PKK’nin ‘terör örgütleri’ listesine alınması sürecinin uluslararası komployla 1999’a kadar sürdüğünü belirten Abdullah Öcalan, ’50 bin kişinin öldüğü yerde terörden bahsedilmez, orada savaş vardır’ demişti
Tarih boyunca imha ve inkar politikalarından kurtulamayan Kürtlerin kaderi, Abdullah Öcalan öncülüğünde “Kürdistan sömürgedir” diyerek yola çıkan 23 öncü kadronun 27 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Fis köyünde Kürdistan İşçi Partisi’ni (Partiya Karkerên Kurdistan-PKK) kurmasıyla değişti. Geçen 44 yılda Ortadoğu’daki gelişmeleri belirleyici noktaya gelen PKK, bu süre boyunca uluslararası güçlerin hedefi oldu. Öcalan’ın “İlk müdahale 1985’te oldu” dediği PKK, 28 Şubat 1986’da öldürülen İsveç eski Başbakanı Olof Palme cinayetiyle sorumlu tutuldu. Kürtlerin kriminalize edilmesini beraberinde getiren bu süreç, ardından Almanya’ya taşındı.
Almanya’nın da içinde bulunduğu Avrupa Birliği, 1999’da ilan ettiği ateşkesle güçlerini sınır ötesine çektiği ve barış için adımlar attığı bir süreçte PKK’yi “terör örgütleri” listesine aldı. Daha sonra Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanlığı, 2003 yılında PKK’nin “terör örgütü” listesine alındığını açıkladı. Aynı yıllarda Avusturya, Belçika Birleşik Krallık, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Kıbrıs Cumhuriyeti, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya ve Yunanistan da PKK’yi “terör örgütleri” listesine aldı.
Gladionun oyunu
PKK Lideri Abdullah Öcalan, İmralı Adası’nda avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde, söylediklerini Mezopotamya Ajansı (MA) hatırlattı.
Öcalan, PKK’nin “terör örgütleri” listesine alınmasının oyun olduğunu belirterek, bunun NATO’nun tavrının bir sonucu olduğunu söyledi. Öcalan, 12 Ocak 2011’de yapılan avukat görüşmesinde, Gladionun NATO’nun özel savaş örgütlenmesi olduğunu kaydederek, Maltepe Cezaevi’nden kaçırılan Mehmet Ali Ağca’nın Papa’ya suikast düzenlemesini örnek gösterdi. 1980 sonrası ilişkilerde farklılaşmaların yaşandığını dile getiren Öcalan, “1980 sonrası bu değişimi Kenan Evren’in ‘Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki ilişki 80’lerde farklılaştı, ’90’larda ise Türkiye Gladiosu özerkleşti’ anlamında ifadeleri çok iyi özetlemektedir. NATO Gladiosu’nun PKK üzerindeki ilk oynaması 1985 yılıdır. 1984 silahlı atılımından hemen bir yıl sonra NATO Gladiosu PKK ile savaşmaya başlamıştır ve bu müdahaleyi de NATO Antlaşmasının 5. maddesine dayandırmışlardır. Türkiye NATO’nun 5. maddesinin uygulanmadığını söylüyor. Tabi bu müdahale yasal-resmi ilan edilmiş bir kararla yapılmamıştır, açıklanmamıştır ama gizli bir şekilde Gladio tarzında, özel savaş olarak başlatılmış ve yürütülmüştür” dedi.
PKK’nin üzerine gidildi
NATO Gladiosu’nun merkezi Almanya olduğuna işaret eden Öcalan, “Almanya 1987 yılında PKK’yi ‘terör örgütü listesi’ne alarak, bir nevi NATO’nun tavrını netleştiriyordu. 1987 yılında Almanya’da alınan bu kararla PKK’nin üzerine gidildi. Onun etkisiyle birçok yerde PKK’nin faaliyetleri yasaklandı. Son olarak da bu süreç 2000’li yılların başlarında AB’nin (Avrupa Birliği) PKK’yi terör örgütü listesine almasıyla tamamlanmış oluyordu” değerlendirmesinde bulundu.
