Adalet kavramı eski çağlardan beri insan düşüncesinde çok derin kök salmıştır. Sadece düşünürlerin dağarcığında değil, kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur. Bütün düşünürler nezdinde de adalet hem etik hem de politik olarak en yüksek erdemdir.
Adalet kavramı söz konusu olduğunda zihnimizde mitolojide adına Themis denilen, adaletin ve hakkaniyetin tanrıçasının o bildik heykeli beliriyor. Bir elinde terazi, bir elinde kılıç, gözleri bağlı olan o simgeyi: Elindeki kılıç, adaletin gücünü ve cezalandırma yetkisini; gözlerindeki bağ, tarafsızlığı; diğer elindeki terazi, hukuku, hakkaniyeti koruduğunu, insanın özlem duyduğu ve olmasını istediği bağımsız, tarafsız, adaletin dengeli şekilde dağıtıldığı, caydırıcılığı olan bir hukuk düzeninin ifadesi olarak düşünüyoruz.
Ancak Türkiye gibi ülkelerde yönetim tarafından düşürülmüş tanrıça mızıkçılık yapar, gözbağının altından çaktırmadan kurbanı önce göz ucuyla keser, sonra yine başlar körebe oynamaya. Önce cezasını keser, sonra ona uygun bir sebep bulur. Terazisinin ayarı bozulmuştur, kılıcı da zalimin zulmüne amadedir.
***
Bir yerde hukuk ve adaletin var olabilmesi söz konusu edilen anlamıyla tarafsızlığını ifade eden “gözünün bağlı” olmasına bağlıdır. Gözbağı çözülmüş bir yargının kamu otoritesinin taraf olduğu bir davada adil karar vermesi mümkün değildir. Aynı şekilde, gözünü adalet dışı ve özellikle de kurulu egemenlik yapısının duyarlılık ve önceliklerine açan bir yargı kararından adalet çıkmayacağı gibi bu kararın ‘vicdani’ olduğu da artık söylenemez.
Bu tür durumlarda çoğu kararlar sistem tarafından önceden verilmiştir. Savcı ve hakimler zamanı geldiğinde yalnızca altına imza atarlar. Bütün bu yanlış kararlardan utandığı ya da üzülüp ağladığı ve gözyaşlarını saklamak için mi kullanıyor gözbağını Themis.
Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. İnsanca yaşamak ve yaşatmak için adaletli bir düzen gereklidir.
Anayasa metninde kendisini ‘hukuk devleti’ diye tanıtan bir devlette yaşanan hukuk dışılık zirve yapmış durumda.
Adalete teslim edilmeyen edilse de adaletin yetersiz kaldığı suçlular ortalıkta cirit atıyor. Cezasız suçlar var bu ülkede, görmezden gelinen mağdurlar var.
Türkiye’de iktidarlar devlet adına halka karşı suç işlettiği elemanları, şu veya bu biçimde deşifre olduğunda, onları korumak için elinden ne geliyorsa yapmıştır. Zaman aşımı yöntemi de onun sıkıştığında başvurduğu yöntemlerden biri oldu hep. Nitekim BM Yargısız İnfazlar Özel Raportörleri her seferinde açıkladığı Türkiye raporlarında Türkiye’de kayıp ve yargısız infaz olaylarının ‘ele alınmasında siyasi bir tereddüt olduğu izlenimi’ edindiklerini dile getirirler.
***
Herkes için hava gibi, su gibi gereklidir adalet. İnsan, sadece kendisi için değil, herkes için adalet istediğinde hukuk üstün olur Adalet, haklılık ve hakka uygunluktur, herkesin hakkını tanıma konusunda değişmez ve kesin istektir. “Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.” der Montesquieu. Toplum düzeni ve dengesi, hukuk sayesinde inşa edilir, adalet mekanizmasıyla da yerini bulur.
Adalet, hak, hakkaniyet yoksa, hukuk ve kanun önünde eşitlik yoksa zulüm var demektir. Birçok olayın failleri ortalıkta dolaşıyor. Adaletin haklının hakkını teslim etmesi, suçluya gerekli yaptırımın uygulanması ise gerçekler orta yerde duruyor. Adalet istiyor birileri. Özlem duyulan ve olması gereken bağımsız, tarafsız ve güdümsüz böyle bir hukuk sistemi ne yazık ki yürürlükte değil. Anketlerde ‘yargı’ artık en az güvenilen kurumların başında yer alıyor. Yazık ki bunun düzeltilmesi için bir emare de görünmüyor. Böyle bir ortamda her türlü demokratik mücadelenin sürdürülmesi öncelikle etik olarak da insan olmanın gereklerindendir.