“Bugün Kürt hareketi aşağıdan yukarıya siyasi etkide bulunmanın en önemli mecrası. Kürt dinamizmiyle Türkiye halkının demokratikleşme dinamizmini ayrıştıran değil, yan yana getiren eğilimlerin güçlenmesi, büyük bir fırsat. Bu fırsatı kullanmalıyız”
Nezahat Doğan
Sokak toplumun aynası ve gerçekliğidir. Birey olmaktır… İnsan olmaktır… Var olmak, yaşayabilmek için mücadele etmektir. Toplumsal, siyasal, kültürel, ekonomik gelişmelerin ve süreçlerin aslında değişim dönüşümün sancılı da olsa en önemli varlığıdır. Ortak yaşam ve demokratikleşme, bir arada yan yana durabilme, yürüyebilmenin, bütün farklılıklara rağmen yol çizmenin, rota belirlemenin odağıdır.
Gerçek değişimler sokakla başlar. Sokak toplumsal muhalefet demek. İktidarları, rejimleri, muhalefet partilerini ve parlamentoyu denetim mekanizmasıdır…
Geçmişte sokak siyasetken şimdi sokak siyaset ve mücadele alanından uzaklaştırılıyor. Günlerdir Türkiye’de sokak üzerinden bir tartışma yürüyor ve sokak siyaset dışı ilan ediliyor…
“Sokağa çıkan kaybeder” lafının bir karşılığı yok diyen Yazar Ferda Koç’a göre, sokağa çıkmayanın kaybedeceği, sokağa çıkanların kazanacağı kesin. “Muhalefet sokağa çıkmaz da sokağı iktidara bırakırsa iktidar yine kazanır diyor” ve ekliyor: “Sokaktan sadece AKP değil CHP de alternatif bir muhalefet doğacak diye korkuyor.”
Sokağın değişime etkilerini, tarihsel dönemleri ve sokak hareketlerini yazar Ferda Koç ile konuştuk.
- Öncelikle sokağa çıkarsın çıkamazsın tartışmalarıyla başlayalalım… Şimdi siyasete baktığımızda, sokağa baktığımızda zaten sokak, eylem ve bir nevi muhalefet demek değil mi?
Şimdi buraya bir milat koymak lazım. Milat Haziran isyanıdır, Gezi hareketidir. Gezi hareketi Türkiye toplumunun modern tarihi içerisinde gördüğü en büyük siyasi, toplumsal kalkışma, 15-16 Haziran’ın ötesine geçen bir şey. Altı milyon insanın harekete geçtiği, büyük kentlerin tamamının yasaklı meydanlarının halk tarafından ele geçirildiği ve günlerce elde tutulduğu, bir yasanın geri çektirilmesi değil bir hükümetin istifa ettirilmesini somut olarak hedefleyen, toplumun sadece bir kümesinin değil, -yani işçilerinin, köylülerinin, öğrencilerinin değil- kent halklarının bir bütün olarak katıldıkları bir harekettir. Toplumun demokratik bilincini muazzam dönüştürme potansiyeli olan bir hareketti. Biz hala bu hareketin siyasi kültür alanındaki sonuçlarını tam olarak deneyimlemiş değiliz. Öncelikle bunu kaydetmemiz lazım.
- O süreçten ne gibi dersler çıkarıldı?
Toplum Haziran isyanından kendini yenilmiş hissetmiyor. Netice olarak Gezi Parkı AVM’ye dönüştürülemedi. Bu mükemmel bir şeydi ve bir daha da cesaret edilebileceğini zannetmiyorum. AKM’yi yıksınlar, yeniden yapsınlar, işte oraya bir tane tuhaf cami diksinler, hiç fark etmiyor. Ama Gezi Parkı kentin merkezindeki meydan. İstanbul halkının olduğu ve İstanbul halkı ilk seçimde değil ama ikinci seçimde, o günkü iktidar sahiplerini yerel yönetimden uzaklaştırarak Haziran hareketinde girdikleri yolu bir nebze ilerlettiler ama iktidar açısından durum öyle olmadı.
