Simon Whalley*
İnsanların iklim krizi hakkında başka hiçbir filmde olmadığı kadar gerçek ve sağlıklı bir şekilde tartışmalarını sağlayan bir filmin üzerindeki toz bulutu dinerken, filmin en önemli ve temel olduğu halde büyük ölçüde göz ardı edilen mesajı ele alınmaya değer.
Don’t Look Up’ta (Yukarı Bakma), bir meteor Dünya’ya çarpmaya doğru gelirken, sonunda filmdeki kurgusal hükümet harekete geçmeye karar verir, ancak en iyi bilim adamları tarafından oluşturulan bir planla bir umut ortaya çıksa da bu umut, kurtuluş vadeden milyarder bir iş adamı tarafından meteordaki zenginlikleri talan etmek için yok edilir. Gerçek ve kurgu arasındaki bağlantı zar inceliğindedir. Filmde, Mark Rylance’ın karakteri Peter Isherwell, Başkan’ı dünyayı kurtarabileceğine ve bu sırada trilyonlarca dolar kâr elde edebileceğine ikna eder. Yani, temelde, mecazi meteorun çarpması ikili bir yararlanmaya dönüştürülebilir. Gerçek hayatta, iklim bilimciler “insani değerlerin, eşitliğin, davranışın, kurumların, ekonomilerin ve teknolojilerin temel bir şekilde yeniden yönlendirilebilirliğine dayanan derin bir dönüşüm” içeren sistemik bir değişim çağrısında bulunurken, milyarderler tugayı hepimize yaşam tarzımızı hiç değiştirmek zorunda kalmadan dünyayı kurtarabileceğimize dair söz veriyor. Hepimiz hiçbir şey kaybetmeden her şeyi kazanabiliriz diyorlar.
Kriz kötüleştikçe, karışıklıktan çıkış yolumuzu belirlemek için teknolojiye başvurma çağırıları daha da artacak. Zaten bu, tanık olduğumuz imha olayına neden olan koca makineyi durdurmak için hiçbir neden görmeyen milyarder sınıfın tercih edilen çözümüdür. Hemen harekete geçersek, toptan çöküşü önlemek içini hala zamanımız var, ancak yavaş hareket edersek sert bir eylem ihtiyacı ortaya çıkacak ve bu dev jeo-mühendislik projeleri şeklinde olacaktır. Bu çözümler ise sorunlarımıza her derde devaymış gibi ikna edilecek olsalar da yarardan çok zarar verecek ve bir kez başladıktan sonra geri dönüş olmayacak. Bu projelerden biri de James Early’nin 1989’da önerdiği dev uzay şemsiyesi. Fikir, dünyaya çarparak dinozorları öldüren asteroidin Güneş ışınlarının % 90’ını bloke ettiği ve bunun da büyük bir sıcaklık düşüşüne neden olduğudur. Başka bir asteroidi beklemektense, etkiyi kendimiz taklit edebiliriz. Mantık şöyledir: Proje, bir şekilde, 2.000 km genişliğinde (1.242 mil) bir cam kalkanın Dünya ile Güneş’in yerçekimi arasında dengelendiği bir konuma sokulmasını gerektiriyor. Bu konum yaklaşık 1,6 milyon km (1 milyon mil) uzaklıktadır. Ama bu kalkan o kadar ağır olacak ki, Ay’da imal edilmesi gerekecek. Ağırlık sorununa bir çözüm olarak, Roger Angel adlı bir gökbilimci, dünya üzerinde her biri bir gram ağırlığında on altı trilyon uçan uzay robotu üretmeyi önerdi. Bu uzay robotları, 96.560 km (60.000 mil) genişliğinde silindirik bir bulut oluşturarak güneş ışığını saptıracaktı. Ama aynı zamanda bu uzay robotlarının birbirlerine çarpmalarını önlemek için düzenli olarak “dürtülmeleri” gerekecek. Eğer bu kulağa yeterince aykırı gelmiyorsa, Dünya’yı Güneş’ten daha uzağa taşımamız bile önerildi. Bu, beş bin milyon milyon (evet, iki tane milyon var bu sayıda) hidrojen bombasına eşdeğer bir patlamaya neden olarak yapılacaktır.