Çiller darbesi
PKK ile savaşın Türkiye Gladiosu ile NATO Gladiosu arasındaki özdeşlik ilişkisinin karakterini değiştirdiğini kaydeden Öcalan, “Çiller darbesiyle birlikte Türkiye Gladiosu bir nevi özerkleşti. Özal’ın Kürt sorununu çözme konusundaki iyiniyetli yaklaşımı biliniyor. Hatta o dönem Özal ve Jandarma Genel Komutanı’nın iyiniyetli çözüm çabaları vardı. Bu çabalar Gladio’yu rahatsız etmişti. Sonra kendisine Kartal Demirağ tarafından suikast düzenlendi. Özal bu tehlikelerin farkındaydı. Özal’ın öldürülmesiyle açıkça Çiller’in başbakanlığı ve Doğan Güreş’in Genelkurmay Başkanlığı dönemine yol açıldı. Bu dönem Türkiye Cumhuriyeti’nin en karanlık dönemidir. Bu, Çiller darbesidir. O dönem 4 bin köyün yakılması, boşaltılması ve yüzbinlerce Kürdün göçe zorlanması, hatta on binlercesinin de katledilmesi olayları da var. Bu olaylar bile tek başına en az Ermeniler ve Rumlara yapılanlar kadar ağırdır. Ermeniler ve Rumlara yapılan fiziki soykırımdan daha da ağır sonuçları olan bir dönemdir. Belki Ermeniler ve Rumlar üzerinde sağlanan başarı Kürtler üzerinde sağlanamadı ancak yapılmak istenen ve amaçlanan en az Ermeniler ve Rumların başına getirilmek istenendi” şeklinde konuştu.
Gladio ve JİTEM
NATO Gladiosu’nun Türkiye’deki versiyonunun JİTEM olduğunun altını çizen Öcalan, 23 Mart 2011’de şunları söyledi: “Bu konsept 1985’ten 1999’da benim buraya kadar getirilişime kadar devam etti. Bu süreçte JİTEM bizi sürekli tasfiye etmeye çalıştı, binlerce kişiyi yargısız şekilde katletti. Her türlü hukuksuz yöntemi uyguladılar, bir dönem Hizbul-kontra yöntemini de kullandılar. Fakat bu yöntemlerinin hiçbirinde başarılı olamadılar, öldürmekle bizi bitiremediler. Sonra 1999’da ne zamanki buraya getirildim, JİTEM’in de işi bitti. JİTEM bu kadar cinayetine rağmen bizi tasfiye edemediği için başarısız bulundu. Bir de binlerce cinayet ve hukuksuzlukları, kirli yüzleri açığa çıkmıştı, artık kullanılamaz hale gelmişti. JİTEM artık fonksiyonel değildi, işi bitmişti.”
AKP ile yeni konsept uygulamaya konuldu
1985’te bu şekilde başlayan sürecin uluslararası komployla 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle uygulanan “Gladio-JİTEM” konseptin iflas etmesine kadar sürdüğünü belirten Öcalan, 1999-2002’nin yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu belirtti. 2002’den sonra yeni bir konsept başladığını ifade eden Öcalan, “Bu yeni dönemin-konseptin merkezi Londra-Washington’dur, planlar burada yapılıyor. Tam da bu süreçte yani 2002 yılından itibaren burada süren yoğun barış çabalarımız sonucunda sağlanan çatışmasızlık ortamına rağmen PKK’nin tüm Avrupa Birliği ülkelerinde ve ABD’de terör örgütü listelerine alınması tesadüf değildir. Bu durum yeni konseptin uygulayıcılarının ABD ve Avrupa ülkeleri olduğunun bir başka göstergesidir. 2002’den sonra yine bu merkezlerin desteğini de alarak iktidara gelen AKP hükümetiyle birlikte yeni konsept uygulamaya konulmuştur. Yöntemler değişmiştir.