- İktidar açısından durum nasıl oldu?
İktidar açısından durum bu hareketin iktidarı devirecek bir noktaya ulaşmasını önlemekti ve ilk defa sokaktaki egemenliğini yitirme gerçeğiyle karşılaştı. Yani sokak iktidara bir denetim mekanizması gösterdi.
- Geçmişte sokak gücünü nasıl gösterdi? Türkiye’de sokaktan iktidara gelme pratiği nasıl yaşandı?
Biz geçmişte sokağın gücünü gördük, Türkiye tarihinde. Sokakta yükselen bir hareketin üzerinden gelen siyasi iktidarlar var. Birisi Demokrat Parti. Sonra 1973 Ecevit hareketidir. O hakikaten 12 Mart direnişinin yarattığı Türkiye toplumunun muazzam sola açılması: köylüye toprak, işte genel af ve eşitlik kavramları etrafında gelişen bir sol kitle hareketiydi. Diğeri ise AKP iktidarıdır. AKP iktidarı da sokaktan gelişen bir harekettir. 2001 krizinde Ankara’da Kızılay’ı basan esnaf AKP iktidarının esas mobilizasyonudur.
İşte Gezi ve Haziran hareketi sokaktaki bu egemenliğe son vererek AKP’nin hakiki iktidar kaynağını sınırlandırdı.
- Sokak aynı zamanda muhalefet ve iktidarları denetim mekanizması değil mi?
Evet. Şimdi orada bir şeyi konuşalım. Dedim ki Türkiye’de üç büyük sokak üzerinden iktidara gelme hareketi var. Bunlardan üçüncüsü Erdoğan. Erdoğan’ın sokaktaki hakimiyeti Gezi’de sarsılınca Erdoğan sokağı iptal etmeyi birinci plana aldı. Kullandığı her şiddet aracını cezasızlık koruması altına almaya çalıştı. Bu başarısı 15 Temmuz sonrası pekişince Tayyip Erdoğan’ın siyaseti, siyasi mücadeleyi temsili alana sıkıştırma ve temsili alanı da kendi sokak gücüyle, manipüle edebilmesi. Nereden başladık? Referandumda atı alan Üsküdar’ı geçti. Nasıl atı alan Üsküdar’ı geçti? Mühürsüz oy pusulalarını geçerli saydılar ve çıkacak reaksiyonu sınırlandırdılar.
- Peki buna kim yol verdi?
CHP o günün akşamında sokaktaki bütün partililerini evlere çağırarak, provokasyona gelmeyin diyerek sokağı terk etti. Erdoğan’a terk etti ve Erdoğan’ın anayasa referandumu hilesinin önünü açtı. Şimdi biz sokak temsili alanındaki mücadele ikilemini, genel olarak sokağın düzlenmesi, sokağın sessiz hale getirilmesi ve her şeyin biçimsel demokrasi ortamında gerçekleşmesi gibi bir kavramsal düzlemde yaşamıyoruz. Gerçek hayatta yaşıyoruz ve o gerçek hayatta sokak hiçbir zaman ortadan kalkmıyor. Sokak muhalefet için ortadan kalkıyor. Sokakta muhalefet yasak. Sokakta iktidar serbest. İktidar sokakta kuruluyor. İktidar pandemi sonrasında tek tek insanların gövdesinde kuruluyor. Biz gövdemizden o iktidarı atamadığımız sürece sokaktan o iktidarı atacak güçte olmamıza rağmen atamıyoruz.
- O rağmen neden gerçekleşemiyor?
Ben şöyle olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de demokratik muhalefetin kitle tabanı aslında oldukça geniştir. Ama demokratik muhalefetin siyaset diline tercümesi devletçi ve devletçi olmayan bir bölünmeye sahiptir.
- Devletçi olan ya da devletçi olmayandan kastınız nedir?
