“1 Eylül Dünya Barış” Günü vesilesiyle ülkede çok kişi “barışa” yönelik yazılar yazıyor, konuşmalar yapıyor ve geleceğe yönelik yorumlarda bulunuyor. En başta söyleyelim; devrimciler için barış ve eşitlik (aşitî u desbiratî) asla birbirinden ayrılması olası olmayan kavramlardır. O nedenle tüm dünyada barışseverlerin ana sloganı “Barış, Dostluk, Dayanışma”(Aşîtî, Dostî, Derbîratî) olmuştur. Sahte “barışçıları” bir kenara koyarsak, günümüz barışseverleri arasında gerek barışın tanımı, gerekse barışa yönelik politik değerlendirme ve de en önemlisi barış için mücadele etme yönteminde devrimciler arasında birbirine çok yakın bir anlayış var. Varılan nokta tüm devrimciler için sevindirici bir noktadır. Bu noktaya tüm barışsever güçlerin ve devrimcilerin ardıcıl, esnek, kararlı mücadelesi sonucu varılmıştır. Bizim kuşağın gençlik yıllarında, “barış” tanımı ve “barış için savaşım yöntemi” ne olacak sorusu üzerine farklı düşünceler içeren hararetli tartışmalar olurdu. Devrimciler barışı; antagonist (uzlaşmaz) sınıflar arasındaki sınıf mücadelesini uzlaştırmak, halkların ulusal demokratik istemlerini “sulandırmak”, sömürge ve emperyalist güçlerin yayılmacı politikaları karşısında boyun eğmek olarak asla görmezler.
Barışseverlerin ve devrimci güçlerin geçmişte “barışa” yönelik yaptıkları kısır tartışmalardan çok şey kaybettiğini biliyoruz. Bugün de “Kürtlerin ulusal demokratik birliğinin” yeterince sağlanamamış olmasından ötürü ve devrimci güçlerin faşizme karşı verdikleri mücadelede yeterince ortak bir olgun tavır olgunlaştıramamış olmasında o günlerin sekter tartışmalarının payı olduğunu bizim kuşak gayet iyi biliyor. Oysa o günün klasik kavramıyla barış, “haklı mücadeleleri desteklemek, haksız savaşlara karşı çıkmak” olarak tanımlanıyordu. “Haklı” ve “haksız” kavramlarının içeriğini belirleyen ise adalet, eşitlik ve kardeşlik kavramlarıydı. Bugün de olduğu gibi…O nedenle daha II.Dünya Savaşı’nın başlarında Sovyet halkı, “zaferimiz faşizmi ininde yok edinceye kadar sürecektir” şiarına sarıldı ve bu şiar ışığında Sovyet Orduları 9 Mayıs 1945 yılında Berlin’e girinceye kadar sürdü. Evet, “barış için mücadelenin” içeriği nettir ve somut koşullara göre yön ve yöntemler alır. Devrimcileri (barışseverleri), savaş yanlılardan ayıran mihenk taşı bu içeriğin kendisidir.
Barışseverlerin 1 Eylül 1976 da İstanbul Açıkhava tiyatrosunda düzenlediği Dünya Barış Günü etkinliğinde, Sovyet Yazarlar Sendikası Başkanı Konstantin Simenov’un “barış” üzerine yaptığı konuşma, “barış mücadelesinin” ne olduğunun anlaşılmasında büyük rol oynamıştı. Amacım Türkiye’deki barış mücadelesinin tarihini anlatmak değil.“Barış” tanımlamasından da anlaşılacağı üzere soyut bir kavram olmadığı gibi, tüm zamanlar için genel geçer durağan bir mücadele biçimi de yoktur. Somut mücadele koşullarına göre içerik ve biçim alan, güç dengelerine göre pratik devrimci tavır haline gelebilen maddi bir mücadele biçimidir, barış mücadelesi. Şimdi bu ilkeyle dünyaya ve Ortadoğu’ya baktığımızda barışseverleri nelerin beklediğini görmek mümkün olacaktır. Ortadoğu kaynayan bir kazana dönmüş durumda. Bu kazanın fokurtusu barış mücadelesinin görevlerini tespit etmekte önemli bir faktördür. Yıllardır başta Suriye ve Irak olmak üzere çok ciddi savaşlar yaşanıyor. Bu savaşın iki tarafında olanlar var. Haklı olanlarla, haksız olanlar… Detaylara girmek yazının konusu değil. İran, AKP iktidarı, Suriye rejimi, Irak’ın kukla yönetimi ve emperyal devletler kendi çıkarları doğrultusunda bu hengâmeye yön vermeye çalışıyorlar. Başta Kürt halkı olmak üzere, tüm barışseverler haklarını için cansiperane biçimde savunurken “haklı” tarafı, serüvenci yayılmacı amaçlar için seferber olanlar ise haksız tarafı oluşturuyorlar. Ortadoğu’da bölgenin iç dinamikleri yok edilemedi. Mülteci sorunu çözülemediği gibi gelecekte barut fıçısı gibi patlamaya hazır bir durumda. Başta Astana olmak üzere Kürtlere karşı oluşturulan tuzaklar dağılmıştır. Bölge devletleri “birlikte hareket etme” şansını yitiriyor. “Cihatçılar”a karşı ortak ve tek tavır takınma politikası kalmamıştır. “Kurtuluş” ve “güvenlik” amacıyla girilen İdlib, Efrin vb. yerlerde “amacın” tersine bir risk oluştu ve birer bataklığa dönüşmek üzere. ABD ve Rusya “cihatçılara” taviz vermeme konusunda global davranıyor görünüyor. “Kürtler anasını görmesin” politikası Kürt sorununu Ortadoğu sorunu olmaktan çıkarmış dünya çapında bir soruna dönüştürmüştür. “Ulusalcılık” ve neo-Osmancılık yıkılmıştır. Bütün bunlar global bir barış mücadelesini dayatmıştır.
Bu nedenle bir kez daha söylemek gerekirse: Kürt paradigması global bir mücadele yoludur ve barışseverlerin şiarı“Kürt paradigmasını” yaşamla buluşturmak olmalıdır. Günümüzün barış mücadelesi bundan başkası değildir.