Etiketler, isimlendirmeler, geçmişten ruh çağırmalar kimseyi bedavadan devrimci, demokrat, sol, sosyalist yapmıyor. Olaylara, olgulara ilkesel, evrensel yaklaşım sergilemeyenler siyasette bir uçtan diğer uca savruluyor
Veli Saçılık
II. Meşrutiyet devrinden kalma ve aslında bir madalyonun iki yüzü olan İtilafçılar ile İttihatçılar arasındaki kayıkçı kavgası bir türlü sona ermiyor. Seküler Türk milliyetçiliği ile din nosyonlu Türk muhafazakârlığı ekseninde süren kavga zaman zaman derinleşse de 12 Eylül faşist darbecilerinin re-organize ettiği “Türk-İslam Sentezi” ile bu çevreler, siyam ikizleri gibi ayrılmaz hale geldiler. “Tek devlet, tek millet, tek din, tek dil, tek mezhep…” tekerlemesi her iki taraf için bir mutabakat metni olarak kabul görüyor artık. Dinin dünyevileştirilmesi, devletin kutsallaştırılması, ordunun Diyanetleşmesi, Diyanet’in ordulaşması, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman” ırkçı diskuruyla Yenikapı’da buluşması bu mutabakatın başlangıcı oldu.
Türk egemen siyasetinin iki kutbu kavga ederken her ne kadar demokrasi, özgürlük, milli-manevi değerler falan gibi argümanlar kullansalar da esas mesele “devletin kaymağını kim yiyecek, devletin tarihsel olarak düşman bellediği fikir ve grupları kim dövecek” ekseninde cereyan ediyor. “Askeri vesayeti, derin devleti tasfiye etme” iddiasıyla yapılan Ergenekon Davası nasıl ki zülfüyâre dokunmadan Saray Rejimi’nin inşası için kullanıldıysa, 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası “Fetö Davaları” da mevcut rejimi güçlendirmek dışında bir amaca hizmet etmedi. Gözaltında kayıplar ve Kürtlere yönelik katliamlar, Ergenekon davasının esası olmadığı gibi; Ergenekon davasını dengelemek için Kürt siyasetçilere karşı KCK davalarının icat edilmiş olması da, devletin tarihsel kodlarından vazgeçmeyeceğinin kanıtıydı. Bugün halen süren “Fetö davaları” Cemaatçilerin iktidar ortağı olduğu dönemde işledikleri suçlarla bir alakası yok tabi ki. Eski “Derin Devlet” militanlarının Saray Rejimi’yle kurduğu koalisyon sonucunda “Fetö” söylemi üzerinden kendilerini temize çekme, terör umacısı yaratarak muhalefeti baskı altında tutmak, şeytan taşlama ayinine katılmayanları şeytanlaştırmak moda haline getirildi.
Ergenekon davası sürerken “bu işte bir yanlış var” diyenler “darbeci” olmakla suçlanırdı. Kürtleri kör kuyulara dolduranlarla Kürt siyasetçilere kelepçe takanların aynı kaynaktan beslendiğini söylemek cesaret gerektiren bir işti. “Ergenekoncuların” Saray envanterine kaydedilmesinin ardından Fethullahçı savcı ve hâkimlerin yürüttükleri bütün davalar yok hükmünde sayıldı. Tabi ki Kürtler ve devrimcilere yönelik açılan davalar hariç! “Affedilmeyenler Listesi”nde Kürtler birinci sırayı, devrimciler ikinci sırayı kimselere kaptırmadı.
Ergenekon davasının torbaya dönüştürülmesine, 15 Temmuz davalarının olağanlaştırılmış OHAL koşulları için araçsallaştırılmasına karşı olmak, egemenin jargonu ETÖ-FETÖ söyleminden uzak durarak eşitlik-adalet-özgürlük istemek mevcut ortamda kolay değil. Mehmet Ağar’ın, F. Gülen’in mektubunu başköşesine astığı dönemde “Hoca Efendi” dememeyi suç sayanların, AKP-MHP-M. Ağar şürekâsının “Fetö Borsası” kurarak mala çöktüğü ortamda bankaya para yatırmak, sendikaya üye olmak, sohbete katılmak gibi “büyük suçları” olan yüz binlerce insanı “Fetöcü” diyerek eziklemek Saray’ın ideolojik çekim alanına kapılmaktan öte bir şey olmasa gerek.
Dinci Türkçü ve ırkçı Türkçü kanatların kavgasında taraf olmamayı tarih bize öğretti. Dinci Şevki Yılmaz-Cübbeli Ahmet, seküler Nedim Şener, “solcu” D. Perinçek vb.lerinin “Kürt anasını görmesin” koalisyonunda kusursuz uyumuna şahit olduk. Tıp öğrencisi Enes Kara’nın intiharına sebep olan tarikatların devletin olanaklarını sömürdükçe “Tek devlet, Tek Adam” tapınmacılığına düşmelerine şaşırmıyoruz. Gezi Direnişi sırasında ortaya atılan “camide içki içtiler” yalanına “ben din adamıyım, görmediğim şeye şahitlik etmem” diyen imamı gördüğümüzde ise şaşırıyoruz. Kıblesini hakikat yerine Saray’a çevirenlerin çokluğu, cumhuriyet-laiklik söylemine demokrasi fikrini ekleyenlerin azlığı, emekçiler ve ezilen halkların ortak mücadelesini örgütleyenlerin dağınıklığı işimizi daha zorlaştırıyor.
Etiketler, isimlendirmeler, geçmişten ruh çağırmalar kimseyi bedavadan devrimci, demokrat, sol, sosyalist yapmıyor. Olaylara, olgulara ilkesel, evrensel yaklaşım sergilemeyenler siyasette bir uçtan diğer uca savruluyor. Laik-demokrat kimliğiyle bilinen birinin “soysuz Araplar, haşere Çinliler” yazdığına, komünist etiketiyle dolaşan başka birinin toplama kampı fantezisi kurduğuna, “çok çok demokrat” edasıyla gezen başka birilerinin HDP milletvekili Semra Güzel’i linçlediğine ve “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” sloganı attığına, bir diğerinin mülteci düşmanlığına şahit oluyoruz. Günün sonunda sistemin sağı-solu, laikçisi-dincisi-cincisi, ırkçısı, ümmetçisi bir masada buluşuyor. Bu cinnet-cinayet masasını devirmek, düzenbazlara “Game Over” demek, eşitlik özgürlük ekseninde halklar, inançlar, emekçiler masası kurmak güzel bir başlangıç olabilir.