Dink’in katledilmesinin üzerinden 15 yıl geçti. Bürokrasi, istihbarat, emniyet, jandarma ve medya, herkes cinayeti biliyordu. Dink’in katledilmesi G. Garcia Marquez’in romanı Kırmızı Pazartesi’de olduğu gibi herkesin işleneceğini bildiği ancak engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı cinayetin öyküsünü andırırcasına göz göre göre geldi
İnan Kızılkaya/İstanbul
19 Ocak 2007’de Hrant Dink saat 15.00 sıralarında, Genel Yayın Yönetmeni olduğu Agos gazetesinin Şişli Halaskârgazi Caddesi üzerindeki binası önünde uğradığı silahlı saldırıda 17 yaşındaki Ogün Samast tarafından katledildi. Dink’in katledilmesi G. Garcia Marquez’in romanı Kırmızı Pazartesi’de olduğu gibi herkesin işleneceğini bildiği ancak engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı cinayetin öyküsünü andırırcasına göz göre göre geldi. Kimin tasarladığı, kimin planladığı, kimlerin himayesinde ve göz yummasıyla tetiği bile kimin çekeceğinin belli olduğu organize bir cinayetti. Dink katledildiği gün Agos’ta yayımlanan son yazısında, Türk Ceza Kanunu’nun “Türklüğü aşağılamak” suçunu içeren tartışmalı 301’inci maddesi uyarınca ceza almasından sonra kendisine çeşitli tehditler geldiğini yazmış ve ruh halini de “güvercin tedirginliği” olarak tanımlamıştı. Dink, o günlerde 301’inci maddeden aldığı ve ertelenen 6 aylık hapis cezasıyla ilgili kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götürmeye hazırlanıyordu.
MGK tehdidi
2000’li yıllardan sonra Türkiye’de yükselen ulusalcı akımın hedefinde söylem olarak dış güçler, Kürtler ve ülkedeki Hristiyan yurttaşlar vardı. Dönemin Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarına da yansıyan misyonerlik faaliyetlerinin arttığına dair medyanın da verdiği gazla saldırılar gerçekleşti. 5 Şubat 2006’da Trabzon’da Katolik Santa Maria Kilisesi rahibi Andrea Santaro ve 18 Nisan 2007’de Malatya’da Hristiyan içerikli kitap dağıtan Zirve Yayınevi’ne baskında biri Alman ikisi Türk, üç Hristiyan boğazları kesilerek katledildi. Dink, Santaro ve Zirve Yayınevi saldırılarında tetiği çeken katillerin profili birbirine benziyordu. Yaşları 17-19 arasında değişen, ırkçı saikle hareket eden ve devletin istihbarat birimleriyle ilişkileri olan gençler tetiği çekiyordu. Sorumlular ise açıklamalarında “örgüt işi değil, milliyetçi duygularla birkaç kişi tarafından işlenmiş cinayet” diyerek süreci önemsizleştirme çabasındaydı.
Yüz binler sahiplendi
1954 Malatya doğumlu Dink, lise yıllarından itibaren dönemin politik atmosferinden etkilenerek sol siyasetle ilişkilendi. Eşi Rakel ile birlikte Anadolu’dan gelen kimsesiz ve yoksul çocukların yetiştiği Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’nı yönetti. Açılışından 21 yıl sonra devlet ‘militan yetiştirildiği’ yalanıyla kampa el koydu. Siyasal görüşleri nedeniyle üç kere tutuklanan Dink, 5 Nisan 1996’da ilk sayısı yayınlanan Türkçe-Ermenice çıkan Agos gazetesinin kuruculuğunu, yayın yönetmenliğini ve başyazarlığını üstlendi. Dink’in eşi Rakel Dink gazete binası önündeki cenaze töreninde yaptığı konuşmada, “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim” diye konuştu. Cenazeye katılanlar yüz binlerce insan Türkçe, Ermenice ve Kürtçe “Hepimiz Hrant Dink’iz, hepimiz Ermeni’yiz!” yazılı dövizler taşıdı.
Genelkurmay’dan uyarı!