Artık orduya-askere dayalı Gladio-JİTEM yerine, daha çok sivil polislerin yani emniyetin koordinesinde, daha doğrusu bu polis akademisi olarak nitelenen çevrenin öncülüğünde bu yeni konsept uygulanıyor. Bildiğiniz gibi açılım ilk bu akademi çevresinde ortaya atıldı. İlk çalıştay bu akademide yapılmıştı. Bu demokratik açılım dedikleri de bu konsepte dahildir. Bu konsepti yürütenler iki yöntem kullanıyorlar. Bir yandan Kandil’in siyasi soykırım dediği, benim siyasi tasfiye demeyi daha uygun bulduğum yöntemle özgürlük mücadelesinden vazgeçmeyenleri, legal siyaset yapıp teslim olmayan Kürtleri, özgürlük mücadelesini sürdürenleri içeri tıkıyorlar. İkinci yöntem olarak da benim ‘taviz politikası’ diye adlandırdığım yöntemi kullanıyorlar. Her iki yöntem iç içe birbirine paralel uygulanıyor” dedi.
Gayri ciddi yaklaşmakla bu iş çözülmez
PKK Lideri, İmralı’da bulunduğu süre boyunca Kürt sorununun “terör” olarak tanımlanmasına karşın sık sık değerlendirmelerde bulundu. Öcalan, Kürt sorununun çözümü için muhatap belirlenmesi gerektiğinin altını çizerek, 5 Ağustos 2009 tarihli avukat görüşmesinde, “Kürtler bunu kabul etmez. Öyle benim ağzımdan bu sorunu konuşamazlar. Geçmişte benimle görüşüldü, bunu söylemiştim ancak çözüme yönelik bir adım atılmadı, ciddi yaklaşılmadı. Yine söylüyorum, bu iş öyle basit bir iş değildir, cesaret işidir. Bana öyle basit gelemezsiniz. Her gün ölümler oluyor. Ben burada ölümlerin önünde durmaya çalışıyorum. Bunu böyle bilmelisiniz, neden anlamıyorsunuz? Öyle gayri ciddi yaklaşmakla bu iş çözülmez. Sorun ciddidir ve bu sorunu çözmek ciddi insanların işidir. Öyle klasik oyunlarla bu sorun çözülmez. Siz hem bu sorunu çözeceğim diyorsunuz hem ciddi olmayacaksınız. Eğer ciddiyet yoksa, bu soruna yaklaşılmamalıdır” dedi.
Maskeler düşecek
Kürt sorununun demokratik çözümü için müzakerenin önemine vurgu yapan Öcalan, 23 Eylül 2009 tarihinde, “Müzakereden neden çekiniyorlar ki? Bir araya gelirler, sorunu müzakere ederler ve çözüme giderler. Bundan çekinilecek, korkulacak ne var? Meclis de öyle gevezelik için toplanmasın, sorunu sorumluluğuyla karşılasın, öyle tartışsın, birbirlerini hainlikle suçlamasın. Yok, sen şunu söyledin, şunu yaptın, yok sen de şunu söyledin, şunu yaptın gibi siyaset anlayışını terk etsinler. Müzakere aynı zamanda kimin çözümsüzlükten yana kimin çözümden yana olduğunu ortaya çıkaracaktır. Müzakere olursa kim barış istiyor kim savaş istiyor; kim adalet istiyor kim adaletsizliği, kim faili meçhullerden yana kim hukuktan yana; kim karanlık Türkiye’den yana kim aydınlık bir ülkeden yana? Müzakere olursa barış ve çözüm istemeyenlerin maskesi düşecek. Müzakere olursa kim tam bağımsızlıktan yana ortaya çıkacak. Evet müzakere ve barış olunca Türkiye’nin Ortadoğu’da yıldızı parlayacak. Ve Türkiye model olur. Benim önümü açın, ben de Türkiye’de barış ve çözüm istemeyenlerin maskesini düşüreyim. Kim çözümden kardeşlikten yana ortaya çıksın. O zaman da bırak, Türk halkı benim hakkımda kararını verirsin” ifadelerini kullandı.
