Özgür Müftüoğlu
Ekonomideki sorunlar derinleşip iktidarın kendi yarattığı sorunları çözemeyeceği kanısı yaygınlaştıkça AKP’nin toplum desteği azalıyor. Muhalefet -sorunların; devleti, parti devleti haline dönüştüren tek adam rejiminden kaynaklandığını düşündüğünden olsa gerek- toplumun sorunlarına çözüm olacak alternatifler üretmek yerine seçim sandığını yegâne çıkış yolu olarak gösteriyor.
Oysa “tek adam”ın ağzından çıkanın yasa hükmünde olduğu bir düzende hangi koşullarda, ne zaman (erken mi, zamanında mı, gecikmeli mi) yapılacağı bir yana; seçim yapılmasının bile garanti olmadığını göz ardı etmemek gerekiyor. Ama özellikle Millet İttifakı seçimin yapılacağı, üstelik demokratik koşullarda olacağı konusunda, oldukça iyimser görünüyor.
Eğer bir seçim olursa bu seçim, sadece kimin iktidar olacağını belirlemekle kalmayacak; 2017’de referandumla geçilen ve otokratik bir düzen olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de halkın onayına sunulacak.
Millet İttifakı partilerinin başını çektiği altı muhalif parti (CHP, İYİ Parti, DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti) bir araya gelerek Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne alternatif olarak “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”le seçmenin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Nihai hali kamuoyu ile paylaşılmadı henüz ama yapılan açıklamalara göre taslak, son haline getirilmiş. Bu taslak üzerinden bakıldığında, tüm yetkilerin cumhurbaşkanında toplandığı mevcut sistem yerine erkler (yasama-yürütme-yargı) ayrılığı ilkesi yeniden yaşama geçirilerek cumhurbaşkanlığının önceden olduğu gibi sembolik bir makam haline getirilmesi ve yasama organı olarak yetkilerin parlamentoda toplanması amaçlanıyor. Altı muhalif parti içinde yer almayan HDP’nin de -en azından şimdilik- “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”i desteklediği anlaşılıyor.
Otokratik bir rejimin “sadece” sandıkta değiştirilebileceği ve seçimin toplumdaki tüm sorunların çözümü olacağı konusundaki çekincelerimi saklı tutarak, muhalefet partilerinin bir araya gelerek alternatif bir sistem ortaya koymalarının önemli olduğunu düşünüyorum. Bugün devasa boyutlara ulaşmış sosyal sorunların otokratik rejimle doğrudan ilişkili olduğu, demokratik bir düzene geçilmediği sürece bu sorunların ortadan kaldırılamayacağı konusunda da hemfikirim. Ancak bu altı partinin kendi hazırladıkları sistemin gereklerini ne ölçüde yerine getirecekleri konusunda kuşkularım var.
Cumhurbaşkanı adayı belirleme konusunda CHP’nin tavrı bu kuşkuları derinleştiriyor. Bu süreçte şöyle bir tablo görüyorum: Muhalefet partileri Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayını CHP’nin belirlemesi konusunda görüş birliği içinde. Ancak CHP içinde kimin cumhurbaşkanı adayı olacağı konusunda ciddi bir tartışma var. Parti kulislerinden gelen bilgilere göre parti içinde Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını isteyenlerle İmamoğlu’nun adaylığını isteyenler arasında yaşanan tartışma, krize dönüşme potansiyeli taşıyor.
CHP içinde yaşananlar, kendi meseleleridir. Burada sorun olarak gördüğüm şey, kimin aday olacağı tartışmasının kendisinin “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” projesinin özüne ters düşmesidir. Hazırlanan taslaktan anladığım kadarıyla önümüzdeki seçimde 7 yıllığına seçilecek olan cumhurbaşkanı, 2 yıllık geçiş sürecinin ardından yetkilerinin önemli bölümünü parlamentoya devredecek ve sembolik bir konuma geçecek. Bu iki yıl içinde “tek adam”a ve partiye bağlı hale getirilmiş olan devletin tüm kurum ve kurulları, erkler ayrılığı ilkesine göre yeniden yapılandırılacak. Yani seçilecek cumhurbaşkanı; fiilen icraatın başı olmak yerine, tamamen tahrip edilmiş hukukun yeniden tesis edilmesi ve devletin de bu doğrultuda yeniden yapılanması görevini üstlenecek.
“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”de iktidar cumhurbaşkanında olmayacağına göre adayın da siyasi kariyer için bu makama talip olmaması gerekir. Üstleneceği sorumluluk düşünüldüğünde cumhurbaşkanı adayında olması gereken mutlak özellik “insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi konusunda yaklaşımlarıyla toplumun tüm kesimlerine güven verebilmesi”dir.
CHP’nin adaylık için tartıştığı isimlerden biri partinin genel başkanı, diğeri ise İstanbul’un belediye başkanıdır. Hükümet etmek gibi işlevi olmayacak bir makama ana muhalefet partisi başkanının ya da dünyanın en büyük metropollerinden birinin belediye başkanının neden aday gösterilmek istendiğini anlamak hayli güçtür. Bu noktada akla gelen ihtimallerden biri, CHP’nin iktidardan ve İstanbul belediyesinden çekilip sembolik bir cumhurbaşkanlığı uğruna iktidarı İYİ Parti’nin önderliğinde kurulacak bir sağ koalisyona devredeceği; diğeri ise “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”den vazgeçip kendi “tek adam” rejimini kurmak gibi gizli bir maksadı yaşama geçireceğidir.
CHP’nin siyaseten ne yaptığını anlamlandırmak her zaman zor olmuştur. Anlamaya çalışmak çok da gerekli midir, emin değilim açıkçası. Ancak seçim sandığının, her sorunun çözümü olarak gösterildiği bir süreçte ana muhalefet partisinin tutarsızlıklarının; AKP’den umudunu kesen kesimleri yine ona mecbur bırakma olasılığı -ne yazık ki- oldukça yüksektir.