Dink’e ilk olarak 2002 yılında Urfa’daki bir konferansta yaptığı konuşma nedeniyle açılan dava 9 Şubat 2006’da beraatiyle sonuçlandı. Dink için asıl yoğun yargı tacizinin başlangıç noktasını, kendisi doğrudan dava konusu olmasa da Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenli olduğuna yönelik 6 Şubat 2004’te, kendi imzasıyla Agos’ta yayımlanan haberi oluşturdu. Haberde Mustafa Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen’in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu söylüyordu. Bu haberin 21 Şubat 2004’te Hürriyet’in manşetinden “Sabiha Gökçen mi Hatun Sebilciyan mı” başlığıyla verilmesinin ardından 22 Şubat 2004’te Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterliği yaptığı açıklamada, “Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşımdır” denildi. Bu bildirinin hemen ertesinde İstanbul Valiliği’ne çağrılan Dink, Vali Yardımcısı Erol Güngör’ün makamında iki MİT mensubu ile görüşmede “uyarıldı.” Dink hakkında, bu görüşmenin hemen ertesinde basında hedef gösterme kampanyası başladı. 13 Şubat 2004 tarihinde köşesinde diaspora Ermenilerini eleştirdiği yazısı, bağlamından koparılarak, “Hrant Dink, Türk kimliğine hakaret ediyor” iddiasıyla yeni bir dava açıldı. Mahkeme tarafından tayin edilen bilirkişinin yazıda herhangi bir suç unsuru olmadığı yönündeki lehte raporuna karşın Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 7 Ekim 2005 tarihli kararı ile Dink altı ay hapis cezasına mahkûm edildi.
Linç gösterisi
Belli bir merkezden yönlendirildiği aşikar olan protestolar davanın ilk duruşmasında adliyenin dışında gerek koridorlarda ve duruşma salonunda davaya müdahil olmak isteyen kişiler saldırgan tavırlarda bulundu. Polisin gözetiminde duruşma salonunu dolduran grup, Dink ve avukatlarını tehdit etti. 26 Şubat 2004’te İstanbul Ülkü Ocakları İl Başkanı Levent Temiz’in başını çektiği bir grup Agos’un kapısına gelerek “Ya sev ya terk et”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganları attılar. Agos’un önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” olarak adlandıran grup tarafından yapıldı. Dink’in Reuters ajansına verdiği demeçteki “Elbette bu bir soykırımdır diyorum” alıntısının TCK 301 uyarınca “Türklüğü aşağıladığı” iddia edildi.
AİHM Türkiye’yi mahkûm etti
‘Türklüğe hakaret’ten ceza aldığı makalesinin yanlış yorumlandığını söyleyen Dink davasını karara bağlayan AİHM Eylül 2010 tarihinde, Türkiye’yi, Dink’in yaşam hakkını koruyamadığı ve öldürülmesiyle ilgili etkili bir soruşturma yürütmediği gerekçesiyle mahkûm etti. AİHM, Dink’in ailesinin farklı tarihlerde yaptıkları beş ayrı başvuruyu birleştirerek ele aldığı davada ortak bir karar verdi.
Polislerle fotoğraf
Cinayetten 36 saat sonra tetikçi Samast, Samsun otogarında babasının ihbarıyla yakalandı. Pişman olmadığını söyleyen Samast, suikastı Yasin Hayal’in talimatı üzerine işlediğini ifade etti. Samast’ın polislerle Türk bayrağı önünde gülümseyerek yayınlanan fotoğrafı cinayetin adeta bir ‘milli mutabakat’ sonucu işlendiğine işaret ediyordu. Bu polisler ana davanın da sanıkları arasındaydı. Hayal’in adı daha önce 2004 yılında Trabzon’da bir fast-food restoranında altı kişinin yaralandığı bombalama olayına karışmıştı. Gözaltına alınan Hayal ifadesinde cinayeti Erhan Tuncel ile birlikte planladığını söyledi. Tuncel’in bir dönem muhbirlik yaptığı Trabzon Emniyet Müdürlüğü’ne cinayetin işleneceğini ilettiği tespit edilmişti. Şubat 2006’da Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nün de durumu Emniyet Genel Müdürlüğü ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ilettiği tespit edilmiş, ancak ne Trabzon ne İstanbul ne de Emniyet Genel Müdürlüğü hiçbir önlem almamıştı. Hayal’in eniştesi olan ve daha sonra jandarma istihbarat elemanı olduğu anlaşılan Coşkun İğci de Temmuz 2006’da Dink’i öldürme planlarını jandarma istihbarat personellerine aktardığını söyledi.
Dava sürecinde neler yaşandı?
Dink suikastıyla ilgili yargı süreci Nisan 2007’de başladı ve İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. İlk etapta 12’si tutuklu 18 kişinin yargılanmasına başlandı. 2008 ve 2009 yıllarında hazırlanan ek iddianamelerle sanık sayısı 20’ye yükseldi. Bu dava, Ocak 2012’de hükme bağlandı. Sanıklardan Hayal, “tasarlayarak öldürmeye azmettirmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Tuncel de 10 yıl 6 ay hapis cezası aldı ve cezaevinde cezasını doldurduğuna hükmedilerek tahliyesine karar verildi. Hayal, yargı süreci boyunca, kamuoyu tarafından yakından bilinen bazı başka kişileri de tehdit etti. Samast ise suç işlediği sırada 17 yaşında olduğu için çocuk mahkemesinde yargılandı. Samast, Temmuz 2011’de çıkan kararda, “tasarlayarak adam öldürmek” ve “ruhsatsız silah bulundurmak” suçlarından 22 yıl 10 hapis cezası aldı. Ancak ana davada sanıkların tamamı “silahlı terör örgütü üyeliği” suçundan beraat etti. Mayıs 2013’te davayla ilgili kararını veren Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi, “örgüt” yönünden verilen beraat kararını bozarak, sanıkların “silahlı terör örgütü” değil, “suç işlemek amacıyla oluşturulan örgüt” üyesi oldukları gerekçesiyle yeniden yargılanmalarına hükmetti.
