyle bağdaştırabileceği kahramanlar yaratmasında. O yüzden efsaneler hiç tükenmez. Netice: Her kıssanın bir hissesi var elbette. Atlas’tan düşen hisse, kendinizden kaçamayacağınızdır… Kurnazlıklar para etmez, üstünüze düşen yükü asaletle taşırsınız.
Mitoloji ve edebiyatla buraya kadar… Gerçeklere dönersek, görünen, işlerin çatallaşmakta olduğu; gerekli inisiyatifler alınmaz ve -Yunan mitolojisinin terimleriyle konuşursak- bütün yenik titanların dayanışması kuvveden fiile çıkarılamazsa, toplumsal ve demokratik muhalefetin gerçekten de Atlas’ın kaderiyle baş başa kalabileceği bir sürecin işlemekte olduğu hakikatine gözlerimizi dikmemiz gerektiğidir.
Doğrusu, son haftalarda, önemli ve olumlu gelişmeler oldu. Özellikle geçtiğimiz hafta, HDP dışındaki sosyalist parti ve hareketlerin, “hem rejimin HDP’yi tecrit ve yaftalama saldırısına karşı güçlü bir yanıt oluşturan, hem de Kürtlerin özgürlük mücadelesinin Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin vazgeçilmez bir dinamiği olduğunu teyid eden” bir araya gelişi iki bakımdan önemliydi.
Birincisi, diktatörlük karşıtı güçlerin sol kanadında yeni bir dinamizmin, kendisi toparlandıkça soldaki diğer güçleri yüreklendirecek, demokrasi mücadelesinde daha güçlü inisiyatif almaya sevk edecek bir sinerjinin oluşması başlı başına önemliydi. Böylece sadece mevcut saflar derlenip toplanmış olmaz, “Millet İttifakı” üzerinden siyasete dahil olamayan genç kuşakların âtıl kapasitesinin harekete geçirilebileceği bir mecra da yaratılabilirdi.
İkincisi, bu adımın “Millet İttifakı”nı ileriye doğru itme imkanını da içermesiydi. Bu kutup, parlamento dışı dinamiklerin siyasi saflaşmalara dahil olma eğilimini göz önünde tutarak rejimin saldırganlığı karşısında topluma cesaret veren, daha kararlı bir tutuma girebilirdi. Demokratik söylem ve zihniyete daha kuvvetle sarılarak, parlamentodaki muhalefetle, parlamento dışı muhalefet arasında bir başka sinerjinin oluşumuna katkıda bulunabilirdi.
Ne var ki, “Millet İttifakı”nın iki kanadından da gelen işaretler HDP’nin parlamento dışı sosyalist güçlerle birlikte üstlendiği yeni sorumluluğun, “Millet İttifakı”nda benzer demokratik ve toplumsal sorumluluk duygularını körüklemek bir yana, her türlü toplumsal sorumluluktan kurtulma ferahlığını körüklediğini gösteriyor.
Neresinden baksanız elde kalan bir yorumla HDP’nin “iki ittifak içinde yer bulamayan partiler” parantezine alınması sakilliği şimdilik bir yana kalsın, Kılıçdaroğlu’nu asıl ferahlatanın böylece iktidarın “Millet İttifakı’nın içinde olmadığı halde HDP’yi ittifak içindeymiş gibi göstermesi”nden kurtulacak olması sevincine ne demeli?
HDP’nin geçtiğimiz Eylül’de yayınladığı tutum belgesindeki “herhangi bir ittifak içinde yer alma arayışımızın olmadığını açıklıkla vurguluyoruz” iradesinden ve bunca zamandır Eş Başkanlar ve HDP heyetleriyle yapılan görüşmelerden Kılıçdaroğlu’nun aklında kala kala bu kalmış olabilir mi gerçekten?
Ancak, “HDP’yle birlikte görünme ihtimali”nin artık gündemden kalktığı sanısının Kılıçdaroğlu’nda yol açtığı “ferahlama”nın, “Millet İttifakı”nın sağ kanadında kaçınılmaz olarak yol açtığı “Kürtlerle bir arada görünmekten kurtulma” ferahlığının sonuçları, bu yanılgının kendisinden de vahim.
Kılıçdaroğlu bu ferahlıkla “Demokrasi’ye giden yol Diyarbakır’dan geçer” tekerlemesini kimseden çekinmeden dillendirebileceğini hayal etmişse, bu ferahlığın ittifakın sağ kanadında İYİ Parti’nin “Alperenleri”nde Kürt nefretini kimseden çekinmeden dillendirme küstahlığı olarak vücut bulduğunu görerek uyanmış olmalı.
İşte size, yarım demokratlık ve yarım muhalifliğin toplamından bir demokratik muhalefet ittifakının neden doğamayacağına sorusuna bir laboratuvar deneyi berraklığında elde edilmiş bir yanıt.
Ama yılmak yok, Atlas’ın bütün işleri sırayla yapılacak, sabırla, tahammülle ve elbette zekâ ve cesaretle bütün olası kuvvetler aynı hizaya dizilerek diktatörlük alaşağı edilecek.
Bu sorumluluk, en alttakilere, en çok ezilenlere, en çok zahmet çekenlere düşüyor. Bir demokrasi ittifakı yaratma sorumluluğu tarihsel olarak kimdeyse onun tarafından taşınacaktır, devredilemez.