Hislerin tercümanları vurulmuş, o kadar vurulmuş ki dilini yitirmiş. Bazı günlere sessiz başlamak lazım. Gerektiği kadar susmak, olduğu kadar sessiz kalmak. Hikâyesini kaybetmiş kahramanlar çağında, sorularla başlıyoruz hayata. Cevabını bilmediğimiz sorular sorarken hayat yeni sorular bulmada acar.
Vakitlerden kördüğüm. Bunca helak olmamızın evveliyatı tutunduğumuz ipe atılan düğümün laneti. Öyle biliyoruz, öyle de üzülüyoruz buna. Bir gece ansızın gelsin istiyoruz özlediğimiz kim varsa, her neredeyse ve nasıl gelecekse. Hâlbuki biliyoruz, gitmek kısa, dönmek uzun sürer.
Taşıdığımız birtakım kararla, pişmanlıkla, umutla, üzüntüyle, zevkle, say say bitmezlerle yürüyoruz. Ağırlığını kısa molalarda dindirdiğimiz, ağrısını uzaklara bakarak azalttığımız acılarla varamıyoruz menzile. Aslında biliyoruz gerçeği de ezberimize kıyamıyoruz. Çünkü biliyoruz ki varmak diye bir şey yok. Bu yüzden hep yol var, arada durak da var ama asla varamıyoruz, varsayıyoruz.
Karşılaşmalara muhtaç bir hayatın yelpazesini aritmetikle, sadece bizim bildiğimiz tuhaf formüllerle çiziyoruz. Dışarıdan bakılsa anlaşılmaz, anlatılsa inanılmaz. Herkes gerçeği kadar ve onun içinde yaşadığı kadardır. Bundandır herhalde yalanlara uğramak, hayallere misafir olmak. Yoksa bu inat, bu ısrar neden bir dünyanın içinden kaçsın? Hem kaçmak da gitmenin türküsü değil miydi? İşte asla cevabını bir çırpıda veremediğimiz, bir anda başka sorularla kuşandığımız kısa bir an daha. Gerçekler sıkıcı, doğrular ise yetmiyor dünyaya.
Her ihtimal gölge olmaya namzet. Gideriz peşinden ya da sürükleriz kendimizle. Kafes ve kuş, diş ve dil, vazgeçmek ve yeltenmek diye de ayırabiliriz ya da kıyaslayabiliriz hatta olmadı kendimizi en çok bildiğimiz, en fazla kullandığımız bir cümleyle de vurabiliriz. Her şey elimizde veya elimizdeydi. Bir an diğer bir anı kolluyor ve kovalıyor. Muazzam ikilemlerle baş başa bu hayatta yaşamak. İşte o esnada kavrıyoruz yeni bir nefesi almayı, aldığımız nefesi vermeyi. Başlıyoruz ve bağışlıyoruz.
Talim etmekle öğrenirken davranışları, taklit ederek başlarken davranmayı, geçtiğimiz yolların yükü, tanık olduğumuz hüsranları, kavga diye kolladığımız inadı savuruyoruz. Aslında her eylem bir savrulmadır da yerimizde sayıyoruz kendimizi. Kendimizi sayıyoruz çünkü her yan yana gelişlerden, bir de ayrışmadan. Sürekli bir yanaşma serüvenindeyiz de yaşamak koymuşlar anlamını.
Bizden önce verilen adlar olmuş telaffuz, görmediğimiz çiçekler olmuş sokak adları. Muhtemel yani bir tesadüf yakışır dünyaya diye diye çağırdığımız her yer, başka bir dünya ya da çağrıldığımız isyan. Ona da bir şey demeli, onu da başka düşünmeli, bu da mümkün diye bir orkestra, cılız alkışlar. Majör saldırgan, minör bizim komşu çocuğu. Salınca öfkeyi, istemek diyelim bir günlüğüne, çıkar yabancılık, soyunur gerçekler.
İnsan durmadan kendine yenilir diye bir lütuf var. İnsanın kendisi ondan daha eskidir diye bir kehanet. İnsan bir başkasıdır diye bir vurgu. Yenilirken yenilenir o, eski olurken kendisi olur o, başka bir insandır o, öyle bir girizgah ancak bir son.
Haftanın kitap önerisi: Etgar Keret, Nimrod Çıldırışları / Çeviren: Avi Pardo, Siren Yayınları