Gelsinler bütün herkesin önünde tartışalım
Müzakereyle toplumsal uzlaşmanın sağlanacağının altını çizen Öcalan, “Müzakere yapalım, diyalog yapalım, kim bölücüdür kim değildir, kim teröristtir kim değildir her şeyi açık tartışalım. O zaman bunların ne kadar fanatik, ne kadar ırkçı, ne kadar faşist oldukları ortaya çıkar. Bundan daha basit yol var mı? Her şeyi tartışalım. Kimin bölücü olup olmadığına halk karar versin. Benim düşüncelerim açıktır, ortadadır. Nasıl oluyor ben bölücü oluyorum? Gelsinler bütün herkesin önünde, bütün Türkiye’nin önünde tartışalım, kim bölücü kim değil belli olsun. O zaman halk benim için ne derse ben razıyım. Şimdi bunlar neden kaçıyor? Bunların Türklükle ne ilgisi var? Ben Türkleri tanırım, siyaseti de böyle değildir, ahlakı da böyle değildir. Türkler böyle siyaset yapmaz. Türkler bölücü siyaset yapmaz, ta 1071’den beri bu böyledir” şeklinde konuştu.
Savaş ve tarafları vardır
AKP’nin “açılım yaptık” siyasetiyle PKK’nin tasfiyesini amaçladığını ifade eden Öcalan, 9 Aralık 2009’de yapılan görüşmede, “Bu sorunun siyasi olduğu ve siyasi şekilde çözüleceğinin kabul edilmesi lazım. Bakın 50 bin ölüm var, buna ‘terör’ diyorlar. Yunan savaşında bile beş bin kişinin öldüğü söyleniyor. Burada 50 bin kişinin öldüğü yerde terörden bahsedilmez, orada savaş vardır. Savaşın da tarafları vardır ve sorun taraflar arasında çözülür. Bu müzakere ile olur, diyalogla olur. Buraya gelip sorunun çözümü için benimle görüşebilirler. Ben illa muhatap ben olayım demiyorum, PKK’yi de muhatap alabilirler, olmazsa DTP’yi de alabilirler, o da olmazsa o zaman içinde PKK’lilerin yer alabileceği halktan sorunla ilgili insanlardan oluşturulmuş bir heyetle de görüşmeler yapabilirler” dedi.
AKP de biter
Doğru yöntemin belirlenmesi durumunda çözüm için üzerine düşeni yapmaya hazır olduğu mesajını veren PKK Lideri, “Bu sorunun kesin çözümü için, nasıl olacak bilmiyorum ama Meclis’in bir karar alıp bana yetki vermesi lazım. Bunun için benim önümün açılması lazım. Bunun için arkadaşlarımla görüşebilmem lazım. Bu öyle telefonla avukat görüşmeleriyle de olmaz. Ben Yol Haritası’nda bunlardan bahsetmiştim. Demokratik çözüm ve siyasetin önü açılmalıdır. Buradan Erdoğan’a da sesleniyorum. Eğer doğru yöntem belirlenmezse, demokratik siyaset ve çözümün önü açılmazsa nasıl ki Enver Paşa ittihatçılığı Osmanlıyı parçaladıysa, AKP’nin mevcut olan zihniyeti de Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalanmaya götürür, AKP de biter. CHP ve MHP’nin iktidarında ise kan akar. Ben hala demokratik çözüm için elimden geleni yapabilirim. Ama demokratik çözümün önü açılmazsa, baharda savaş büyür” uyarısında bulundu.