Mahkeme sorumluları akladı
Cinayet dosyasına ilişkin toplamda 300 duruşma görüldü. 76 sanığın yargılandığı davada karar 26 Mart 2021’de açıklandı. 37 kişi beraat, 26 kişi ise ceza aldı. Eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer ve eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’e ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Fethullah Gülen, Zekeriya Öz, Ekrem Dumanlı ve Adem Yavuz Arslan dahil 13 firari sanığın dosyaları ayrıldı. Oybirliğiyle karar alan mahkeme, cinayetin Fethullah Gülen Yapılanması’nın amaçları doğrultusunda işlendiği kanaatiyle savcılığa suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.
“Kamu görevini ihmal” suçundan yargılanan eski Emniyet Müdürleri Celalettin Cerrah ve Sabri Uzun’un dosyaları zaman aşımı nedeniyle düştü. Dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay, “ihmal nedeniyle adam öldürmek” ve “resmi belgeyi yok etme” suçlarından beraat etti. “Görevi ihmal” suçuyla ilgili dosyası da zaman aşımına uğradı. Dönemin Trabzon Jandarma Alay Komutanı Ali Öz’e 28 yıl ceza verildi. Eski polis memuru Muhittin Zenit hakkında beraat kararı verildi.
Apoletliler korundu
Hrant Dink’in katledilme davasının seyrine ilişkin konuşan dava avukatlarından Hülya Deveci, 2007’de başlayan yargılamanın 2012’de sonuçlanan kararına itiraz ettiklerini belirterek, “Karar, Yargıtay tarafından ‘cinayetin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlendiği’ gerekçesiyle bozuldu. Tekrar yapılan yargılamada verilen kararın da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay tarafından karar tekrar bozuldu ve yargılamaya devam edildi” diye konuştu. Deveci, kamu görevlileri hakkında düzenlenen iddianamenin açılan dava dosyasıyla birleştirildiğini kaydederek, şunları söyledi: “Cinayet tarihi olan 2007 yılından 2014 yılına kadar soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmesi ve kamu görevlilerinin de soruşturulması yönünde; savcılıklar tarafından verilen takipsizlik kararları, takipsizlik kararlarına yaptığımız itirazlara mahkemeler tarafından verilen ret kararları, kamu görevlilerinin soruşturulmasına izin vermeyen kurum kararları ve bu kararlara yaptığımız itirazları reddeden İdare Mahkemeleri kararları ile bir bütün olarak cinayetin tüm yönleri ile soruşturulmasının önünde bir direnç oluşturuldu.” Deveci, bir kısım kamu görevlileri hakkında iddianame düzenlenmiş olsa da yürütülen soruşturmanın etkin olmadığını vurguladı.
Kritik isimlere beraat
İddianamede yargılamanın sınırlarının daraltıldığını kaydeden Deveci, cinayete giden sürecin dikkate alınmadan bir karar verildiğine dikkat çekerek, “Mahkeme tarafından kovuşturmanın genişletilmesine yönelik bir kısım taleplerimiz reddedilmiş ve var olan haliyle dahi cinayette sorumluluğu bizce cezalandırılmalarına yeter derecede delil olan başta Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler, Engin Dinç, Reşat Altay, Metin Yıldız, Ercan Demir, Sabri Uzun ve diğer bir kısım sanık hakkında beraat kararı verilmiştir” dedi. Mahkemenin kararına yönelik hukuksal sürece ilişkin ise Deveci şunları söyledi: “İtirazımız; cinayet öncesinde Dink’in yaşamına yönelik güçlü bir tehdit atmosferi bulunduğu, Dink’in saldırıların odağında olduğu, ölüm tehditleri aldığı ve/veya Dink’in öldürüleceği Trabzon İl Jandarma Komutanlığı, Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, EGM İstihbarat Daire Başkanlığı, İstanbul Valilik görevlileri ile Milli İstihbarat Teşkilatı görevlilerinin bilgisi dahilinde olmasına rağmen Dink’in yaşamının korunmasına yönelik olarak koruma tedbirleri alınmadığı, cinayeti tasarlayan örgüte yönelik cinayet öncesi operasyon yapılmadığı ve bu yolla Dink’in öldürülmesinin olanaklı hale getirildiği yönünde oldu. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi kararına karşı tarafımızdan ana başlıklarla belirttiğimiz bu noktalarda itiraz edilmiş ve dosya şu an İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi önünde ve henüz bir karar çıkmamış durumda.”