İlham Bakır
Dünyanın sonu yaklaşsaydı, dünyanın çok büyük bir felaketle yüz yüze kalması çok yakın bir tehlike olarak belirmiş olsaydı dünya liderleri, politikacılar, büyük askeri ve ekonomik gücü elinde barındıran kapitalistler bu felaketin yaşanmaması için doğru kararlar verirler miydi? Bir araya gelip güçlerini birleştirirler miydi bu felaketi defetmek için? Elbette doğayı, insanları, hayvanları düşündüklerinden değil, yok olacak bir dünya kapitalizmin de, kendileri için kurduğu muazzam konforlu dünyanın da sonu geleceği için. Yoksa bu felaketten de bir kar, bir getiri sağlamanın, bu felaket üzerinde kimin daha çok kazanacağının mücadelesine mi girişirlerdi? ABD’li yazar ve yönetmen Adam McKay’in 2021 yapımı yeni uzun metrajlı filmi “Don’t Look Up” tam da böyle bir konuya odaklanıyor.
Bir doktora öğrencisi olan Kate Dibiasky, Dünyaya yaklaşan ve tam olarak 6 ay 14 gün içinde tüm yaşamı sonlandıracak büyük bir kuyruklu yıldız keşfeder. Beraber çalıştığı profesör Randal Mindy ile birlikte Başkan’a brifing vermek için Beyaz Saray’a gider. Ancak Başkan, dünyayı yok edecek bu felakettense yaklaşan başkanlık seçimleriyle ilgilenmeyi tercih eder. Bu bilginin bir ulusal güvenlik bilgisi olduğu ve kimseyle paylaşılmaması gerektiğine dair tehdit edilerek gönderilirler. Ancak bu iki bilim insanı sevdiklerini, insanları, dünyayı kurtarabilmek için bu bilgiyi herkesle paylaşarak başkanlık üzerinde baskı oluşturmaya çalışırlar. İşin ilginç yanı başkan gibi diğer insanlar da bu yaklaşan felaketi çok ciddiye almazlar. Dertlerini anlatmak için TV şov programlarına çıkarlar. Ancak dünyayı yok edebilecek felaket iki pop yıldızının ayrılık hikayesi kadar dikkat çekmez.
Kara mizah öğelerinin çok başarılı bir şekilde kullanıldığı film, günümüz dünyasının doğa üzerinde yaratılan tahribat, havanın ve suyun kirletilmesi, tarım alanlarının yok edilmesi, pandemi gibi bütün dünyayı etkileyen böylesi bir felaket karşısında bile insanların eski yaşam alışkanlıklarını sürdürerek dünyanın parça parça yok oluşuna kayıtsız kalışları ile ilgili çok sağlam göndermeler yapıyor. Geçen zaman içinde Başkan’ın yaşadığı skandal ilişki patlak verince seçilemeyeceğini anlaması üzerine kendisine oy getirecek yeni bir hikâyeye ihtiyaç duyar ve yaklaşan tehlikeyle mücadeleyle ilgili bir destan yaratır. Ve göktaşının çarpmasını engelleyecek bir proje geliştirilir. Büyük kapitalist devletlerin yol açtıkları felaketlerin sonuçlarını da kâra dönüştürmeye çalışmaları da yine filmde çok başarılı bir şekilde hicvediliyor. Dünyaya çarpacak göktaşının yörüngesinin değiştirilmesi eldeki tüm füzeler kullanılarak mümkünken bu göktaşında milyonlarca ton altın rezervi olduğunun başkanı destekleyen bir iş adamı tarafından tespit edilmesi üzerine bu operasyondan vazgeçiliyor. İş adamı göktaşının özel bir operasyonla küçük parçalara bölünerek dünyaya düşürülmesi operasyonunu, geliştirdiği teknoloji ile denemeye girişiyor.
Göktaşının dünyadan çıplak gözle görülür, yani tehlikenin toplum tarafından çok net anlaşılır hale gelmesi üzerine Başkan, seçim kampanyasını filme adını veren “yukarıya bakma” sloganıyla yürütür. Halkın yukarıya bakmamasını ve gerçeği görmemesini ister. İki bilim insanı ise bunun karşısında “yukarıya bak” sloganıyla kampanya yürütürler. Aslında ne kadar tanıdık değil mi? Kürdistan’daki köy baskınları ve gözaltılarda askerlerin verdikleri aşağıya bak komutu, Boğaziçi öğrencilerinin kayyım atamalarına karşı gerçekleştirdikleri direnişte polisin gözaltına aldığı öğrencilere dönük “aşağıya bak” komutu bu filmdeki devlet ve iktidar tutumuna ne kadar benziyor. Ve buna karşı “asla aşağıya bakmayacağız”la ifadesini bulan direniş. Bu meselleri mizahi bir dille anlatan bir hikâye dinlemek için “Don’t Look Up” filmi izlenmeye değer. Dünyayı yok edecek bir felaket karşısında filmdeki bir avuç seçkin gibi binip kaçabileceğiniz bir uzay geminiz yoksa filmin işaret ettiği tehlikeler üzerinde derinden düşünmeye davet ediyor anlatılan hikaye.