Hakikatleri Araştırma Komisyonu
Kürt sorununun çözümü için Meclis bünyesinde Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun kurulmasını gerektiğine işaret eden Öcalan, 23 Aralık 2009’da şu önerilerde bulundu: “Madem sorunun çözülmesini istiyorsunuz, Meclis bünyesinde bir Hakikati Araştırma Komisyonu’nu kur, o zaman bak sorun nasıl çözülür, neden kurmuyorsun, kim engelliyor seni? O zaman bu komisyonu kurduktan sonra bak ne terör kalır ne şiddet kalır ne ayrılıkçılık kalır ne de ayaklanma kalır. Meclis bu sorunun çözüleceği bir zemindir. Kurarsın komisyonu, herkesi dinlersin, gelirsin burada benimle de görüşürsün. Görüşlerimi alırsın, herkesi dinlersin, her tarafı dinlersin sonra sorunu teşhis edip, çözüm yollarını sıralarsın. Aslında bu işin çözümü bu kadar basit. Bütün bunları yaptıktan sonra bak o zaman kalıyor mu terör, bölücülük, ayrılıkçılık. Madem sorunların çözümünün kalbi Meclis’tir diyorsun, yap o zaman kim tutuyor seni? Yok talimat veriyor, yok beni bahane gösterip parti kapatıyorsun. Sorunları böyle çözemezsin. Sorunun çözümü için Meclisi adres gösteriyorsun, demokratik çözüm zeminidir diyorsun, o zaman Meclis bünyesinde kur Hakikati Araştırma Komisyonu, bak ortada sorun kalır mı? Ama yapamazsın, yaptırmazlar. Çünkü senin ipin başkalarının elinde. Sana yaptırmazlar, yapamazsın derler sen de yapamazsın. Bu kadardır. Yine söylüyorum, benim önerim olarak da açıklanabilir. Bir Hakikati Araştırma Komisyonu’nun kurulması gerekiyor. Bütün sorunlar bu komisyon aracılığıyla çözüme kavuşturulabilir. Otuz kişilik böyle bir komisyon kursunlar savaşın nasıl durduğunu o zaman görecekler.”
Kan üzerinde siyaset yapıyorlar
Öcalan, 40-50 bin ölümün “terör” ile açıklanamayacağını belirterek, 20 Ocak 2010’da yapılan görüşmede şunları söyledi: “İnsanları bu türden tabirlerle kandıramazsınız. Yaklaşık 50 bin insanın öldüğü bir yerde ‘terör’ değil savaş vardır. Başka ülkelerde bu kadar kayıp verilse masaya oturulur, konuşulur, çözüm yolları tartışılır. Ben illa ki bu konuda benimle de konuşun, görüşün demedim. Değişik adresler, değişik yöntemler gösterdim, tespitler yaptım bu konularda ancak bunlar da dikkate alınmadı. Geçenlerde radyodan dinledim. Cumhurbaşkanı Gül’ün katıldığı törendeki olayı duydum. Orada da ‘terör’ü sonlandırıncaya kadar mücadeleye devam deniyor. İşte görüyorsunuz, dökülen kanlar üzerinden hala siyaset yapılıyor. Şehitlerimiz var deniliyor, kendi şehitlerine de saygıları yok. Madem bir savaş oldu, bunun karşılığında insanlar öldü, bu insanların acılarını dindirecek, bu kayıpların önüne geçecek barışın da yapılması gerekiyor. Devlet adamlığı bunu gerektirir. Biz 93’ten beri barışın mücadelesini yürüttük, son olarak 11 yıldır da burada yürütmeye çalıştım. Bu yönde çabalarımız oldu ama bu çabalarımız sonuçsuz bırakıldı.
Barışa hazırdık görmezden gelindi
50 bine yakın insan öldü ancak yeni ölümlerin önüne geçmek bir yana hala bu kayıplar kullanılıyor; ‘terör’, ‘bölücülük’ deniliyor. Biz hiçbir zaman bu vatanı bölmek istemedik. Şehitlerimiz var deniliyor, peki onların şehitleri var da bizim şehitlerimiz yok mu? Biz tüm bu acılarımıza rağmen arkadaşlarımızın, halkımızın bağırlarına taş basa basa onları barışa ikna ettik, barışa hazır hale getirdik, peki siz ne yaptınız? Acıları körüklediniz. Daha önceleri de barışa dönük bu hamlelerimizi yaptık, bu nedenle yüzlerce arkadaşımızı kaybettik. Son olarak da Kandil’den ve Maxmur’dan arkadaşlarımız her şeyi göze alarak, başlarına geleceklerin farkında olarak, bile bile barışa katkı sunmak için geldiler. Bu arkadaşlarımızın gelişinin hükümet-devlet tarafından nasıl ele alındığı da ortada. Bu arkadaşlarımızın gelmesiyle amaçladığımız; her şeye, tüm acılarına rağmen Kürtlerin barışa hazır olduklarını göstermek ve sorunun çözülmesi durumunda tavrımızın ne olacağını ispatlamaktı. Ancak bu görmezden gelindi.