Esas mesele şu. Türkiye’de demokrasi mücadelesi öyle emperyalizme karşı mücadele, burjuvaziye karşı mücadele filan genelliğinde laflarla mücadele değildir. Türkiye’de demokrasi mücadelesi faşizme karşı mücadele. Türkiye’de faşizme karşı mücadele ise devletin merkezindeki kontr-gerilla egemenliğine karşı mücadeledir.
Türkiye solu içerisinde devletçi ve devletçi olmayan sol kümelenmesi maalesef Türkiye toplumundaki demokratik özlemleri ve o özlemlere doğru hareketi parseller halinde ayıran, önemli bir bölümünü kurulu siyasi düzene entegre eden bir tabiata ve doğaya sahip. Bu bizim esas büyük problemimiz. Yani ben genel olarak solum birliğinin bizi güçlendireceğini bu nedenle düşünmüyorum.
- Ne güçlendirir?
Solum birliği değil bizi güçlendirecek olan; Antifaşist mücadelelerin birliği. Faşizme karşı mücadelelerin birliği.
- Kastettiğiniz nedir?
Basitçe bu bizim memlekette her şey orijinal kavram içerikleriyle kavranmıyor. Faşizm dediğin zaman akla MHP geliyor, ırkçılık geliyor. Değil o ya! Türkiye’de faşizm bir devlet biçimidir ve bu devlet biçimi olarak da burjuvazinin en gerici, en şovenist, en emperyalist kesimlerinin bir fraksiyonunun, açıktan açığa terörist diktatörlüğüdür. Bu terör mekanizmasının merkezindeki yapı kontr-gerilladır. Bu kontr-gerilla 15 Temmuz’da parçalanmıştır. Bizim elimizde o nedenle çok büyük bir fırsat var şu an. Birbirleriyle kanlı bir kavganın içerisine girdiler. Yani hatırlayın 1960’da nereyi ele geçirmeye kalkıştılar, TRT radyosu değil mi? 12 Eylül’de ne oldu? TRT televizyonunda okudular. Peki 15 Temmuz’da ne oldu? İki yer basıldı. Bir, Türksat, iki, onun hemen yanında olan özel harekat. Şimdi 15 Temmuz kontr-gerillanın içerisinde bir muazzam yarılma ve birbirine karşı savaş halinde gerçekleşti. 250 insan bu nedenle öldü.
- Sokağa çıkarsın çıkmazsın tartışmasında bir 15 Temmuz hatırlatması var, neden?
Bence bunun bir anlamı var. Köprünün üstünde askerleri boğazladığımız gibi sizi boğazlarız demek. Daha altta yatan bir şeye devletin tepesindeki iki hizbin çatışmasına filan bir atıf yok. Doğrudan halkı tehdit var.
- CHP’nin sokağa çıkılmamasının altını çizmesi bu endişelerden mi kaynaklı?
Şimdi onlar mı böyle izah ediyorlar? Ama bence böyle değil. Bence esas korktukları halkın doğrudan eylemine dayanan bir demokratik kitle muhalefetinin siyasi temsili zorunluluğuyla karşı karşıya kalmalarıdır. Esas sorun budur.
- Aslında toplumun yeni bir alternatif üreteceği mi?
Evet, esas sorun halk korkusudur. Yani Türkiye’deki düzen muhalefetinin halk korkusudur.
- CHP’nin özetle kaygısı ne?
CHP’nin bir değil iki korkusu var. Birincisi halk korkusu, İkincisi, müttefikleri korkusu.
- Hangi müttefik onlar?
İşte İYİ Parti, Saadet Partisi, Deva Partisi vs… CHP düzenin iktidara alternatifini oluşturmaktan başka bir çare olmadığını topluma empoze etmeye çalışıyor.
CHP’nin esas empoze etmeye çalıştığı şey şu. Yıkılmış bir sistemi bir süre daha sürdürecek aracı rolü oynayabilmek.
