Veli Saçılık
…Pencereyi aç / Sesin sarsın dünyayı / Duyulur elbet ta ötelerden / Yürek kendini tanır.
Arkadaş Z. Özger
Türkiye tarihinin en büyük iktisadi krizinin içinden geçerken, toplumda da yoksulluk ve borçlanma hiç olmadığı kadar derinleşmiş durumunda. Özellikle 2016’dan beri devletin ve toplumun karşılaştığı her kriz AKP ve Saray Rejimi için ya Allah’ın lütfu oldu ya da bir lütuf haline getirildi.
Hikâye, “ben diktatör olsam siz sokağa çıkamazdınız” ile başladı. Hikâye, “kadın da olsa, çocukta olsa gereği yapılır” ile ivme kazandı. Hikâye, “sokağa çıkanı 15 Temmuz’da yaptığımız gibi kovalarız” ile devam ediyor. Ankara başta olmak üzere memleketin dört bir yanı eylem yasaklarıyla ve polisin hunharca en barışçıl eylemlere saldırısıyla sokaklar mühürlendi. Sokak susturuldukça “OHAL’den istifade ederek anında bütün grevlere müdahale ediyoruz” benzeri sözler daha açıktan söylenmeye başlandı. Kürtler susturuldukça faşizm, emekçiler susturuldukça sömürü, Aleviler susturuldukça eşitsizlik, kadınlar susturuldukça kadın cinayetleri ayyuka çıktı.
Sokağın esir, evlerin hapishane haline getirildiği ortamda muktedir şapkadan tavşan çıkarma hilebazlıkları yaparak halkla eğleniyor. Geride bıraktığımız 20 Aralık gecesi, elindeki paranın değerini korumak için, dövize yatırmaktan başka çare göremeyen insanların parasına ‘operasyon’ yapıldı. Bir yandan döviz bazında bir devalüasyon gerçekleştirilirken, diğer yandan geniş halk kesimlerinin borçluluğu arttırıldı. Döviz ve altın alanı da alabildiğine kırılganlaştırılarak, döviz/altın zenginlerin oyuncağı, Türk parası ise yoksul insanların mecburiyeti haline getirildi.
Türkiye’de birkaç sokak eylemi, kimi sendikal hareketleri saymazsak, iktidarın gerçekleştirdiği bu yoksullaştırma operasyonuna maruz kalan, Türkiye’nin en geniş yoksul kesimleri ve onların temsilcisi olmaya aday olan, devrimciler, demokratlar ve muhalefet partileri, medyalar ve sosyal medyalarda olan olayları sözlü olarak protesto etmenin ötesinde pek bir şey yapmadılar-yapamadılar. Geçen seçimlerde seçim sandığını bile koruyamamış olan CHP ise en demokratik hak olan sokağa çıkmayı lanetleyerek kendini çıkmaz sokağa sıkıştırdı.
Tam da bu büyük sessizlik günlerinde, Kazakistan’da da Türkiye’dekine benzer bir zam dalgası, enflasyonist politikalar ve yoksullaştırma operasyonu gündeme gelince, Kazakistan halkı, 1990’lardan beri ülkeyi aile şirketine çeviren Nazarbayev’e karşı büyük bir isyan gerçekleştirdi. Hal böyle olunca, Türkiye’yi küçük Çin haline getirememiş olan iktidar, muhalefetin Türkiye’yi küçük Kazakistan haline getirme potansiyelinden korkarak, sokağı sokakla tehdit etme, ön alma yoluna gitti. “Sokağa çıkmayı düşünenler 15 Temmuz’da yaşananları görmediler mi?” diyen RTE, isyan etmeyi düşünen, buna hakkı olan hepsinden önemlisi bunun için güç biriktiren yoksulları, 15 Temmuz’un karanlık tarafında konuşlanmış olan selefi çeteler, paramiliter gruplar ve yarı resmi mafya güruhlarıyla peşin peşin korkutma yoluna gitti.
AKP, tarihi boyunca inşa etmiş olduğu ikiyüzlülük siyasetini, anayasal haklar, vatandaşlık hakları, demokratik itiraz hakkı, sokağa çıkma hakkı vb. hakları da; artık net bir şekilde ve daha gür bir sesle, askeri darbe girişimleriyle aynı tutacağını, sokağa çıkan insanlara darbeci muamelesi yapacağını ilan etmiş oldu.
Gene 15 Temmuz’dan bu yana, RTE ve bakanları, darbecilik, terör, terörizm vb. tanımların hukuki içeriğini boşaltıp, keyfiyetle doldurdular. Muhalefete oy verenler, AKP’li olmayanlar, AKP’yi eleştirenleri darbeci, terörist olarak damgalamak artık vaka-ı adiyeden oldu. Geçmişte yalnızca Kürtler, sosyalistler, Aleviler “kriminal kesim” sayılıyorken gelinen aşamada ülkenin yarıdan fazlası terörist, potansiyel terörist haline getirildi.
Öte yandan, muktedirler için sokak dünyanın değişik yerlerinde olduğu gibi, Türkiye’de de hep korkulacak bir yer oldu. Kent meydanları, işçi sınıfı barikat kurmasın diye alabildiğine genişletildi, modern kentler, dar sokaklar ve meydanlar yerine, bulvarlar ve otoyollarla inşa edildi. Sokağa çıkanlar, vandal, terörist, gayri meşru olarak damgalandı ama sokağın asıl sahipleri olan yoksullar, sokağa çıktıklarında (Kazakistan’da olduğu gibi) muktedirler yalnızca iktidarlarından değil, saraylarından da oluyorlar. Sokağı olmayan evin hapishane, sokağı adımlamayan insanın esir, sokağa çıkılamayan ülkenin diktatörlükle yönetildiği gerçeğini Saraylılar biliyor. Saraylıları çok korkutan bu gerçeği, sokak fobisi yayan düzen muhalefetine inat emekçilerin ve ezilen halkların unutmayacağını da biz biliyoruz.