Devlet ciddiyet gerektirir
Belirttiğim gibi biz bütün acılarımıza rağmen arkadaşlarımızın halkımızın bağırlarına taş basarak barışa hazır hale getirdik. Ancak siz hala kanlar üzerinden siyaset yapıyorsunuz. Devlet ciddiyeti burada yok. Ortada bir savaş var, kayıplar veriyorsun. Devlet adamlığı savaşa hazırladığın gibi barışa hazırlanmayı da gerektirir. Savaşmasını bilenler, barışmasını da bilmelidirler. İşte tarihten örnekler var. Gandhi (Mahatma Gandhi – Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin Lideri) savaştı, savaşını yürüttü, barışmasını da bildi. Yine De Gaulle (Charles de Gaulle – Fransa eski Cumhurbaşkanı) örneği var. Yine biliyorsunuz Churchill (Winston Churchill – Eski Birleşik Krallık Başbakanı) İkinci Dünya Savaşı’na girdi, savaşını yürüttü ama sonunda barışmasını da bildi, barışı sağladı. Barış için yaptıkları ortada. İşte devlet adamlığı, ciddiyeti budur. Aşiretler çağında da durum böyleydi. İki aşiret birbirleriyle savaşırdı, toplumda önde gelen birileri araya girer, barış sağlamaya çalışırlardı. ‘Barışa hazır mısınız?’ diye sorarlardı, onlar da kabul ederse, aşiretler arasında barış sağlanırdı. Aşiret hukukunda da bu böyledir. Savaşırlar ve barışırlar. Bu sorunu ‘terör sorunu’ deyip geçiştiremezsiniz, öyle basit yaklaşamazsınız. Biz kimliğimiz, özgürlüğümüz, haklarımız için mücadelemizi yürüttük. Binlerce tutsağı var, halkı var. Bu soğuklarda buz kesmiş dağlarda kalanları var. Oralarda niye bulunduklarının anlaşılması gerekiyor.”
Bu açık bir soykırımdır
“Terör” söylemlerine tepki gösteren Öcalan, İmralı Heyeti’yle 26 Haziran 2014’te yaptığı görüşmede, şu değerlendirmelerde bulundu: “Biz çocuk değiliz, deli değiliz, terörist değiliz! Teröristin Allah’ı da sizsiniz deyin. Kendilerini uyarıyorum, bana sahte gündem dayatmasınlar. Kürtler, Kürt işbirlikçiliğiyle yasadışı ilan edilmiş. Kürtlük yasadışı bırakılmış. Yaşam alanı sıkıştırılmış. Hükümet halen bu sefil haliyle bizi tasfiye etmeye çalışıyor. Oysa biraz kafaları çalışsaydı, çağdaş yaşam için normların, yasaların gerekli olduğunu bilirlerdi. Bu şekilde örgütlenebilen bir devlet gereklidir. Beyaz Türkler Kürt olarak benim adımı yasaya bile yazmıyorlar. Onlara deyin ki, Kürtleri yasaya almadığınız zaman beni siz dağda tutuyorsunuz demektir. Deyin ki, Öcalan Kürtleri yasadışılıktan, onların tanımıyla ‘eşkıyalıktan’ alıp yasa altına almak istiyor. Kürtlerin eşit, çağdaş kültürü ve kimliğiyle yaşamı için yasa yapmıyorlarsa, bunda hile vardır; bu açık bir soykırımdır, kültürel soykırımdır.”
Kaynak: MA