- Şimdi ekonomik krizle birlikte toplumda bir çaresizlik mi var?
Şimdi burada çaresizlik olduğunu düşünmüyorum. Bir örnekle anlatayım. Sokağa çıkmama, sokağa çıkan güçleri yalnız bırakma dönemdeki en önemli olgularından birisi kur krizinin patlak vermesiyle birlikte İstanbul ve Ankara’da sokağa çıkan sosyalist grupların yanlış yaptıklarını, CHP Genel Merkezi’nden ve İYİ Parti Genel Merkezi’nden ilan edilmesi durumuydu. Sokak tuzaktır falan filan yollu açıklamalardı. Ama neye yol açtı? Pasifikasyonun gelişmesine. Bu pasifik edici politika CHP tabanında bu politikayı izleyenlerin dahi istemediği, yıldırıcı sonuçlar üretecekti. Burada sosyalistlerin inatçı eylemi bu yılgınlık eğilimine ayna tutuyordu. Yılgınlaştırma pratiğine. Ayna tutan bir şey oldu. Işık tuttu, aydınlattı. Bunun üzerine ne yaptı Kemal Kılıçdaroğlu çıktı Mersin mitingini düzenledi. Mersin mitingini düzenlerken aynı zamanda neyi söyledi? Artık büyük mitingler düzenlemeye başlıyoruz. Güzel. Sokağa küçük gruplar halinde çıkıp Süleyman Soylu’nun polisi tarafından ezilmektense sokağa yüzbinlerle, milyonlarla çıkıp sokak inisiyatifini, hem de kamu düzeninde herhangi bir sarsıntıya yol açmaksızın ele alabilmek mümkün. Benim bildiğim Adana ve Mersin’deki mitinge bütün sosyalistler, halkevleri katıldılar. Aslında faşist bir siyasi iktidara karşı yoksul halkın kendisini ifade etme isteğinin bir gerçekleşmesiydi. Mersin mitingi ve arkası gelecek yani İzmir gelecek. Ankara gelecek. Şu bu bekleniyor. Ne oldu? Yok, arkası yok. Yani bu bir yol.
- Bu nasıl bir yol size göre?
Yani eğer CHP şu yolu izlese anlarım. Ya işte sokağa küçük gruplar halinde çıkıldığında provokatif şeylere, saldırılara, işte şeydeki Gezi sırasındaki satırlı gibi elemanların saldırılarına zemin oluşturulur, bu zemini oluşturmayalım. Sokağı yine bir egemenlik alanı haline getirelim ama bunu sahip olduğumuz hakiki kuvveti düzen içerisinde sokağa dökerek yapalım. Bu bir yoldur. Akılcı bir yoldur. Yapılması halinde sonuç alınacak bir yoldur.
Siyasi ortamı düzenleyici güç elde etmenin yolu var. Milyonlarca insanın meydanlara döküldüğü bir ortamda seçimde hile hurda yapabilmek, seçim sandığından kaçabilmek zorlaşır. Bu belli. Ama CHP sokağı şu an sadece halkın birikmiş öfkesinin gazını alma aracı olarak kullanma eğiliminde.
- Sokak yasaklanırsa ne olur?
Halkı yani muhalefeti sokaktan, muhalefet kitlesini sokaktan çektiğiniz anda sokağı iktidar doldurur. Sokağı iktidar doldurduğu anda seçim sandığını iktidar ele geçirir. Sandığın içerisinde “ne olursa olsun ele geçirir”. Sandığın içerisine neyi koyarsanız koyun.
- Bir de şimdi sokak dediğimizde ve muhalefet dediğimizde bu sosyal medya mı oldu?
Sokak orası değil tabii yani. Sosyal medya şu an Türkiye’deki enformasyon krizinin bir neticesi olarak muhalif basının yerini alıyor. Yoksa sosyal medya bir varlık alanı değil. Bir yansıma alanı. Sosyal medyada bir yansıma alanı olarak düzgün bir ayna değil. O aynaya yansıyanlarla o aynanın içerisindeki hayatlarla gerçek hayat arasındaki açı hep büyük oluyor.