Bu “çözümler” 2022’de ne kadar komik görünse de 2042’de bunları gerekli görebiliriz. Şimdiye kadar, bu projelerin en yaygın olarak lanse edilen ve denenme olasılığı en muhtemel olanı, güneş radyasyonu yönetimidir (Solar Radiation Management – SRM). Kısmen Bill Gates tarafından finanse edilen bu projenin amacı volkanik patlamaları taklit etmektir. Filipinler’deki Pinatubo Dağı’nın 1991’de patlamasının ardından stratosfere 10km ile 50km (31 mil) arasında yaklaşık 15 milyon ton kükürtdioksit enjekte edildi. Bu kükürtdioksit daha sonra su ile karıştı ve gelen güneş ışığını dağıtan ve emen bir sülfürik asit damlacık tabakası oluşturdu. Stratosferik rüzgarlar daha sonra bu katmanı dünyanın dört bir yanına taşıdı. Etki, önümüzdeki on beş ay boyunca küresel sıcaklığın 0,6°C (1,08 °F) düşmesiydi. Tabii ki, bu bir kerelik bir olay olduğu ve karbondioksit atmosfere pompalanmaya devam ettiği için aerosoller bir kere doğal olarak dağıldığında, sıcaklık tekrar yükseldi. Pinatubo etkisinin insan yapımı versiyonu, havaya kükürt dioksit enjekte etmek için yılda 4.000 kez stratosfere yüksek irtifa uçakları göndermektir. Ek olarak da bu, gün batımlarını inanılmaz güzel yapacak, bakmaya doymayacaktık. Ancak diğer taraftan, bilim adamları SRM’nin 2050’ye kadar 196 milyon insana ev sahipliği yapması öngörülen Afrika’nın Sahel bölgesinde “felaket bir kuraklığa” neden olacağını iddia ediyor. Başka yerlerde büyük volkanik patlamaların küresel etkisini yaşadık. Endonezya yanardağı Tambora Dağı 1815’te tepesi patladıktan sonra, ertesi yıl Avrupa yaygın hasat çöküntüsü yaşadı. 20. yüzyılda Sahel bölgesindeki dört büyük kuraklık sürecinden üçü, önceki yıllarda Alaska ve Meksika’daki büyük volkanik patlamaları takip etti. Bu kuraklıklar on milyon mülteci yarattı ve 250 bin kişiyi öldürdü. SRM’nin etkilerine maruz kalabilecek olan sadece Afrika değil. Sahel üzerindeki etkiyi azaltmak için tropik bölgelere kükürt eklenmesi gerektiği öne sürüldü ancak bilim adamları bunun daha sonra iki nükleer güce sahip ülkeye ve zaten kuraklık ve sel felaketleri çeken ve bir milyardan fazla insana ev sahipliği yapan Güney Asya’da muson yağmurlarında bir azalmaya neden olacağı konusunda uyarıyorlar. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) göre, SRM, insan faaliyetleri nedeniyle 1980’lerden bu yana uzun süredir iyileşme sürecinde olan ozon tabakasına da zarar verecektir.
Birçok bilim insanı için endişe, sıcaklık artmaya devam ettikçe, halkların liderlerinden sert bir şekilde harekete geçmelerini talep edecekleri ve yirmi veya otuz yıl sonra, bunun artık son çare olabileceğidir. Bu nedenle, 2020 yılında İsviçre Ulusal Bilim Vakfı tarafından bir araştırma yapıldı ve sıcaklık düşerken, böyle bir işe karışmanın dünyadaki yağış, sel ve kuraklık kalıplarını etkileyeceği keşfedildi. Gerekli olsa bile, şimdi harekete geçemezsek, iklim bilimciler böyle şeylerden kaçınılması gerektiği konusunda nettir. Londra Imperial College’dan Emeritus Profesör Joanna Haigh, bu araştırma bulguları hakkında şunları söyledi:
“Bu çalışmanın sonuçları, güneş jeo-mühendisliğinin, dünya genelindeki sıcaklık, yağış, sel ve kuraklık kalıplarını ciddi şekilde etkileme potansiyeli nedeniyle hiçbir şekilde mantıklı bir kurtarma planı olarak görülmediğini göstermektedir.”
Diğer araştırmalar SRM’nin uzun vadeli etkilerine bakmıştır ve bulgular iyi görünmemektedir. Stratakümülüs bulutlarının yavaş yavaş inceleceği ve parçalanacağını ve bunun ise 5°C (9°F) küresel ısınmaya neden olacağı tahmin edilmektedir. Ancak, daha da fazla sorunlar ortaya çıkmakta devam ediyor çünkü SRM yılda 2 milyar dolarcık kadar nispeten ucuza geliyor ve o kadar ucuz ki çoğu ülke birbirinden bağımsız olarak kendi projelerini gerçekleştirmeyi göze alabiliyormuş. Bu, ülkelerin durmadan oradan buradan bambaşka sorunların çıktığı bir köstebek vurma oyunu oynadıkları ve tam bir iklim kaosuna düşüp kitlesel açlığa neden olabilecek ve küresel savaşları tetikleyebilecekleri ve herkesin çılgınca katılacağı bir vahşi kovboy dünyası yaratacaktır.
Krizin hemen ele alınmaması, bugün çılgın olarak gördüğümüz eylemlerin muhtemelen birkaç on yıl içinde temel çözümler olarak müjdeleneceği anlamına gelecektir. Don’t Look Up, sonunda odanın ortasında oturan koskoca fil hakkında konuşmamıza neden olan hoş bir komedi parçası. İş insanlarının her zaman en sağlıklı kararları vermediğini fark etmemiz, hatırlamamız, akıllıca olacaktır. Filmde olduğu gibi, zaman tükeniyor ve bunu ne kadar hızlı fark edersek o kadar iyi olur. Parça parça değişime ihtiyacımız yok; toplumlarımızın sistematik bir dönüşümüne ihtiyacımız var. Dünyamızın nasıl olacağı ve ne kadar hızla değişiklik yapacağımız bize bağlı olmalı, uzaydaki uzak bir gezegeni dünyamıza benzetmek için B planı olan vurguncu milyarderlere değil.
* Sendika.Org’da yer alan bu yazı Mehmet Bayram tarafından çevrildi.