Hiçbir iktidar sosyal medyadan devrilmez. İktidarlar gerçek hareketlerle, toplumun gerçek hareketleriyle yerlerini yeni iktidarlara bırakırlar. Gerçek güç olmadan olmaz böyle şeyler.
- Sokakla temsili siyaset arasındaki ilişkiden hangisini ön plana almalıyız?
İktidar şu an sokağı muhalefetten boşaltarak, bedenlerimizi muhalif varoluş biçiminden kopararak kendini güvence altına alacak sandık sonuçları üretmeyi hedefliyor.
İktidarın sandık siyaseti sokağı ve bedenlerimizi tahakküm altına alma siyaseti.
Biz bu tahakkümü yıkacak bir birliktelik kuramazsak eğer o sandıktan zaten AKP çıkacak. Yani mücadele etmeyen, sokağa çıkmayan kazanamayacak. Dolayısıyla sokağa çıkan kaybeder lafının bir karşılığı yok. Sokağa çıkmayanın kaybedeceği kesin. Sokağa çıkanların kazanacağı kesin. Muhalefet sokağa çıkmaz da sokağı iktidara bırakırsa iktidar yine kazanır.
***
Türkiye sol hareketinin önünde bir fırsat vardır
- Bir sokak hareketinin etkisi nasıl olur sizce?
Böyle bir hareketin birinci etkisi içerideki siyasi tutukların, rehinelerin tamamının serbest bırakılmasıdır. Yani Osman Kavala’nın, Selahattin Demirtaş’ın ve diğer siyasi tutuklular, Gültan Kışanak’ın filan serbest bırakılmasıdır. Peki bir halk hareketiyle, sosyal demokrat iktidar da dahil, ya da Millet İttifakı da dahil, bir halk hareketiyle birlikte dışarıya çıktıkları zaman ne olacağını düşünüyoruz? Ne olabilir? Olacak olan şudur: Onları dışarıya çıkartan halk onları önüne alıp başka taleplerini gerçekleştirmek üzere bir başka süreci başlatır. Ve o yüzden Türkiye’de düzen muhalefeti kitleleri devreye sokarak siyasi iktidarı kuşatmak ve siyasi iktidarın el değiştirmesini sağlamak gibi bir yönelime sahip değildir. Çünkü Türkiye’de kitleleri yönetecek, yönlendirecek, kitleleri daha güçlü, daha radikal siyasi amaçlar doğrultusunda teçhizatlandıracak, güçlendirecek siyasi liderliklerin varlığından ürküyorlar.
- Yani alternatif oluşabileceğinden mi?
Türkiye sol hareketinin önünde bir fırsat vardır. Kürt dinamizmiyle Türkiye halkının demokratikleşme dinamizmine kitle düzleminde, gerçek hayat düzleminde, gerçek siyaset düzleminde yan yana getiren eğilimlerin güçlenmesi, ayrıştıran değil, yan yana getiren eğilimlerin güçlenmesi, bir büyük fırsattır. Bu fırsatı siyasi düzlemde değerlendirebiliriz, değerlendirmeyebiliriz. En iyi şansı kullanmamakta çok mahirizdir. Yani bu şansı da kullanamayabiliriz. Kullanmanın yollarını aramalıyız. Biz bu iktidarı sınırlandıracak, bu iktidarı gitmesi gereken yere doğru zorlayacak bir hareket içerisinde birlik sağlayabildiğimiz ölçüde bu sürecin demokratik bir dönüşümle tamamlanmasını güvence altına alabiliriz. Bizim bugünden yarına seçim olacakmış gibi bir seçim ittifakı kavramıyla tek başına hareket edebilmemiz mümkün değil. Bizim önümüzdeki dönemin bütün siyasi ve kitlesel yükünü omuzlayacak bir mücadele ittifakıyla hareket etmemiz gerekir.